Koronavirüs salgının en çok hissedildiği dönemlerde üretilen eserler ‘İzole Arazi’ isimli karma bir sergi ile açılıyor. Gazetemize konuşan sanatçılar özgür üretimin önemine dikkat çekerken, çalışmalarının politik olduğunu belirtiyor
Gülcan Dereli/ İstanbul
Küresel salgın koronavirüs ile reel yaşamlarımızın olağan ritminin aniden bozulduğu, zaman algımızın göreceli değiştiği, kendi yaşamsal mekanlarımızla yüzleşme fırsatı yakaladığımız bir süreçten geçtik. Hayatta kalmak için kendimizi tecrit ettiğimiz, kendi yaşamsal mekanlarımızla yüzleştiğimiz bir süreçte şimdiye kadar tanıdığımız bildiğimiz birçok şey yerinden oynadı. Ezberlerimiz bozuldu. Sanatçılar koronavirüs dönemde arazilerinde neler yaşadılar? Bu sürecin izleri, sanatçıların üretimine nasıl yansıdı? Enigmanın tam orta yerinde nasıl çarpışmalar, karşılaşmalar, yitişler ya da başlangıçlar yaşadılar? Bakışlarını hangi yöne çevirdiler? Neyin izlerini sürdüler? İşte bu soruların yanıtlarını üretimlerinde göreceğiz. Bu sürecin izinde sanatçıları bir araya getiren ‘İzole Arazi’ isimli sergi bugün Beyoğlu’da eski sarnıç şimdilerde sanatçılara evsahipliği yapan Gergadan Art Cafe’de sanatseverleri bekliyor. Sergi mekânında bir araya gelen sanatçıların birbirleriyle karşılaşmalarının ve birbirlerinden farklı olmalarının sanatsal zenginliğine tanık olacağız. Bu araziyi, karantina dönemindeki sanatçıların, yaratılarındaki zamansal ritimlerinin ve kavramsal içeriklerin, bir kesit olarak bizlere yeniden gösterilmesi olarak değerlendirebiliriz.
İçselleşme önemli
Karma sergide üretimleri yer alacak sanatçılar Nalan Türkeri, Tuğba Öztan ve Yakup Kuyucu ile çalışmalarını konuştuk. Tasarımcı olan Nalan Türkeri, çocukluktan iki satırlık şiirler yazarak aslında sanata ilk adımlarını attığının farkında bile olmadığını söylüyor. Türkeri’nin ‘ezoterik’ bilgiler ile kendini keşfetmesi sanata ilk adımı olmuş. Türkeri, attığı adımların kendini keşif olarak değerlendiriyor. 10 yıl kendi atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Daha önceleri daha soyut çalışmalar yaptığını belirten Türkeri, şimdi daha sürreal çalışmalar yaptığını söylüyor. Sanat ile iç içe olmasının en büyük nedeninin çocuklukta başlayan ezoterik yazıların olduğunu belirten Türkeri, şimdiye kadar 4 kişisel sergi, çok sayıda da karma sergide yer almış. İçselleşmenin önemli olduğunu dile getiren Türkeri, bunun kendi sanatını beslediğini ifade ediyor.
Özgür olmak önemli
Hayatını öğretmenlik yaparak kazanan Yakup Kuyucu da, edebiyatla ve resimle uğraşıyor, aynı zamanda kendini çılgın bir nesne toplayıcısı olarak tanımlıyor. Gezmeyi sevdiği için organik nesneler topladığını belirtiyor. Piyasa algısını çalışmalardan çıkardıklarında daha özgür olduklarını söyleyen Kuyucu, daha önce bitpazarında bulduğu sahipsiz fotoğrafların sergisini yaptığını bizimle paylaşıyor. Resimlerin insanın kendini keşfi olduğunu dile getiren Kuyucu, bunun sürekli kendini tanımaya giden bir yol olduğunu ve böyle düşünmenin kendisinin mutlu ve özgür hissettiğini ifade ediyor.
Herkesin parseli var
Atık malzemeler biriktirerek başlıklar yapan Tuğba Öztan, daha sonra bu biriken başlıkları sergileme ihtiyacı duyduğunu söylüyor. Önce atölye ve galeri olan mekanın daha sonra ayakta kalabilmesi için kafe dönüştüğünü belirten Öztan, Gergedan Art Cafe’nin sanatçının izleyici ile iç içe geçtiği ve birlikte sohbet edebildiği rahat bir galeri kafe olduğunu belirtiyor. Serginin bir arazi olduğunu ve arazinin parsel parsel sanatçılara ayrıldığını ve bu karşılaşmanın güzelliğine dikkat çekiyor. Bir arada olmanın mutluluğundan duyduğu memnuniyetini dile getiren Öztan, sergiye gelecek olanların doyurucu bir üretimle karşılaşacağını ifade ediyor. Sansür uygulamadan tüm resimlerin sergilendiğini söyleyen Öztan, birçok yerde sanatçının özgürlüğünün kısıtlandığına dikkat çekiyor.
Sergiler hep politik
Sergilere dair bilgi veren Öztan, “İlk sergimiz DEFO’ydu, doğa ve insan deformasyonunu anlatıyordu. İkinci sergimiz. Plastiğin yaşamımızdaki yerini sorgulama üzerineydi. Üçüncü sergi ise apocalyptic sergisiydi. Bu ise dördüncü sergimiz olacak. Bu cafede aslında sergilerimizin hepsi politik sergiler” diyor.
Mistik düşünme
Nalan Türkeri için karantina süreci: Dünya düzeninde bir sığınakla gücün sorgulanması ve iktidarın güçlerinin aslında gücün taklitleri olduğu bilinci. Oysa ki sanatın gücü süreğendir ona göre, içselleşmiş bir biçimde.. Nalan Türkeri’nin arazisinde, büyüsel ve mistik düşünme eğilimin karşılaşmalarına ve süreç içindeki sanatsal gücüne tanıklık edeceğiz.
Sömürü üzerine
Polat Canpolat için karantina süreci: Korkularımızla kaygılarımız, ölümle yüzleşmemiz, tüketici olarak sömürülen ve sömüren olmamızın sorgusuyla geçen bir zaman. Aslında bu düzenin, öncesinde de var olan sonrasında da varlığını devam ettiren bir süreç olduğu bilinci. Canpolat’ın post-apocalyptic estetik üzerine ürettiği maskeler, bize distopik bir dünyanın kapılarını aralıyor. Aşkın bir gerçekliği ifşa eden Canpolat, izleyiciyi gelecek hakkında bir kere daha düşünmeye sevk ediyor.
İnsan, doğa ve sorgulama
Tuğba Öztan için karantina süreci: İçerisinin ve dışarısının duvarlarında kavramsallıkların sorgulandığı bir alana giriş. Metasal, zamansal, kültürel, atıksal yığılmanın içindeki insanın doğadan uzak mekânlarının ne kadar korunaklı olduğunun sorgulaması ve bunun tanıklığı. Ve aynı zamanda bellek izdüşümleriyle, sezgiselliğin kaynaştığı mekânda, zamanda ve ritimde, rüyalarla, sorgulamalarla geçen bir süreç.
Fenomonolojik bakış
Yakup Kuyucu için karantina süreci: Fenomonolojik bakışın bilinciyle, kendi nesneleriyle, renkleriyle ve geçmişten gelen öyküleriyle, yeniden karşılaşmasının kendi içindeki öyküsü. Kuyucu’nun korona sürecinde kendi yaratısal ritminin ne olduğunun, daha içsel bir şekilde derinden farkına varmasının ve ona çarpan şeylerin seçkisine tanıklık edeceğiz.