Yerleşim alanlarının, evlerin geometrik olarak değişime uğramaya başlaması süreci aynı zamanda köy tarım toplumunun yanına şehir devletlerinin kurulmaya başlamasının da işaretidir. İnsanın yerleşik düzene geçiş evresinin evleri olan yuvarlak planlı kulübeler mimarinin daha gelişmiş aşamalarını yansıtan, ızgara planlı, kanallı, taş döşemeli, hücre planlı ve son olarak geniş odalı yapılar dönemi izler. Mimaride yarısı toprağa gömülü yuvarlak planlı kulübelerden, köşeli hatlara sahip, taş temelli, çok odalı yapılara doğru bir dönüşüm yaşanır. Toplum içinde iş bölümünün artması, artı ürünün birikmesi, yeni ihtiyaçlara cevap verecek daha kompleks yapıları ortaya çıkarmıştır.
Tarihte bilinen ilk kentler verimli ve ekolojik açıdan uygun su boyu ovalarında ortaya çıkmıştır. Bu yörelerde daha önce de yerleşim birimlerinin yani köylerin olduğu varsayılırsa, kentlerin ortaya çıkışında toplumsal örgütlenmeye bağlı olarak artı ürünü sağlayan mekanizmanın etkinliği öne çıkmaktadır. Kır yaşam biçiminin yanında; adına kent denilen yeni bir yaşam biçiminin ortaya çıkışını açıklayan çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla “artı ürün-hidrolik toplum kuramı, ekonomik kuramlar, askeri kuramlar ve dinsel kuramlar olarak tanımlanır. Bunlar arasında en genelgeçer kabul edilen kuram artık ürün kuramıdır. Murray Bookchin, “Kentsiz Kentleşme” adlı kitabında neolitik dönemde toprağın işlenmesine olanak veren teknolojik yeniliklerin çiftçiler tarafından kullanılmasının büyük bir yiyecek fazlasına yani artık ürünün ortaya çıkmasına yol açtığı bunun da kentleşmeyi ortaya çıkardığını söyler. Pazar yerine dönüşmesi ve ticareti geliştirmesi sebebiyle, iyi bir savunma yeri olması askeri bir merkez olması sebebiyle, dinsel ayin yeri olması sebebiyle bir yerin kente dönüştüğünü savunan kuramların aslında tüm bu ticari, askeri, dini merkezleşmelerin artık ürün etrafında gerçekleştiğini gözden kaçırmaktadırlar.
Gordon Childe, “Tarihte Neler Oldu” adlı kitabında “M.Ö. 3000 yıllarında Mısır, Mezopotamya ve İndus Vadisi’nde ortaya çıkan toplumsal değişiklikleri “kentsel devrim” olarak adlandırmaktadır. Şüphesiz bu kentsel devrim, kadın öncülüklü gerçekleştirilen neolitiğin demokratik ekolojik devrimini, hiyerarşiyi, iktidarı, emek sömürüsünü ördüğü ve kadının köleleştirildiği devrimin adıdır. Devletli uygarlığın mekânla kurduğu ilişki kadını temsil eden dairesel geometrik inşa ve yerleşimden iktidar katmanlarını, aşağıyı yukarıyı, sağı solu işaret eden bir mekân inşasına geçmiştir. Neolitik dönemin yatay ve dairesel ve yere gömülü barınaklarının yerini dikey, köşeli ve göğe uzanan bir görkeme bırakmıştır. Devletli uygarlıkta mimari ve mekân bir güç ve iktidar sembolüdür.
Sanayileşme, modernleşme ve hızlı kentleşme sonucunda, ekonomik, sosyal, teknik ve kültürel bir fenomen olan kapitalist metropol doğar. Modernleşme, metropolün özel ve kamusal, iç ve dış tüm mekânlarını rasyonellik ideali doğrultusunda örgütler ve düzenler. Önce iş dünyası, çalışma yaşamı ve kamusal alandaki tüm maddi ilişki örüntülerini, ardından da özel alanın merkezi olan evi rasyonelleştirip nesnelleştirir. Kapitalizm, barınma ihtiyacından doğmuş olan evi, modern mimarlık aracılığı ile sermayeci sistemin bir ürünü olarak metalaştırarak evi ulaşılması imkânsız bir mite, bir arzu nesnesine dönüştürür. Tüm kent yaşamı, yerleşim planı, mimari yapı kapitalizmin aşırı kâr ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenir. Kent estetiği azami kâr isteğinin belirlediği ölçülere göre gelişir.
Murray Bookchin, Kentsiz Kentleşme’de, doğal hayatı ve insani toplulukları yok ederek ulus-devleti güçlendiren kentleşme anlayışlarına karşı insan ilişkilerinde dayanışmayı içeren yaratıcılıktan, insanlık ile doğa arasında katılımcı, hiyerarşik olmayan yeni bir ilişki kurmaktan; kentin yeni bir tür etik birlik, bireyin insani bir ölçek içinde güçlendirildiği, katılımcı ve ekolojik bir karar sistemi ile yurttaşlık kültürünün tek kaynağı olarak yeniden kurgulanmasından söz eder.