Kişilik kazanmanın, birey olabilmenin toplum açısından da nedenli gerekli olduğu tartışma gerektirmez bir gerçektir.
Kişiyi kişi yapan ne kadar değer varsa bu vahşi sistem içinde giderek törpüleniyor.
Sistem açısından farklı olmak, farklı düşünmek makul ve makbul değildir. O her zaman kitlenin aynı kıvamda, sıradan ve tek tipten olmasını gözetir. Kitleyi aynı mantalitenin, aynı düşüncenin birer üyesi haline dönüştürür ve bu tür kitleler sayesinde varlığını sürdürür.
Oysa insanın içinde bulunduğu grubun bir üyesi olması ona yapay bir güvenlik duygusu kazandırma ötesine geçemiyor.
Kendine sunulanların irdelenmesine, sorgulanmasına açık olmayan kişiler birey olamazlar.
***
Bilim insanları, beyinlerimizde R-kompleksi (İlkel beyin) diye adlandırdıkları bir bölge olduğunu tespit etmişler. Bütün olumsuz ve vahşi davranışlarımız bu bölgenin gönderdikleri komutlar sonucunda ortaya çıkıyormuş.
Bu durum yaygınlaştığında, kitleselleşip toplumda da kendini gösterirmiş. Kitlesel akıl tutulması da bu durum vasıtasıyla devreye giriyormuş.
Bir insanın beyinin R-kompleks seviyesine indirgemenin yollarını Mümin Sekman, ‘Her Şey Beyinde Başlar’ adlı kitabında çarpıcı bir biçimde anlatır: “Bunun en iyi yollarından biri onu bir gruba dahil etmektir. İnsanları “biz ve onlar” diye ayırmaktır. İç bağları sıkı bir grup içindeki kişi “akıl ihalesi” yoluyla mantığını kullanmaktan vazgeçebiliyor.” diyor ve ekliyor: Bu amaçla kullanılan ikinci yol, kitleleri “korku kültüründe” yaşatmaktır. Bu siyasi stratejide 3-D çok önemlidir: Düşman göster, Dayanışma duygusunu kışkırt, Düşündürme! Sürekli çatışma çıkar ki, taraftarların düşünemesinler! İnsanların mantığına değil içgüdülerine hitap et! Kendi hayatında yenik, ezik, kompleksli kişiler, bu tür gücü ve otoriteyi temsil eden liderler üzerinden ifade eder. Bu liderlerin en büyük sırrı, kendisini bir “intikam aracı” olarak sunmalarıydı. Onlar hep, kaybedenlere oynayarak kazanıyorlardı! Kimliklerini bir düşmana göre konumlandırıyorlardı. Düşman yoksa hayali düşmanlar yaratıyorlar, eğitimsiz ama öfkeli kitlelerin enerjisini bu yöne kanalize ederek, oy kazanıyorlardı. Mesajları şöyleydi: “Ben de senin gibiyim ama senin olmadığın bir yerdeyim, oyunla bana güç ver nefret ettiğin herkesin canına okuyayım!”(Mümin Sekman -Her Şey Beyinde Başlar, Alfa Yayıncılık)
***
Otoriter sistemler bütün mekanizmalarını devreye sokarak her zaman bu tür kitleler oluşturur.
Böyle bir ortam, kimsenin kendine benzemediği yapay ve tek telden çalan, renk ve kokuların aynılaştığı, özgül ağırlıkların aynı gramajlara indirgendiği bir yapı oluşturur.
Oysa beynimizin güzelliği düşünebilme yeteneğimizdir. O yeteneği her an, her dakika kullanmalıyız. Unutmayalım ki düşünen insan, özgür insandır.
Birçok düşünür, körü körüne katılımın, tek tipliğin ve taklidin bireysel ve toplumsal götürülerinden söz ederler.
A. Camus’un Yabancı adlı yapıtında konuşan kahramanı gibi: “… Bana eklediklerini üzerimden sıyırıp atsam ben kim olurum?.. Düşündüğüm hiçbir şeyin benimle ilgisi yok. Amaçsız düşünüyorum ve hazır bulduğum kurallara dayanan bir oyunun dışına çıkamıyorum. Bir ara kuralları değiştirmeyi düşünüyorum ama oyunu değil.”
***
Evet. Kural değişse de fark etmiyor… Aslolan oyunun kendisini bozmaktır. Kendisi olmayan, özünü oluşturamayan bir “ben”, insana uyan bir ‘ben’ olamaz.
İlerlemeye katkıda bulunanlar, genelgeçer yargılar dışında kendileri ve toplumları için gerekli olanı ne olduğunu aklın süzgecinden geçirerek anlamaya çalışanlardır.
Kişinin farklı düşünmesi, genelgeçerin ötesine geçebilmesi önyargılarından sıyrılabilmesine bağlıdır. Böylesi bir düşünce ve duruş, kimi çıkarlara ve korkulara yüz vermeyen bir mizan, bir izan gerektirir.
Kişiyi koyun toplumu ‘sürü’ olarak gören mantalitenin karşısında durmak çağdaş birey için bir görevdir. Bedel ödese de bu görevi gerçekleştirenler tarihsel olarak da her zaman onore edilmiştir.