CPT’nin İmralı raporunu değerlendiren PKK Lideri Öcalan’ın avukatı Raziye Turgut, ‘CPT tespitle yetinmemeli, bir yaptırımı olmalı. Durumu kamuoyuyla paylaşmak ve Türkiye’nin işkenceyi önleme konusunda onlarla işbirliği durumunda olmadığını deklare etmesi gerekiyor’ dedi
Avrupa Konseyi’ne bağlı İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), 6-17 Mayıs 2019 tarihleri arasında ziyaret ettiği İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne ilişkin raporunu paylaştı. Raporda, İmralı’da 2016’da yapılan ziyaretten bu yana herhangi bir “iyileşme” olmadığı ve PKK Lideri Abdullah Öcalan ile diğer üç tutuklunun halen haftada ancak 6 saat bir araya gelebilmelerine izin verildiğine yer verildi. İki kişi olarak bir araya gelme süresinin haftada üç saat olduğu kaydedilen raporda, günlük açık hava egzersizleri sırasında bir araya gelmenin yasak olarak kalmaya devam ettiğine dikkat çekildi. Raporda, son yıllarda Öcalan ile aile ziyaretlerinin neredeyse hiç mümkün olmadığı ifade ederken, avukatların görüşme taleplerinin de 2019’dan beri reddedildiği vurgulandı. CPT, düzenli aile ve avukat ziyaretlerinin olduğu “kalıcı bir sistem” oluşturulması çağrısında bulundu. Ayrıca İmralı’da uygulanan tutukluluk rejiminin “tamamen gözden geçirilmesi” gerektiğine işaret edildi. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Turgut, CPT raporuyla ilgili konuştu.
Asrın Hukuk Bürosu olarak yaptığınız açıklamada, CPT’nin ‘ürkek bir dil’ kullandığını ifade ettiniz. Neden?
CPT’nin İmralı’daki işkence ve hukuksuzluk durumuna ilişkin bir rapor oluşturması önemli. CPT, Avrupa Konseyi’ne bağlı bir kurum. İşkenceyi Önleme Komitesi’nin özerk bir yapısı olmasıyla birlikte Avrupa Konseyi’nde bulunan devletlere bağlıdır. Bu da raporda ürkek bir dil kullanmasına sebebiyet veriyor.
CPT, İmralı’da nasıl bir tespitte bulunuyor?
CPT’nin görevi, işkenceyi önlemektir. İmralı’yı ziyaret ettiğinde oradaki işkence durumunu tespit ediyor. Ama şunu biliyoruz ki bu işkence hala devam ediyor. Bu da ciddi anlamda büyük bir sıkıntıdır. Nitekim raporun içeriğine baktığımızda 2016 yılından bu yana infaz rejimi ile ilgili bir değişimin olmadığını belirtmesi tek başına bir itiraf niteliği taşıyor. Türkiye’nin bu işkence durumuna son vermemiş olduğunu belirtiyor. Demek ki 2016 yılından beri buradaki sorun çözülmedi. Hatta 21 yıllık İmralı sürecinden bu yana bu sorunların çözülmediğini ve giderek ağırlaştığını belirtebiliriz.
CPT, 2019 yılında yaptığı ziyaretin raporunu neden bu kadar geç yayımlıyor?
CPT daha etkili bir pozisyonda olabilir. Ancak CPT’nin Türkiye hükümetinden bağımsız bir rapor sunması mümkün değil. O yüzden öncelikli olarak Türkiye’deki hükümetin cevabını bekliyor ve hükümetin izniyle rapor yayınlayabiliyor. Türkiye’de işkenceyi önleme konusunda bir iradesi olmadığından geç cevap veriyor. CPT de buna alet oluyor
Nasıl?
Rapor hemen yayınlanırsa İmralı’daki işkence durumu teşhir edilir. Bu şekilde bunun önüne geçmek zorunda kalacaklar. Zaten CPT’nin esas görevi işkence olmadan bunun önüne geçmektir. Bu durumda CPT işkenceyi önleme ve kuruluş ilkesi doğrultusunda pozisyon belirlemesi gerekiyor. Ama CPT her defasında İmralı’ya gidip işkence ve kötü muamelenin tespitini yapmakla yetiniyor. Bu da İmralı’daki uygulamaların tüm Türkiye’ye yayılmasına vesile oluyor. Örneğin bir emniyet binasında gözaltına alınan bir kişinin açık bir şekilde işkence görüntüleri emniyet görevleri tarafından yayınlanabiliyor. Bu tabi ki hükümete ve işkenceyi yapan kolluk kuvvetlerine cesaret veriyor.
