Federal Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas iki gün önce yaptığı açıklamada ülkesinin deniz kuvvetlerinin siparişleri dışında, Türkiye’ye yönelik her türlü silah satışını askıya aldığını açıkladı. Kararın gerekçesinde ise ülkemizin Suriye’de yürüttüğü savaşın kabul edilemez olduğu duyuruldu.
Belli ki batılı politikacılar AKP ve MHP koalisyon hükümetinin ‘beka sorunu’ diyerek gerekçelendirdiği söylemi fazlaca ciddiye almamışlar. Yurt içinde, özellikle de dinci bir nefret söylemiyle kitlelere sunulan batı (Hıristiyan) düşmanlığı, muhataplarında da uygun karşılığı olarak doğu (İslam) karşıtlığını besliyor.
Ne, neden, nasıl oldu diye sorgulamadan, salt oluşan sonuç üzerinden kotarılan politik söylemler, içeride uygun bir propaganda malzemesi olarak işlev kazansa da, uluslararası ilişkilerde tıkanmalara yol açıyor. Belli ki 2. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen jeopolitike bağlı olarak Türkiye’nin koşulsuz desteklenmesi dönemi yavaş yavaş geride kalıyor. NATO üyeliği ile TSK’nin modernizasyonu büyük bir hamle yakalamış oldu. Mutfakta kullanılan kap kacaktan asker giysisine, piyade tüfeğinden zırhlı araçlarına ordunun topyekûn modernizasyonu emperyalist bir planın parçaları olarak yaşandı. Aynı dönemde Marshall planı ile bu ele geçirme hamlesinin sivil kanadı da takviye edilmekteydi. Esasen ABD emperyalizminin savaş sonrasında etkin olduğu coğrafyayı ekonomik ve politik anlamda kendi programı ile yeniden dizayn etmesi süreciydi yaşanan. Savaşta en ağır yıkımı yaşayan ve ülkesi bölünen Almanya, bu programa uyumda hiç zorluk çekmedi. 20 yıl gibi kısa bir sürede yıkılan kentlerini onardığı gibi, sanayisini de uluslararası rekabette öncü bir konuma yükseltmeyi başardı.
Benzer tespitleri Fransa, İtalya veya İngiltere gibi savaş yorgunu ülkeler için de yapmak mümkün. Bu süreçte Türkiye’nin kurnaz siyasetçileri savaş boyunca Hitler faşizminin her ileri hamlesinde kıvançla ellerini ovuşturmalarına rağmen, savaşın seyri değişince, son çatışmalardan bir gün önce duygudaş oldukları müttefiklerine savaş ilan etmekten çekinmediler. Dolayısıyla şimdi de o manevranın nimetlerinden yararlanmak en doğal haklarıydı.
Ancak gözden kaçırılan bir gerçek daha var. Küresel emperyalist siyasette kartlar yeniden karıldı ve oyunun yeni kuralları var. Küresel neoliberal kapitalizm önümüzdeki yılların enerji ve su kaynakları için planlar yapıyor. Bu aşamada Avrupa kıtasında kapatılan nükleer enerji santrallerinin Türkiye’de inşası hedefleniyor. Derelerin HES ve diğer özelliklerden santrallerle elektrik enerjisi üretimi adına kurutulması, tarıma elverişli toprakların çölleştirilmesi (Konya ve Çarşamba ovaları örnek sayılabilir), doğada çözülemeyen çöplerin depolanması ile yeraltı sularının zehirlenmesi gibi sorunlara karşı hükümetin bulduğu çözüm ise Ayasofya’nın ibadete açılması.
Türkiye mültecilere karşı bir bariyer oluşturdukça, küresel planlamacıların tavsiyelerine uygun olarak kapitalizmin enerji ihtiyaçlarını karşılamak üzere suyunu, toprağını, tarım politikasını feda ettikçe Batı ile ilişkilerinde sorun yaşamayacak. ABD Ortadoğu’da ileri karakol olarak gördüğü İran’ın kaybından sonra Türkiye’nin de kaybına razı olamaz.
Kurallara uygun davrandıkça, yani Türkiye’nin milliyetçi hükümetleri ülke insanının çıkarlarını yabancı tekellerin çıkarlarına tercih etmedikçe bu mesele böylece sürüp gider. Sonuçta kimse tüketime koşullandırılmış 83 milyonluk aç bir pazarı elden çıkarmak istemez.
Ancak Batı’nın nimetleriyle oyalanmaktan vazgeçip bölgesel bir güç haline gelmek yolunda atılan adımlar, beraberinde yeni sorunlar da getirebilir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu özlemi, sadece asırlar boyunca bu gücün sömürgesi olmuş Ortadoğu halklarının değil, ‘hasta adam’ olarak tanımladığı eski belalısının tasfiyesi ile soluklanmış Batı’nın da uykularını kaçırabilir.
Son 60 yıllık zaman diliminde Türkiye’ye karşı silah ambargosu ilk kez 1974 Kıbrıs savaşından sonra uygulandı. Daha sonraki yıllarda, Alman Leopard tanklarına bağlanmış gerilla cenazelerinin görüntüsü de Batı kamuoyunda tepkilere yol açmış, yine Almanya silah satışını askıya almıştı. Sonuçta Cizre, Nusaybin veya Sur sokaklarında evleri vuran tankların görüntüsü Avrupa’da bizdeki kadar kolay sindirilemiyor.
Neo Osmanlı maceracılığının ülkeyi bir kez daha ‘hasta adam’ konumuna düşürmesi hiç de hayırlı olmayacaktır.