Bir zamanlar Enver Paşa da dış çelişkilerden ve fırsatlardan yararlanmak istemişti. Fırsatçılığı bir politik tarz haline getirmişti. Sonunda Enver’in fırsatçılığı Osmanlı’ya kaybettirmiştir
Erdoğan Altan/Analiz
Üçüncü Dünya Savaşı, Ortadoğu ve Kürdistan’da hızından ve şiddetinden hiçbir şey kaybetmeden sürüyor. AKP-MHP iktidarı bölge savaşında aktif yer alıyor; hatta başı çekiyor. 2011 yılından itibaren Suriye’ye müdahale kapsamında tüm açık ve örtülü güç unsurlarıyla katılım gösteriyor. 19 ve 20’nci yüzyılın sömürgecilik anlayış ve yöntemleriyle “işgal”de ısrar ediyor. Suriye’ye bu amaçla yöneldi ancak istediği sunucu alamayınca içinden çıkılmaz hale getirmek için en kirli yol ve yöntemlere başvuruyor. Kendisi için bataklığa dönüşen bu zeminde Kürt hareketini tasfiye etmek için binbir türlü ayak oyununa girişiyor. Aynı kafa Libya’da da işliyor.
ABD cesater veriyor
AKP-MHP iktidarını ayakta tutmak için dışarıda saldırgan bir politika izliyor. Özellikle de Kürdistan’ın dört parçasında bu saldırgan tutum hiç durmuyor. Neo-Osmanlıcılık hayalleriyle “işgal” diyor, başka bir şey demiyor. Koronavirüs salgınını dahi fırsata çevirerek, hem içeride hem de dışarıda saldırılarını artırdı. Libya’ya girdi ve kendisine bağlı silahlı grupları buraya yönlendirdi. Türkiye’nin Libya’daki etkinliği ABD’den bağımsız düşünülemez. ABD göz yummazsa Türkiye tek bir adım bile atamaz. ABD, NATO ülkesi olan Türkiye üzerinden nasıl Suriye’ye şekil vermek istiyorsa, Libya’da da Türkiye’nin önünü açtı. Çünkü ABD, “Türkiye nereye giriyorsa orası benimdir” hesabı yapıyor. Rusya da, Fransa da, Arap Birliği de Türkiye’nin Libya’ya girmesine karşıydı. Buna rağmen Türkiye Libya’ya girdiyse cesaretini kesin ABD’den alıyor. ABD elbette açık destek vermedi ama politik olarak önünü açtı, yol verdi.
Rusya’yı ABD durdurdu
ABD’nin Türkiye’ye açık desteği Suriye sahasında daha somuttur. Serêkaniyê ve Girê Spî, ABD onayı ve desteğiyle Türkiye’nin kontrolüne geçti. Yine rejim ve Rusya’nın İdlib’deki ilerleyişi ABD’nin Türkiye’ye verdiği destekle önce durduruldu, ardından rejime karşı bir saldırıya dönüştürüldü. Öyle söylendiği gibi tüm bunları İHA ve SİHA’lar sayesinde yapmıyorlar. Öyle olsaydı rejim ilk saldırdığında da İHA ve SİHA’lar vardı. Ancak ABD, Rusya’yı belli bir süre kenara alınca Türkiye’nin ilerleyişi sağlandı. ABD’nin bu pozisyonunu kullanan Türkiye, Kürt karşıtlığı üzerinden Suriye’de etkili olmak istiyor. Bir nevi yayılmacı politikalarını NATO ve ABD ilişkilerinden yararlanarak yürütüyor.
Enver’in fırsatçılığı!
Yayılmacı politika ne kadar tutar veya duvara toslar mı toslamaz mı zaman gösterir. Ancak bu kadar dış müdahalenin eninde sonunda bir yere çarpması kaçınılmaz sondur. Dünya dikensiz gül bahçesi değildir. Herkesin rahatlıkla at koşturacağı ne Ortadoğu ne Afrika ne de dünya gerçekliği var. Türkiye’nin bu saldırgan, yayılmacı politikası mutlaka çeşitli güçlerle karşı karşıya gelecek, çatışacak ve bunun sonucu Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olacaktır. Bir zamanlar Enver Paşa da dış çelişkilerden ve fırsatlardan yararlanmak istemişti. Fırsatçılığı bir politik tarz haline getirmişti. Sonunda Enver’in fırsatçılığı Osmanlı’ya kaybettirmiştir. Enver’in tarzı nasıl ki Osmanlı’yı parçalamışsa, AKP-MHP’nin şu andaki fırsatçı yaklaşımı da böyle bir sonuca doğru gidiyor. Çünkü politikaları salt fırsata ve kısa vadeli dengelere dayanıyor. Bunun için bu kaotik ortamda hızla hareket ederek, kısa sürede sonuç almak istiyor. Ancak “acele giden ecele gider” sözünü de burada not düşelim.
