Görülmek istenmeyen ama kabul edilmesi gereken şey, AKP ile temsil edilen iktidar blokunun seçim kaybetmeye tahammülünün olmadığı gerçekliğidir. Bu gerçekliğin altında bir dizi neden yatmaktadır. Bunlardan birisi, uzun süren iktidar yılları boyunca sadece iktidar bloku değil onunla çıkar ortaklığı yapmış geniş bir çevrenin çok büyük servetler biriktirmiş, önemli ayrıcalıklara kavuşmuş olmasıdır. Bu servet birikimi ve ayrıcalıklar, herhangi bir seçimle kaybedilmek istenmeyecektir. Bir diğer sebep ise bu geniş çevrenin, söz konusu yıllar boyunca gerek ulusal gerekse uluslararası boyutta çok sayıda ekonomik, siyasal, hatta adli suça bulaşmış, pek çoğunda suç ortaklığı yapmış olmasıdır. Yargılanmak, hesap vermek istemeyeceklerdir.
Gerek yargılanmamalarının gerekse servetlerini ve ayrıcalıkları korumalarının tek yolu iktidarda kalmalarıyla mümkündür. İktidar, onlara korkunç bir cezasızlık zırhı sağlamaktadır. Aynı zamanda 7 Haziran sonrası şekillenmeye başlayan ve referandum sonrası inşa sürecini hızlandıran olağanüstü devlet aygıtı herhangi seçimle değiştirilebilme kapasitesini aşmıştır. Şimdilerde Meclis çoğunluğuna dayanılarak bu olağanüstü devletin kalıcı yasal zemini yaratılmaya çalışılmaktadır. Bununla yetinilmeyip geçmiş zamanın ölüleri ve ritüelleri yardıma çağırılmakta, bu ritüeller ve ölü ruhlar yardımıyla yeni bir toplumsal asabiyet oluşturulmak istenmektedir. Neredeyse tarihin yeniden yazıldığı ve kendileriyle özelleştirildiği bir dönem inşa edilmekte, Erdoğan şahsında yeni kurucu yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu mekanizma sandık değişikliğine kolay teslim olmayacaktır. Direnecektir.
Buna karşılık sürekli oy ve meşruiyet kaybı yaşayan, toplumsal hegemonyasını yitiren bir iktidar gerçekliği söz konusudur. İktidar blokunun, herhangi normal bir seçimde sandıktan çıkma olasılığı neredeyse kaybolmuştur. Kaybetme lüksü olmayan fakat kaybedecek olan iktidarın gidişatı engellemek için, nasıl olursa olsun sandıktan galip çıkmak ya da seçimi yaptırmamak dışında fazla bir seçeneği yok gibidir. Sandıktan galip çıkmak isteyen iktidar blokunun karşısındaki en büyük tehlike, kendi karşıtlarının sandıkta birlikte hareket etmesidir. 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde bu güçlerin sandıkta ortak davranmasının, iktidar için ne kadar yıkıcı sonuçlar doğurduğu görülmüştür. Bu nedenle tüm çaba muhalefetin sandıkta blok halinde davranmasını engellemeye yönelmiştir. Bunun için HDP’ye saldırı yoğunlaşmıştır. Parti baskı altına alınıp kriminalize edilerek sadece sistem içi muhalefetin değil, emek, demokrasi güçleri ve devrimci sosyalist yapıların HDP’den uzak durması sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu konuda iktidarın ciddi yol aldığı görülmelidir. Buna karşılık HDP, kendi ısrarı ve mücadelesi ile kendisine dayatılan yalnızlık sarmalını kırmaya, toplumsal mücadele dinamikleri ile buluşmaya çalışmaktadır. Bu hedef yaşanan tarihsel süreç açısından korkunç öneme sahiptir. Öte yandan iktidar toplumsal muhalefetin örgütlü yapısını saldırı altına alarak onu atomize etmeyi ve direnemez hale getirmeyi de amaçlamaktadır. Çıkarılan yasalar ve tüm direniş öbeklerine yönelik dizginsiz saldırı yılgınlık yaratmayı, kitleleri hareketsiz hale getirmeyi amaçlamaktadır. Denilebilir ki ülke halkları ve işçi sınıfının geleceği Türkiye emekçi sınıfları ile Kürt halkının mücadele birliğine bağlıdır.
İktidar kadar muhalefetin de pek seçeneği yok gibi gözükmektedir. İktidarın herhangi bir seçimle yıkılabilmesi için bile, sandığın arkasına güçlü ve kararlı bir halk hareketinin yığılması gerekmektedir. İkinci olarak iktidarın olası metazori dayatmaları karşısında direnebilmek için, bugünden saldırı karşısında direngen bir duruş ortaya konulmalıdır. Bunun için ise birinci olarak iktidarın yol açtığı ekonomik, siyasal ve sosyal yıkımın nasıl aşılacağına dair basit, anlaşılır ve yapılabilinir bir programla çıkmak gerekmektedir. Aynı zamanda bu programı hayata geçirecek bir gücün bu programın arkasına yığılmasının da gerekli olduğu unutulmamalıdır. Ne zaman olacağı belli olmayan bir seçimi sessizce beklemenin iktidara yeni rejimin inşası için zaman kazandırmaktan başka işe yaramayacağı görülmelidir. Bugünden direnenlerin yanında yer alınıp mücadele ile ortaklaşamazsa yarın sokağa çıkacak bir gücün kalmama olasılığı yüksek olacaktır. İktidar kaybediyor. Bunu engellemek zorunda olduğunu da biliyor. Sosyalistlere düşen görev ise onun yıkılmak zorunda olduğu gerçeğinden hareketle, yapılması gerekeni yapmaktır. Beklemek gaflettir.