Araştırmacı-yazar Foti Benlisoy ile konuştuk: ‘Türkiye bir dönemdir uluslararası krizlerin yaşattığı bu boşlukları dolduran bir bölgesel güç konumuna erişmeye çalışıyor. Bir alt emperyal güç haline gelmeye çalışıyor
Elif Aydoğmuş
Türkiye’de siyasal ve ekonomik kriz tüm toplumsal kesimleri etkisi altına alırken, AKP-MHP iktidarı hem içerde hem dışarda yürüttüğü savaş politikaları ile gündemi değiştirmeye devam ediyor. Hemen her gün muhalefeti de peşinden sürükleyen gündemler ortaya atan iktidarın amacına dönük ise, varlığını korumanın yanında bölgesel emperyal planlarını da hayata geçirmek istediği yönünde değerlendirmeler var. İktidar içerde bir süredir toplum tarafından “dokunulmaz” addedilen barolara ve sosyal medya gibi alanlara müdahale edecek yasalar çıkarırken, kadınların mor çizgisi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme “iddiasını” da gündemden düşürmüyor. Tüm bunlar iç kamuoyunda yoğun tepkilere neden olurken, iktidar, bir yıl önce atmam dediği adımı atarak Ayasofya’yı camiye çevirdi. Doğu Akdeniz’de doğal gaz arama macerası, Libya iç savaşına müdahale ederek Mısır’la karşı karşıya kalması, Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik operasyonlar, Kuzey Doğu Suriye’ye müdahale tehditleri gibi çok sayıda konu da hem dış hem de iç kamuoyunun gündeminde. Özellikle Ortadoğu ülkeleri Türkiye’nin yayılmacı politikalarına öfkeli. Tüm bunlar yaşanırken biz de mikrofonumuzu araştırmacı yazar Foti Benlisoy’a yönelttik. Benlisoy, hem muhalefet hem de iktidar açısından dikkat çekici belirlemeler yaptı.
Şok stratejisi
Benlisoy iktidarın toplumu bir gündem yağmuru ile karşı kaşıya bıraktığını ve bu şekilde inisiyatif üstünlüğünü elinde tutmaya çalıştığını söylüyor. “Barolardan İstanbul Sözleşmesi’ne, bekçi yasasından sosyal medya sansürüne bir dizi konu böyle ardarda geliyor” diyen Benlisoy, iktidarın bunu son 5 yıldır kesintisiz sürdürdüğünü ve muhalefeti bu gündemlerle meşgul ettiğini belirtiyor. Bunu bir tür şok stratejisi olarak tanımlayan Benlisoy, sözlerine şöyle devam ediyor: “Karşı tarafı afallatmak gibi bir strateji uygulanıyor. Siyasal iktidar bir dönemdir toplumsal tabanın ötesine taşma kabiliyetini yitirmiş durumda. Ve şimdi elindeki tabanı tutmaya çalışıyor. Daha fazla fire vermemeye çalışıyor.”
‘Ayasofya başarısız hamle’
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan daha önce, 532-537 yılları arasında Bizanslılar tarafından yaptırılan ve 916 yıl kilise olarak kalıp İstanbul’un fethi ardından camiye çevrilen, yine 1935’te müze haline getirilerek “laikliğin” simgesi olarak sunulan Ayasofya’yı ibadete açmanın akıllıca olmadığını söylerken, bu yıl ani bir şekilde Ayasofya’yı ibade açtı. Geçtiğimiz hafta ise tüm basının da davet edildiği cuma namazında devlet erkanın bir araya gelmesi, hem dışarda hem içerde çok tartışıldı. İktidara yakın derginin hilafet tartışmasını başlatması da cabası oldu.