Gücünü aşan siyaset
Türkiye, kendi gücüne dayanarak, yayılmacı politikasını yürütüyor demek gerçeği yansıtmaz. Kuşkusuz belli bir gücü var, küçümsememek lazım. Ama cüssesini ve gücünü aşan işlerle uğraştığı da açıktır. Bu bakımdan Suriye, Libya ve Irak politikası Türkiye’nin bir gün sert kayaya çarpmasını beraberinde getirebilir. Çünkü Türkiye bu gücünü, “kendini bir kullanım değeri haline getirerek” sağlıyor. ABD ve NATO’ya kendini iyi pazarlıyor ve kullandırtıyor. Böylece kendisine alan açıyor. Yoksa günümüzde küreselleşen ve çıkarların iç içe geçen dünyasında, Türkiye’nin “Ben şuraya gireceğim, hâkim olacağım” demesi çok gerçekçi değil. Bu zamanda 19 ve 20’nci yüzyıldaki gibi cepheden savaşlar yok. Sistem güçleri bile her yerde iç içeler. Türkiye ise bir yere gidip hâkim olmayı düşünüyor. Bu bakımdan Türkiye’nin politikalarının kısa vadede bazı sonuçlar aldığı görülse de Ortadoğu’da uzun vadede aleyhine gelişmelerin yaşanacağı kesindir. İçeride karşılaşacağı direniş, dışarıda da bölgesel ve küresel güçlerle yaşayacağı çıkar çatışmalarıyla düşüşünü sağlayacaktır.
Arap dünyası
Dikkat edilirse AKP-MHP iktidarı Türkiye’yi, bu saldırgan politikası sonucu Arap dünyasıyla karşı karşıya getirmiştir. Belki Libya ve Katar’la ilişkileri var, hatta Katar finansmanı üzerinde kendisini yaşattığı da sır değil, ama geniş Arap dünyası Türkiye’yle karşı karşıyadır. Türkiye her ne kadar bazı grupları kullanıp İslami kesimlere seslenerek, Arap dünyasında kendisine yer açmaya çalışsa da Arap kamuoyunun ağırlıklı bölümü Türkiye’ye karşıdır. Arapları da 19’uncu yüzyıldaki, hatta önceki yıllardaki Araplar olarak görmemek lazım. Son yüzyılda ellerine geçirdikleri ekonomik imkanlarla, bununla yarattıkları sosyal, kültürel gelişmelerle belli bir güce ulaştıkları açıktır. Artık Arapları eskisi gibi etkisiz, hiçbir şey yapamaz, her şeye teslim olur gibi görmemek gerekiyor. Bu yönüyle Arap Birliği’nin ve genelde Arapların tepkileri Türkiye’yi olumsuzluklarla karşı karşıya bırakabilir ve bırakıyor da. Libya işgali sonrası Araplar içerisinde Türkiye’ye karşı Mısır öncülüğünde ortaya çıkan dayanışma ve ittifak durumu yeni bir Trablusgarp yenilgisi yaşatabilir ve bu yenilgi tarihinde de görüldüğü gibi peşi sıra yenilgilere yol açabilir.
Petrol hayalleri
AKP iktidarı Libya’yı, hem petrol-doğal gaz kaynakları nedeniyle bir zenginleşme alanı hem de İhvancı çizginin dayanacağı, örgütleneceği ve Ortadoğu’ya, Afrika’ya müdahalede kullanacağı bir karargah olarak ele alıyor. Küresel ve bölgesel güçlerin bu zenginliği Türkiye’ye bırakmaya niyetleri yok. Yine Trablusgarp’ta olası bir yenilgi, Heftanîn’de sonuçsuz kalan operasyon ve Arap toplumunun Kürtlerle dayanışması Türkiye’yi Irak ve Suriye sahasında zorlayacak.