CPT’nin bu raporu kaygılarınızın giderilmesi açısından yeterli mi?
Hayır. Koronavirüs gibi bir salgın dünyayı sarmış. Bu süreçte CPT’nin İmralı’ya bir ziyareti oldu mu? Bu salgın İmralı’da bulunan müvekkillerimiz açısından ciddi risk barındırıyor. CPT’nin kendisi salgınla birlikte hapishanelerin büyük bir risk teşkil ettiğini ifade ediyor. Bu nedenle rapor kaygılarımızı gidermesi anlamında yeterli değil. CPT kendi mekanizmalarını, kendi iç tüzüğü gereğince daha etkili olabilmesi için Türkiye’nin kötü muamele ve işkence durumunu dair tespitini kamuoyuyla paylaşması gerekir. Belki bu durum kamuoyunda daha büyük bir etki yaratacak ve gerek ilgili mevzuat düzenlemeleri anlamında olsun gerekse ihlallerin önüne geçebilmek için katkı sunabilecektir.
Raporda, 2016’dan beri bir iyileşmenin olmadığı belirtilirken, ne kastediliyor?
CPT’nin bahsettiği durum ağırlaştırılmış infaz rejimine ilişkindir. Bunun yasal dayanağını da direkt belirtiyor. İnfaz Kanunu’nun 25. maddesine değiniyor ve 25. maddeyle ilgili olarak infaz koşullarının düzeltilmediğini ifade ediyor. İmralı Adası’nda özel bir statü var. Uluslararası komployla Sayın Abdullah Öcalan oraya getirildi. Sonrasında 10 yıl kadar bir hücre hapsi yaşandı. 2015 yılında da şu an birlikte kaldığı diğer tutuklular yanına getirildi. Ama uygulanan rejim ağırlaştırılmış infaz rejimidir. Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği tarih itibariyle şimdiki müebbet hapis olarak değerlendirebileceğimiz bir hapis sistemi söz konusuydu. Ama çıkarılan yasalarla bu ölünceye kadar hapis cezası olarak belirtildi. 2005 yılına kadar yapılan çeşitli yasal düzenlemelerle Öcalan’a özgü bir sistem olan ağırlaştırılmış bir hapis sistemi oluşturuldu. Bu tek başına zaten bir işkence durumudur. Bir de infaz koşulları ayrı bir işkence olarak değerlendiriliyor. Yani bir kişinin hücre tarzı bir yerde kalıyor olması, aile ziyaretleri konusunda bir kısıtlamaya gidilmesi, sosyal aktivitelerden havalandırmaya çıkmaya kadar ciddi sınırlamaların olması bir işkence durumudur. 2014 yılında AİHM’in Sayın Öcalan için verdiği kararda, bu durumun bir işkence olduğu tespiti yapılmıştı. Ancak tam tersine yasal düzenlemeler daha da ağırlaştırıldı. Dolayısıyla Bakanlar Komitesi’nin bu anlamda takip etmesi ve etkililiğini Türkiye’de göstermesi gerekiyor. Ama gelinen aşamada CPT’nin de ortaya koyduğu üzere bu infaz rejiminde hala bir düzenleme yok. Bu anlamda mevzuattaki değişiklik yapılması vurgusunu CPT de yeniliyor.
CPT’nin ‘Kabul edilemez’ dediği uygulama nedir?
Uzun süredir cezaevi içerisinde, sosyal hakları konusunda bilgi alamıyoruz. CPT raporuyla anladığımız kadarıyla 3 saat sohbet hakkı, 3 saat spor hakkı, bir de 2 saat olarak etkinlik hakları var. Ama bu etkinliklere sadece iki kişi çıkarılıyor. Müvekkillerimiz de bu durumu kabul etmiyor. Dolayısıyla sadece 6 saat yan yana gelebiliyorlar. Spor hakkını kısmen veya tümüyle değerlendirmeyip, müvekkillerimiz bunu sohbet olarak değerlendirdiğinde disiplin cezasına maruz kalıyorlar. Dolayısıyla CPT bu disiplin cezalarına maruz kalma durumlarını mahpusları hücreye kapatıp, tecrit etme olarak görüyor ve kabul edilemez buluyor.