Ayasofya ile verilmek istenen mesajın ne olduğunu sorduğumuz Foti Benlisoy, iktidarın bu adımının dağılan tabanını bir araya getirme arzusunun yanında başka anlamlar da içerdiğini ifade ediyor. Benlisoy, şöyle devam ediyor: “Ayasofya Türkiye’deki milliyetçi İslami taban üzerinde her zaman etkisi olmuş bir adımdır. Ama sadece bir oy tabanı meselesi değil siyasal iktidar sadece dini ve milli sembollere yönelik adımlarla devlet içerisinde de yeni saflaşmalar ve mutabakatları sürekli gündeme getiriyor. Yani Ayasofya ile bir tık kendi dışındaki kesimleri de seferber etmeye çalışıyor. Şunu unutmamak gerekir hem içerde hem dışarda Erdoğan kendisini İslam ümmetinin bir tür hamisi, öncüsü olarak lanse etmeyi çok seviyor. Kendisini sürekli olarak uluslararası alanda Müslümanların koruyucusu kollayıcısı olarak göstermeye çalışıyor. Başarısız olan şuydu tabi bu hamle gerçekten siyasal iktidarın beklediği gibi ‘İslam Coğrafyası’nda çok olumlu tesirler yaratmadı. İslam coğrafyasında coşkuyla falan karşılanmadı…”
Uluslararası tepkilerin iktidar açısından çok da önemli olmadığını dile getiren Benlisoy, “Uluslararası sistem çok kuralsızlaşmış durumda. Dolayısıyla ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’nden çekildiği bir dönemde UNESCO’nun Ayasoyfa konusunda Türkiye’ye tepki göstermesi çok mu önemli bu iktidar açısından? Hayır değil. Siyasal iktidar için önemli olan emperyal nostalji. Kayıp imparatorluğu telafi etme çabası” diyor.
‘Hilafet ile artçılar dinleniyor’
Hilafet tartışmalarına da değinene Benlisoy, şunları söylüyor: “Açıkçası ben somut ve adım adım uygulanan bir hilafet ajandası olduğunu düşünmüyorum. Bir tür seçimli ya da seçimsiz, çoğunluğa ihtiyaç duymayan bir iktidar formülasyon arayışı var. Ama bu daha seküler versiyonları da olabilir dini versiyonları da… Hilafet tartışmasının açılmasının esas meselesi bir blöf olarak öne sürülüyor olması. Onun yarattığı artçılar dinlenmeye çalışılıyor. Toplumu türbülansa sokmak siyasal iktidarın sıkça yaptığı bir durum ancak nihai başarı kazanamadığı bir durum. Süreklileşmiş bir kriz yönetimi ile karşı karşıyayız o kriz yönetimi içerisinde de toplumun sürekli olarak sarsılması söz konusu oluyor ve dolayısıyla bu tarz gündemler ara ara öne sürülüyor sonra geri çekiliyor.”
Ekonomi temel nedenlerden
Benlisoy, iktidarın yarattığı gündem sirkülasyonunun en temel nedenlerinden birinin giderek daha kötüye giden ekonomik kriz olduğunu ifade ediyor. “İktidarın tabanındaki erozyonun esas nedeni de ekonomidir” diyen Benlisoy, siyasal aidiyetlerin sarsıcı bir biçimde potansiyel olarak değiştirebilecek bir ekonomik kriz yaşandığını söylüyor. Benlisoy, krizin derinleşmesiyle iktidarın artan kaygı ve korkusunun, muhalif tüm kesimlere yoğun bir baskı politikası olarak döndüğünü, kendi tabanındaki krize karşı tepkileri bastırmanın yolunu ise Ayasofya gibi maneviyatı olan adımlarda bulduğunu söylüyor ve ekliyor: “Tabanına bir takım ödüller sunması gerekiyor. Eldeki kaynaklar tükendiği için maddi ödüller sunamıyor. Dolayısıyla Ayasofya gibi maneviyatı olan ödüller veriyor. Ayasofya’nın siyasal etkisi gerçekten ne olacaktır şuanda tam olarak bilmiyoruz ama siyasal iktidar açısından bir kazanım yaratmayacağı, etkisinin sınırlı kalacağı görülüyor. İktidar bu tip meseleleri sürekli olarak gündeme getirmeye ve buralara kaçmaya muhtaç gibi geliyor.”