Heftanîn operasyonu
14-15 Haziran gecesinden itibaren geliştirilen hava saldırıları ve Heftanîn’e yönelik karadan sınır ötesi operasyon Türkiye’nin bölge planının yeni bir aşaması oluyor. İlk aşama, Wertê Boğazı’nı tutarak, KDP-YNK’ye dayanarak Kürt hareketinin alanını daraltmak, Kandil, Maxmur ve Şengal’e dönük hava saldırısıydı. İkinci aşama ise Heftanîn’e yönelik hem havadan hem de karadan yürütülen operasyondur. Kuşkusuz bu operasyon öncekilerin bir devamı gibi dursa da farklılıklar da var. Kapsamlı bir planın sonucu olarak yürütülen bu operasyon kendi bağrında birçok tehlikeyi taşımakla birlikte kırıldığı an Kürt hareketi açısından hem yeni fırsatları ve kazanımları ortaya çıkaracak, hem de AKP büyük bir darbe almış olacaktır. Kapsamlı bir operasyon olduğunu kendileri zaten kamuoyuna açıkladı. Bu kuşatmanın ve bölgeyi denetimine almanın Habur’dan Asos’a kadar süreceği belirtilse de, Efrin’den Kandil’e kadar tüm alanları kapsadığı görülüyor. Bununla Rojava ve Federe Kürdistan Bölgesi’ni kontrollerine alarak, Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmayı hedefliyorlar. Belli ki bu plan, ABD’nin “Eğer ateşkes yapmazsak kötü şeylerin olacağı” biçimindeki tehdidinin uygulanması oluyor. Aslında ABD yönetimi, 2007 stratejisini pratikleştirmeye çalışıyor. Yani Türkiye-Irak ittifakını sağlamak ve Kürtleri de buna dahil ederek, Suriye ve İran politikalarını yürütmek istiyor. PKK’yi de, KDP ve YNK gibi bu stratejiyi kabul eder ve bölgede ABD planlarına göre davranır hale getirmeye çalışıyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit de Kürt hareketine yönelik çok yönlü saldırı da bu temeldedir. Nihayetinde Ortadoğu’da stratejik değişim gücü olan Kürtlerin, ABD’nin denetimi altına alınması ve bu temelde kullanılmasıydı. Kısaca Kürt hareketi yok edilmek ve özgür Kürtlük teslim alınmak isteniyor, “Olacaksa da bir Kürtlük ancak benim istediğim gibi olabilir” deniyor. Bu çerçevede kullanılan birinci sopa AKP, ikinci sopa da KDP ve YNK oluyor. Unutmamak gerekir, ABD-İsrail-İngiltere’den bağımsız bölgede yaprak bile kıpırdamaz.
ABD’nin Kürt planı
ABD yönetimi başta Türkiye olmak üzere birçok gücü, Kürt hareketine saldırtıyor; ancak Kürt hareketinin tümden yok edilmesini değil, zayıf düşürülerek ABD’ye “Evet” der hale getirilmesini hedefliyor. Çünkü Kürt gücüne dayanmazsa Ortadoğu’da hiçbir şey yapamaz. ABD planı içinde hareket edilse de farklı güçlerin kendi özgün planları da var ve işin ucu İran’a kadar uzanıyor. Kapsamlı bir plan dahilinde devreye konulan bu saldırılara karşı direniş de birçok yerde örülüyor ve geliştiriliyor. Direniş kapsamında geliştirilen eylem ve etkinlikler önemli sonuçları da beraberinde getiriyor. AKP ve MHP kendi içinde de çok ciddi çelişkiler ve zayıflıklar yaşıyor. Halkların direnişiyle her geçen gün bu çelişkiler derinleşiyor. Çatışmaları an meselesidir.
Rojava Devrimi
Rojava’nın statüye, Şengal’in özerkliğe kavuşması için verilen mücadele Türkiye’nin hayallerine bir karabasan gibi çöküyor. Onun plan ve projelerini boşa çıkarıyor, umutlarını yıkıyor. Bu nedenle tüm planlarını bu yapılara karşı yapıyorlar. Kürtler Rojava’yı önemsiyor, Ortadoğu’nun ve hatta dünyanın bir umut adası olarak anlamlandırıyor. Buradaki kazanımları korumayı ve büyütmeyi öncelikli görev sayıyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de ulusal birliğin sağlanması ve ENKS’nin başka güçler tarafından kullanılan bir araç olmaktan çıkarılması beklenenden daha fazla sonuç doğurabilir. Bu nedenle Türkiye ve destekçileri, ulusal birlik çabalarından rahatsız, hatta öfkelidir. Bu çabaların Rojava ile sınırlı kalması kendi içinde riskleri barındırıyor ve sabote olma ihtimalini sıcak tutuyor.
Ulusal birlik stratejik
Abdullah Öcalan’ın ağır tecrit ve baskı koşullarında, tek bir kez yaptığı telefon görüşmesinde ulusal birlik çalışmalarının ne kadar önemli olduğunu belirtmesi, ulusal birlik faaliyetinin ne kadar stratejik değerde olduğunu gösteriyor. ABD’nin bu gelişmede oynadığı ve oynayacağı rol olumlu ve olumsuz anlamda önemlidir. Ancak ulusal birlik çalışmaları kapsamında ortaya çıkan tüm çabaların arkasında Öcalan’ın fikriyatı bulunmaktadır. Başka güçler hangi saiklerle bu çalışmaya destek veriyorlarsa versinler, Kürtler bu fikriyat doğrultusunda çalışma yürütüyor ve sonuca ilerliyor. Her türlü açık-gizli, iç-dış saldırı ve tehditlerle boğulmak istenen Rojava Devrimi, Ortadoğu ve dünya üzerinde bir yıldız gibi parlıyor.