Raporda hükümetin buna ilişkin cevabına da yer verildi…
Hükümet CPT’ye verdiği yanıtta, ağırlaştırılmış infaz sisteminin kanuni dayanaklarının olduğu belirtiliyor ama İmralı’da zaten bu sistem uygulanmıyor. CPT’nin bu ağırlaştırılmış infaz rejimini kabul edilemez bulması ve mevzuat değişikliğine gidilmesi tespiti karşısında Türkiye’nin yasal dayanak olarak yine ağırlaştırılmış infaz koşullarını öne sürmesi büyük bir çelişkidir.
CPT’nin bu konuda bir yaptırım gücü yok mu?
Maalesef CPT uzun yıllardır bu infaz rejimine ilişkin sadece tespit yapmakla yetiniyor. Bu durum yılardır devam ediyor. Dolayısıyla CPT, her ne kadar “Biz bir teşhir kurumu değiliz” dese de, bu duruma karşı bir yaptırımı olmalıdır. En hafif haliyle bu durumu kamuoyuyla paylaşmak ve Türkiye’nin işkenceyi önleme konusunda onlarla işbirliği durumunda olmadığını kamuoyuna deklare etmesi gerekiyor. CPT’nin kendi iç tüzüğü gereğince yapabileceği ve bizim de beklentimiz olan durum budur. Daha etkili mekanizmalar ortaya çıkarabilmeli ve alternatif olarak sunabilmelidir.
Raporda, dış dünya ile temas konusunda hangi hak ihlallerinin altı çiziliyor?
Dış dünyayla temas konusunda iletişim hususunda tespitler var ancak telefon hakkına hiç değinmiyor. Hükümetten alınan cevapta, mektupların artık alındığı ve verildiği konusunda bir cevap alınmış. Ancak bizim bu aşamada almış olduğumuz herhangi bir mektup yok. Verilmiş olan mektuplar hakkında da bilgimiz yok. Zaten 1999’dan bu yana sadece bir kez telefon görüşmesi yapıldı. Aile ve avukat görüşmeleri ile ilgili bazı belirlemeler ortaya koyuyor. Örneğin spor etkinliğinin, spor dışında kullanılması sebebiyle verilen bir disiplin cezası var. Bunun aile görüşünden yoksun kalması sonucuna varan bir disiplin cezasını orantılı görmüyor ve kabul edilemez buluyor. Yani ‘Sizin güvenlik kaygılarınız olabilir. Bu güvenlik kaygılarınızın temel insan hakları noktasında bir orantıda olması gerekir. Ancak bu verilen ceza itibari ile bir orantılılık söz konusu değil’ diyor.
Dışarıyla bağlantı konusunda olumlu gördüğü bir durum var mı?
Açlık grevleri sonucu 2019 yılında 5 kez yapılan avukat görüşünü bir iyileşme olarak değerlendiriyor. Yalnız 7 Ağustos 2019’dan bu yana yani tam bir yıldır avukat ziyaretlerinin olmamasını da kabul edilemez buluyor ve uluslararası sözleşmelere de aykırı bir durum olarak değerlendiriyor. Zaten bu tarihten bu yana 95 başvuru yaptık. Ancak bu başvurularımızın hiçbirine ne olumlu ne de olumsuz yanıt verilmedi. Buna yasal bir dayanakta sunulmuyor. Biz haftada iki defa olmak üzere başvuru yapıyoruz. Ancak bu başvurulara gelmiş bir cevap yok.
CPT, avukatların ve ailelerin görüş yasağına ilişkin nasıl bir tavır sergiliyor?
