Tarih boyunca kadın eşitliği üzerine verilen mücadelede kadınlar büyük bedeller ödemiştir.
Nispi de olsa elde edilen kazanımlar kimi ülke ve iktidarlarca benimsenip geliştirilmeye çalışılmış ancak kimi ülke iktidar ve yapıları bunu hazmedip içselleştirememiş, tam tersi imzaladıkları, taahhütte bulundukları bu kazanımları her fırsatta baltalanmaya, yok saymaya çalışmışlardır.
İşte İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de tam da böyle bir duruma getirilmeye çalışılmaktadır.
İstanbul’da imzalandığı için bu adı alan sözleşme özet haliyle kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir.
Devletin bizzat imzaladığı bir sözleşmenin uygulanması için istemde bulunan kadınlar meydanlarda coplanıyor, yerlerde sürükleniyor, gözaltına alınıyor.
Akıl almaz bir durum. Bir devlet ki: Kadına karşı şiddeti önlemek üzere imzaladığı sözleşmenin gereklerini yerine getirmek yerine bizzat kendisi her gün kadınlara şiddet uyguluyor.
***
Kadınların bu isyanı sadece iktidara, devlete değil asıl da erkek egemen yapının öznesi olan tüm erkeklere. Erkek zaten kendisine doğuştan verilmiş bir hakmış gibi kadını dövüyor, taciz ediyor, tecavüzde bulunuyor, işkence yapıyor dahası öldürüyor. Aslında “Kadın cinayetleri” demek bu vahşete az geliyor. Neredeyse bir cins kırımı yaşanıyor artık.
2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu’nda Türkiye 153 ülkeden 130. sırada bulunuyor.
2018 yılında 440, 2019 yılında 474 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Son bir ayın temmuz verilerine göre: 22 kadın cinayeti işlenmiş, 5 kadının şüpheli ölümünün kadın cinayeti olduğu ortaya çıkmış, 23 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur. Öldürülen 27 kadından 11’inin neden öldürüldüğü tespit edilemedi, 2’si ekonomik bahaneyle, 14’ü de boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü. 11 kadının hangi bahaneyle öldürüldüğünün tespit edilememesi, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin görünmez kılınmasının bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Kadınların kim tarafından, neden öldürüldüğü tespit edilmedikçe, adil yargılama yapılmayıp şüpheli, sanık ve katiller caydırıcı cezalar almadıkça, önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet boyut değiştirerek sürmeye devam ediyor.
***
Ne diyor hak arayan kadınlar peki. Yeter diyor, şiddet görmek istemiyoruz, taciz ve tecavüze son diyor. Yeter diyor katliamlara son diyor.
Katledilen kadınlar için ‘Kadınlar artık öldürülmesin’ diyen kadınları polis darp ederek gözaltına alıyor. Sen misin şiddete karşı çıkan, sen misin hak arayan… Her gün devlet eliyle şiddet.
En acı görüntü de kadın polisler, kadın cinayetleri için toplanan kadınları yerlerde sürükleyerek gözaltına alıyor.
Kadınlar, imzaladığınız sözleşmenin gereğini yapın diyor. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla, Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan sözleşmedir.
Sözleşmenin Türkiye’de yürürlüğe girmesinin üzerinden tam beş yıl geçti.
Ancak sözleşmenin uygulanması önündeki sorunlar aşılabilmiş değil. Üstelik Türkiye, toplumsal cinsiyet temelli şiddeti ortadan kaldırmayı hedefleyen bu sözleşmenin ilk imzacıları arasında yer alıyordu.
Kadınlar, iktidarın kadın kazanımlarını yok etmek için tüm mekanizmalarını devreye koyduğunun farkındalar.
Sözleşmenin etkin biçimde uygulanmasını istiyorlar. Bunun için de geri adım atmıyorlar. Var güçleriyle haykırıyorlar: ‘İstanbul Sözleşmesi’ne dokunmayı aklınızdan bile geçirmeyin diyorlar.
Yazar-gazeteci Vivet Kanetti, aslolanı bir cümlede özetlemiş:‘İstanbul Sözleşmesi bile yetmez ama olmazsa olmazdır.’