Günlerdir Türkiye’de hilafet tartışılıyor. AKP’nin resmi yayın organı işlevini gören Yeni Şafak Gazetesi’nin yan kuruluşu olan Gerçek Hayat Dergisi, Ayasofya’da AKP’nin gövde gösterisine dönüşen 24 Temmuz’daki Cuma namazı sonrasında açık açık Hilafet çağrısı yaptı.
Bu çağrıya rağmen Türkiye’de yer yerinden oynamadı, kıyamet kopmadı. Kimse “ülke elden gidiyor, Cumhuriyet yıkılıyor, laiklik tehdit altında, bu çağrı anayasaya aykırıdır, suçtur” diye ortalığa düşmedi. Herhangi bir savcı soruşturma da başlatmadı. Tıpkı TV ekranlarında katliam planlarını açıklayanlar hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadığı gibi. Açık bir rejim değişikliğine işaret eden hilafet talebi ve tartışmasının “Diş Teknisyenleri Derneği”nin mevzuatıymış gibi bir naiflikle sürdürülmesi insanı şaşırtıyor. İnsana “keşke bu naiflik ve dinginlik Türkiye’deki demokratik olgunluğun göstergesi olsaydı” dedirtiyor. Bu çağrı sadece teorik çerçevede bir düşünce alışverişi olsaydı yine anlaşılırdı. Oysa “Hilafet için toplanın” çağrısı toplumun bir kesimine kılıç gösterilmesinin hemen ardından geldi. Hilafet çağrısının içeriği ve bunun Türkiye’yi nereye götüreceği meselesi bir yana – ki bu da hayatidir – meselenin bu dinginlikte ve hatta ürkeklikte ele alınmasının başkaca sebepleri var. Hukukun da, suç ve cezanın da, meşruiyetin de güç mefhumuyla çok yakından ilişkisi var.
Keşke kılıç eşliğinde yapılan “Hilafet” çağrılarına gösterilen “olgunluğun, aklı selimliğin, naifliğin” yarısı, Kürtlerin yerelden demokrasiyi örmeyi hedefleyen özerklik taleplerine ve çağrılarına da gösterilmiş olsaydı. Dini esaslara dayalı tek bir kişinin güç ve yetki kullandığı bir rejimi işaret eden hilafetin aksine özerklik, özgür dünyanın, özgür bir toplumsal yaşamın gereğidir. Özerklikte güçlü olan toplumdur, yerel dinamiklerdir. Özerklik merkezi otoriteye karşı toplumun kılcal damarlarından başlayarak yetkiyi paylaşma talebidir. İşte bu yüzden özgür dünyanın deneyimlerden damıtılarak kabul ettiği bütün hukuki metinlerde özerklik güvence alınmış ve benimsenmiştir. Avrupa Yerel Yönetimler Şartı evrensel bir hukuk metnidir fakat Türkiye’de Kürtler istedi diye suç unsuru haline getirildi.
Yarattığı zemin üzerinden yürüyen hilafet çağrılarını son derece memnun bir şekilde izleyen ve şimdilik susan Erdoğan, 30 Aralık 2015 tarihinde HDP’nin “Demokratik Özerklik” talebini “ihanet, provokasyon” olarak nitelendiriyor ve HDP Eşbaşkanları’nın bunun hesabını vereceğinin tehdidinde bulunuyordu. Özerklik talep eden Kürtlere, “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz” şeklindeki Anayasa’nın 14’üncü maddesindeki hükmünü sopa olarak gösteriyordu.
Sonrası malum; bu talep gerekçe yapılarak çözüm ve müzakere süreci bitirildi ve ülkeyi kaosa sürükleyen savaş süreci başlatıldı. Kentler ağır silahlarla yakılıp yıkıldı. Gerekçe “anayasayı” uygulamak ve Anayasa 14’üncü maddesi gereği “suçu” önlemekti! Aynı gerekçeyle mecliste siyasi darbe yapılarak HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Önceki dönem HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere yüzlerce HDP’li seçilmiş “özerklik” talebinin bedelini ödüyor.
Anayasa ve hukuk; toplumun hak ve ödevlerini tanımlar, uyulması gereken kuralları ortaya koyar, yapılan yanlışın cezasını tarif eder. Her türlü haktan mahrum bırakılan Kürtlere ve toplumun ötekilerine hukukun ve anayasanın sadece “cezai kısmı” ve üstelik hiç de hakkaniyetli olmayan, tamamen niyetlere bağlı şekilde işletiliyor. İktidar ve yandaşları için ise anayasanın hiçbir sorumluluk, ödev ve cezası yürürlükte değil. İktidar bir yandan 12 Eylül anayasasının bütün otoriter nimetlerinden fazlasıyla yararlanırken, diğer taraftan kendi edimleri için tam anayasasızlık süreci işletiyor. Haklardan fazlasıyla yararlanırken, yetersiz gördüğü hakları yeni hamlelerle genişletiyor, kendilerini her türlü cezai müeyyideden muaf tutuyor.
AKP’nin icraatları karşısında anayasanın hükümsüz olduğunu, Erdoğan, açık bir şekilde “ilan” etmişti. 14 Ağustos 2015 tarihinde Anayasa’nın fiilen değiştiğini dile getiren Erdoğan, “Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir” sözleriyle değerlendirmişti. Ardından Anayasayı bu fiili duruma uydurdular ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini hayata geçirdiler. Şimdiki tartışmalar bu düzenlemenin de AKP’yi kesmediği ve bir ara geçiş dönemi olarak tasarlandığını gösteriyor.
“Özerkliğin suç, hilafetin hak” olarak karşılanması bir yanıyla Kürtlere karşı işletilen “düşman” hukukuyla öte yandan yürürlükteki “güçlünün hukuku” gerçeğiyle ilişkilidir. Zaten Kürde karşı işletilen düşmanlık hukuku ikincisini yani “güçlünün hukukunu” yaratıyor ve herkesi bunun altında eziyor.
Özerkliğin, barış talebinin, demokrasi isteğinin, eşitlik mücadelesinin, kadınların hakkı haykırışının suç sayıldığı bir ülkede Hilafet talebi, TV’lerdeki açık katliam çağrıları normal karşılanan bir ülkede bayram kutlamak ağır geliyor. Yine de herkesin bayramı kutlu olsun.