Genelde dünya, özellikle de bölgemiz uzun zamandır bir geçiş süreci içinde bulunuyor. Hemen her durum değişim ve yeni bir yapılanmayı zorunlu kılıyor. Koşullar, güçlerin konumlanması sürekli farklılaşmayı zorunlu hale getirmiştir. Durağanlık, sabitleşme içinde bulunulan şartların doğasına aykırıdır. Durağanlıkta ısrar edenler uzun zaman yaşam şansı bulamaz. Çünkü onlar geçmişin sabitlenmiş alışkanlıklarıyla yaşıyorlar.
Alışkanlık konfor oluşturur ve rahatlatır. Yönetmek veya yönetilmek kolaylaşır. Zihniyet, düşünme parametreleri ağırlıklı bilinen, neyin nasıl yapılacağı bilen olduğundan fazladan zaman ve efor harcamanın gereği kalmaz.
Ancak içinden geçilen zaman bu tarz koşullara olanak tanımamaktadır. Hemen bütün toplumsal fay hatları hareketi çoktan başlamıştır. Tarihsel kültürler, diller, kadınlar, gençler, ekonomik durum, ekoloji gibi akla gelebilecek her şey uyanmış, “böyle yönetemezsiniz ve yaşatamazsınız” diye itiraz eden, eğleşen arayışlar derinleşerek devam ediyor. Bu da dünyanın toplumsal çehresini ve içeriğini değiştiren köklü yaklaşımları pratikleştiriyor.
Yeniye yönelimler arttıkça; geçmişe de bakmak zorunluluk kazanıyor. Çünkü tarih sadece şimdi değil, geçmiştir de. “Geçmiş günümüzde, günümüz geçmişte gizlidir.”
İktidar odakları bu tarihsel hakikati eğdiler, büktüler ve saptırdılar. Şimdiye kadar iktidar-devlet oluşumları geçmişi manipüle ederek günü, yani bizi nispeten kolay yönetir hale geldiler. Geçmişi çarpıtma, iktidar eksenli yorumlama ve anlamlandırma ile bilinç çarpıtılması yapıldı ve biz dışlanan, yok sayılanlara “tarihi biz başlattık, biz olmadan yani devlet olmadan yaşamanız bile olanaklı değildir” dediler.
Bunu zihin dünyamıza adeta yerleştirdikleri manipülatif düşüncelerle sanki kış uykusuna yatırıldık ve hizmetçi haline getirildik. Ancak en dibe itilenler ciddi bir uyanış yaşamaktadır ve tarihe hakikat penceresinden bakmaya başladılar. Çünkü bugünün ve yarının yön kazanmasında dünün kabiliyetinin yüksek olduğunun en diptekiler farkına vardı. Bu uyanıştır ki, egemen kapitalist dünya sistemi yönetememezlik çukuruna düştü. 3. Dünya Savaşı bu yönetememezlik halinin küresel çapta zuhur etmesiyle bağlantılıdır. Bunun en barız hali koronavirüs sürecinde de yaşanmaktadır.
Üçüncü savaşı başlattılar. Ama bitiremiyorlar. Önceki iki dünya savaşını 4-5 yılda bitirdiler. Kazananları ve kaybedenleri belli oldu. Dünya kazananlarının çıkarlarına göre pay edildi ve düzenlendi. 3. Dünya Savaşı’nın üzerinden yirmi yılı aşkın bir zaman geçti ve ne zaman biteceği de belli değildir.
Bitmek bir tarafa her geçen gün derinleşerek yaygınlık kazanıyor. Libya, Suriye, Yemen, Mısır-Türkiye-Körfez ülkeleri, Çin-ABD, Rusya-ABD, Kafkaslar (Azerbaycan-Ermenistan ve karşıtlaşması kuvvetle muhtemel olan Rusya-Türkiye). Savaş cepheleri genişleyerek büyüyor.
Egemenler başlattıkları savaşı durduramıyorlar. Durdurma kudretleri de yoktur. Çünkü mevcut dünya devletli sistemini geçmiş beş bin yıllık devletli uygarlıklarının tümünün üstünde taşıyor; artık sona yaklaşıyor ve dibe itilen, köleleştirilenler tarihten aldıkları ilhamla uyanışlarını küresel düzlemde yapıyorlar ve güçlerini birleştirme aşamasına doğru yürüyüşü sürdürüyorlar.
Geçmişteki dip uyanışlar ağırlıklı yerel, ülkeler ve bölgesel düzeyde kalırken; günümüzde dünyasal bir uyanış ve direnme aşamasına doğru yönelmektedir. Savaşı sonlandıracak olanlar artık egemenler değil, “baldırı çıplaklar” olacaktır. Ezilenlerin dünyası her geçen gün daha fazla kaderlerini ellerine alıyor; iradileşiyor, demokratik ve özgür bir dünyaya doğru seyrediyorlar. Ezilenler seyir haline geçmiştir.
Beş bin yıllık bir hesaplaşma olduğundan savaş uzuyor. İnişler, çıkışlar oluyor, olmaya da devam edecektir. Kolay değil, beş bin yıllık kirlilikler temizleniyor. Kolay ve erken bir sonuç beklentisi bu anlamda gerçekçi değildir.
Devletçi uygarlık Yukarı Mezopotamya’nın Neolitiğin eteklerinden ondan beslenerek doğuşunu çarpıtarak yaptı ve zamanla bütün dünyaya yayıldı. Günümüzde de sonuna doğru da yolculuğuna buradan başladı. Bu tesadüfi değildir. Demokratik uygarlık güçleri burada kaybetti. Kaybettiklerini kaybettikleri yerde arama ve bulmaları anlaşılırdır. Bulduklarıyla da halkların birleşik kuvvetini inşaya koyuldular.
Rojava’nın halkların gönlünde yer edinmesi bu gerçeklikle ilgilidir. Yine devletçi güçlerin çok iştahlı Rojava’yı boğmak için her tür komplo, entrikaya başvurmaları da bu durumla bağlantılıdır. Çünkü Rojava örneği, demokrasi ve özgürlüğün temsilcisi olmaya aday bir yükselişi, en dipte yer alan halklarla kuruyor. Özcesi geleceği ellerinde modern silahlar taşıyanlar değil, on binlerce yıllık insanlığın oluşum hakikatinin günümüzün temsilcileri sonucu belirleyecektir. 3. Dünya Savaşı’nı da bu eğilim sonlandıracaktır.