Ben yine şu 68 meselesine takıldım kaldım. 68 adet imza…
Bir parti var, düşünün. Bin 356 delegeyle Kurultay yapıyor. Genel başkanını seçecek. Aday olmak serbest ve aslında çok kolay. Son derece demokratik bir parti. Genel Başkan adayı olmak için, bin 356 delegeden sadece ve sadece 68’inin imzasını almak yeterli. Seçilmek ayrı bir şey tabii ama aday olmakta bir sıkıntı yok. 68 kişi nerden olsa bulunur yani, öyle değil mi?
Değil. Öyle değil. Bulunamıyor. Diktatörlüğü yıkıp Türkiye’ye demokrasi getirmek isteyen partinin kongresinde aday olmak isteyen üç kişinin üçü de bu sayıyı bulamıyor. Hatta bir tanesi, İlhan Cihaner, Kongre’den bir gün öncesinde 100’den fazla imza topluyor ve fakat birden azalıyor imzalar. Sıcakta eriyen dondurma gibi, Kongre kapısına gelene kadar 128’ten 62’ye düşüyor ve Cihaner de açıkça “insanlar işleriyle aşlarıyla tehdit edildiler” diyor. Durum bu kadar vahim yani.
Peki, sonuç? Sonuç belli canım. “Geçerli oy sayısının tamamını alan” malum kişi, 7’nci kez seçiliyor. Güzel. Tamam. Birlik ve beraberlik her zaman iyidir. Tek yumruk, tek yürek, tek ses, tek tek tek! Ayrıca, bu defa sanırım durum biraz daha ciddi. Adam kesin kurtaracak bizi! Kararlı görünüyor! Bir ‘manifesto’ daha patlatmış kongrede. Okudum, fena değil. 13 maddelik sağlam bir reçete! Kaynat suyunu iç, o bile fayda eder. Ayrıca tutarlı. Adam daha önce de 2018’de ekonomi için 13 madde yazmış; bu yılın Mart ayında da koronavirüs için 13 maddelik bir bildirge yayınlamış; 13 sayısını seviyor demek, kadere meydan okumak gibi bir şey!
Ama yine de asıl soru sanki ortada durmaya devam ediyor: Nasıl?
Cihaner’in kürsüde sorduğu “Yahu zaten neyi engelleyebiliyoruz ki, adamlar istediğini yapıyor, biz de Anayasa Mahkemesi kapısına gidiyoruz” sorusunun karşılığı var mı bu 13 maddede? Misal 15-16 Haziran 1970’de işçi sınıfı sokağa çıktı, sendikalar yasasındaki vahim bir değişikliği engelledi. 70’li yıllarda DGM’lerin kurulması, yine aynı yöntemle, genel grevle engellendi. Daha yakınlarda ise Topçu Kışlası macerasının önüne taş koyduk hep beraber. Nasıl yapıldı bütün bunlar? Bırakın geçmişi, bugün bile hâlâ arada sırada birkaç kadın katili tutuklanıyor ve ceza alıyorsa kimin, kimlerin yüzü suyu hürmetine gerçekleşiyor bu?
13 madde. Tamam. Güzel. İsterse 113 olsun fark etmez. Ama nasıl?
Nasıl ve daha da önemlisi kimlerle birlikte?
Adam yarın akşam ayran masasında coşup, “arkadaşlar yarın hilafet ilan ediyoruz” dese, ne yapacaksın ve kiminle yapacaksın? İtilmiş-kakılmış partileriyle mi çıkacaksın yola? Yola çıkmak niyetinde misin daha doğrusu?
“Söz veriyorum, Kürt sorununu çözeceğim!” Ne büyük laf! Kiminle çözeceksin? Kürtler sana “Abi bir sorunumuz var, sevabına bi el atsan” filan demiyorlar. O iş öyle değil ki. Kürt sorununun muhatapları belli. Adresler son derece açık ve sabit. Önce bir Mudanya’dan gemiye bineceksin, ondan inip biraz dağ tepe tırmanacaksın, bir de Ankara’da bir parti genel merkezi var, bir zahmet oraya da uğrayacaksın. Hepsinin açık adresleri mevcut ve hepsi de 5 yıl önce neredelerse orada duruyorlar. Sen yarın iktidar olsan, yine orada olacaklar.
Ha, Tanrıkulu aracılığıyla söylediğin gibi bir ‘rapor’ hazırlıyorsan, hobi olarak yine hazırla, no problem! Ama -yine Tanrıkulu aracılığıyla fısıldadığın gibi- “Kürt seçmeni CHP’de nasıl tutabiliriz, ittifak ya da kritik bir seçimde CHP’ye oy vermelerini nasıl sağlarız, bunun çabası içindeyiz” diyorsan, bak onun da adresleri belli. Öyle kürsülerden ikide birde ‘Selahattin Selahattin’ demeyle olmaz o iş. Selahattin yemez, Kürtler hiç yemez. Her şeyin bir adabı var. Ancak, efendi efendi, “Kürtlerin bir partisi var, bir politik iradesi var, ben o politik irade ile muhatabım” dersen yürürsün o yollarda. Ancak o zaman yürürsün. Kürtler “Kritik bir seçimde oyları alınacak” bir sürü filan değil çünkü. Kürtler o 128 eksi 62 eşittir 66 kişiye benzemez, hani şu kongrede ümüğüne çöküp geri aldırdığın imzalara. Yani öyle ben eski “küçük enişte’lerle yol yürürüm, Kürtler de elleri mecbur bana oy verirler, vermezlerse de ‘AKP ile anlaştılar’ çamuruna yatarım” diyorsan, olmaz o iş. Şahsi tecrübemle sabittir, Kürtlerin hayatta en sevdiği şey toplantıdır. Toplantı yoksa ekmek de yok yani. Bu kadar basit.
***
Geçen bir arkadaşım Freud’un ‘Totem ve Tabu’ kitabından bir pasaj gönderdi; çok güldürdü beni, Allah da onu güldürsün. Afrika’nın Sierra Leone bölgesindeki Timmo kabilesi üzerine yazmış Freud. Timmolar seçtikleri kralı taç giyme gününün gecesi dövme hakkına sahiplermiş. “Ve bu anayasal haklarını o kadar eksiksiz biçimde yerine getirmektedirler ki” diyor Freud, “zavallı hükümdar çoğu kez tahta geçtikten sonra uzun süre yaşayamamaktadır. Bu yüzden ülkenin ileri gelenleri, kin besledikleri kimselerin seçilmesini bir yasa haline getirmiştir. Böyle olduğu halde, bu kadar açık durumlarda bile, kin duygusu açığa vurulmaz, sanki bir törenmiş gibi gösterilir.”
İlginç bir demokrasi deneyimi…
Ben çok sevdim. Bunu düşünelim bir ara.