2016 sürecinde topyekûn olarak dışarıyla bağlantılarının kaldırılması söz konusu oldu. İletişim, aile ziyaretleri konusunda olsun birçok anlamda İmralı ile olan dış bağlantı tamamıyla kesildi. CPT, OHAL’den sonra aile ve avukat görüşünün gerçekleştiğini ifade ediyor. Bunun için öne sürülen yasal dayanaklar ve aile görüşüne dayanak gösterilen disiplin cezalarını kabul edilemez görüyor. Bu anlamda da çağrısını yeniliyor. Avukat ve aile görüşlerinin sürekli bir sistematiğe bağlanması konusunda adım atması için çağrıda bulunuyor. Yine her ay avukat ve aile ziyaretleri konusunda hükümetten bir bilgilendirme talep ediyor. Bunun sürekliliğinin sağlanması konusunda çağrıları bulunuyor.
Son olarak CPT’nin İmralı’da düzenli aile ve avukat ziyaretlerinin olduğu ‘kalıcı bir sistem’ oluşturulması çağrısı hakkında ne söylemek istersiniz?
Şüphesiz ki CPT’nin bu çağrısı bizim için önemli. Ama dediğim gibi yeterli bir durum değil. CPT raporlarında uzun yıllardır Türkiye’yi adım atmaya çağırıyor. Bazı hususları işkencenin önlenmesi hususunda, bazı hususları da düzeltmeye ilişkin. Ancak bu aşamaya kadar kamuoyuna deklere etme durumu olmadı. Türkiye bu ihlal durumunu sürdürüyor ve daha da ağırlaştırmış durumda. CPT’nin daha etkili bir yol izlemesi gerekiyor.
Öcalan’ın sağlık durumuna ilişkin CPT nasıl bir tespitte bulunuyor?
Sağlık noktasında tıbbı dosyalarının gizlice tutulduğunu, bu anlamda bunun paylaşılmamasının onlarca kabul edilir olduğunu belirtiyor. Yine 4 doktorun her hafta biri kalacak şekilde düzenli olarak 24 saat sağlık erişimin açık olduğunu, sadece bir muayene sırasında güvenlik görevlerinin bulundurulmasının kabul edilemeyeceğini belirtiyor. Aslında sağlığa ulaşım noktasında bir sıkıntısının olmadığına dair bir belirleme yapıyor. Ama yapılan bu belirleme, 7 Mayıs 2019 tarihli bir belirleme ve onun üzerinden birçok durum gerçekleşti. Daha önce İmralı’ya götürülen müvekkilimiz Mehmet Sait Yıldırım’ın kalp rahatsızlığı vardı. 9 gün orada kaldıktan sonra ‘Ada koşullarında sağlığa erişim noktasında sıkıntı olabilir’ denilerek, tekrardan bir kara hapishanesine sevk edildi. Dolayısıyla kaygılarımız açısından bu tek başına büyük bir durum.
Yine CPT Mayıs 2019’da görüşme gerçekleştiriyor. Bu tarihten aylar sonra dünya çapında bir pandemin ilan edildi. Bu ciddi bir risk taşıyor. Bu hastalık Dünya Sağlık Örgütü’nün açıkladığı üzere en çok kronik rahatsızlıkları bulunan belli bir yaş seviyesinin üzerinde olanlar açısından risk teşkil ediyor. CPT ise bunun cezaevleri açısından büyük bir risk olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla bu belirlemeler kronik rahatsızlıkları bulunan Sayın Öcalan olmak üzere diğer müvekkillerimiz açısından büyük bir risk.
Bunun yanında İmralı’nın kendi iklim koşulları içerisinde değerlendirdiğimizde müvekkillerimiz açısından büyük bir risk teşkil ediyor. Sağlık tedbirlerinin alınması noktasında savcılığa, Adalet Bakanlığı’na ve ilgili kurumlara başvurularda bulunduk. Ne ölçüde tedbirlerin alındığı konusunda tarafımızın bilgilendirmesini istedik. Ancak şuana kadar bize gelen bir bilgi yok. İç hukuk anlamında ulaşabileceğimiz etkili bir hukuk yolu bulunamayınca Anayasa Mahkemesi’ne tedbir talepli başvuru yaptık. Anayasa Mahkemesi bu tedbir talebimizi reddetti. Anayasa Mahkemesi’nin reddi üzerine yakın zamanda AİHM’e bir başvuru yaptık. Dolayısıyla bu anlamdan baktığımızda sağlığa erişim noktasında kaygılar giderilemedi.
Sadiye Eser – Erdoğan Alayumat/ İstanbul-MA