‘Alt emperyal güç olma hedefi’
Türkiye’nin dış politikadaki yayılmacı pratiğine de değinen Benlisoy, Türkiye’nin uluslararası sistemdeki hegemonya bunalımını fırsata çevirmek istediğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Uluslararası sistemdeki muazzam bir istikrarsızlaşma ve kuralsızlaşma var. Türkiye bir dönemdir uluslararası krizlerin yaşattığı bu boşlukları dolduran bir bölgesel güç konumuna erişmeye çalışıyor. Bir alt emperyal güç haline gelmeye çalışıyor. Bu emperyal nostalji 100 yıl önce kaybedilmiş imparatorluğun telafi edilmesi falan gibi söylemi çok geniş çevrelerde etki yaratabiliyor. Bu yüzden de siyasal iktidar açısından daha devlet düzeyinde bir mesele olmasından öteye iç siyasi malzeme olarak kullanışlılığı var. Dolayısıyla, Türkiye’de bu emperyal arzu emperyal nostalji bir tür alternatif ulusal kimlik anlatısına dönüşüyor. Osmanlı meselesinin bu kadar etrafımızda dönüyor olması en son Ayasofya meselesi bunun aşikar bir örneği.”
‘Devlet aklı ile yapılıyor’
Benlisoy, Türkiye’nin dışa dönük savaş politikalarının uygulanmasında sadece AKP-MHP iktidarıyla sınırlı olmadığının altını çizerek, “Türkiye Devleti dediğimiz kapitalist devletin çıkarlarıyla da alakalı bir mesele. Bu mesele etrafında aslında devletin bir konsesundan bahsedebiliriz. Yöntemler tartışılabilir ama yönelim açısından bu konuda ben devlet içinde farklı fikirler olduğunu düşünmüyorum” diyor.
İçerde de siyasi ve ekonomik krizin etkilerini ağır yaşayan Türkiye’nin dışa dönük savaş politikalarında kapasitesinin yeterli olup olmayacağını ise Benlisoy şu sözlerle açıklıyor: “Bunun matematiksel bir çözümü ya da yanıtı yok. Yani bu kapasite zorlanırsa Türkiye’nin daha ciddi bir krize sürüklenebileceği söz konusu. Bizler açısından büyük bedelleri oluyor ama iktidar açısından ya da devlet aklı açısından bu oyunda masada kalabilmek önemli ve bu kapasite şuan için var gözüküyor.” Benlisoy, Türkiye’nin emperyal arzularının önüne geçebilecek gücün ise toplumsal muhalefetin olduğunu özellikle söylüyor.
‘Muhalefet büyük hata içinde’
Tüm bu gelişmeler karşısında muhalefetin tutumunun yeterli olup olmadığını sorduğumuz Benlisoy, Türkiye’de ana akım muhalafetin (CHP, İYİ Parti, DEVA vs) iktidarın yıprandığı kanaatinde olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Bu kanaatleri de yanlış değil. Siyasal iktidarın toplumsal tabanında hızlı bir erime söz konusu olduğu yönünde bir anlayış söz konusu. Bu bakımdan da muhalefet aslında bir tür bekleme stratejisi uyguluyor. Yıpranan iktidar elmasının iktidarın ağacında olgunlaşıp kucağına düşmesini bekliyor. Bu bekleme stratejisi beraberinde bazı meselelere hiç girmemeyi getiriyor. Yani Ayasofya meselesinden Kürt meselesine kadar, siyasal iktidarla bir çatışma içine girmiyor. Normal zamanlarda olmadığımızı hatırlatmak gerekiyor. Dolayısıyla bu bekleme stratejisi aslında büyük bir hataya da yol açıyor.”
Başka bir muhalefete ihtiyaç var
Türkiye’de otoriter devletin derinleşmesinin işçi sınıfının zayıflamasıyla paralel olduğuna dikkat çeken Benlisoy, muhalefete şu önerilerde bulunuyor: “Bir sosyal demokrasi mevcut haliyle değil gerçekten sosyal niteliği olan bir demokratikleşme süreci hedefinde olan bir muhalefete ihtiyaç var. Dolayısıyla da Türkiye’de geniş emekçi kesimlerin partisi ne olursa olsun aslına bakarsanız maddi yaşamsal çıkarlarını gündeme getirebilecek bunun etrafında yeni bir gündem, yeni bir safha, yeni bir siyasal saflaşma oluşturabilecek bir başka muhalefete ihtiyaç var. Uzun zamandır da aslında bakarsanız eksikliğini çektiğimiz de böylesi bir bir muhalefet. Yoksa ana akım muhalefetin bu bekleme ve sınırlı demokrasileşme sınırlı normalleşme yani rejimin bir sürü yeni özelliğini normlalleştirme muhalefet stratejisi dışında bir muhalefete ihtiyacımız var.”