Koronavirüse karşı aşı bulunmadıkça kesin bir çözüme ulaşılamayacağı artık anlaşılıyor. Ama asıl soru, ilaç tekellerinin vahşi dünyasında işlerin nasıl yürüyeceği. Türkiye ise tekellerin keyfine mahkum durumda
M. Ender Öndeş/İstanbul
Geçtiğimiz Mayıs ayında, aralarında eski ve yeni devlet başkanlarının ve kamuoyuna mal olmuş 140’tan fazla isim, Kovid-19 aşılarının, teşhislerinin, testlerinin ve tedavilerinin herkese, her yerde ücretsiz sağlanacağını garanti etmek için eşi görülmemiş bir çağrı yapmış, mektubu eski ve yeni birçok devlet başkanıyla birlikte birçok bilim insanı imzalamıştı.
‘Halk için Aşı’ (People’s Vaccine) çağrısı yapan mektupta, Koronavirüsün sebep olduğu acılara son vermek için insanlığın en büyük umudunun aşı olduğu belirtilerek “tekellerin, kaba rekabetin ve dar görüşlü milliyetçiliğin buna engel olmasına izin veremeyiz” denilmişti.
“Hükümetler ve uluslararası ortaklar, güvenli ve etkili bir aşı geliştirildiğinde, hızlı bir şekilde üretilmesini ve tüm ülkelerdeki tüm insanlara ücretsiz olarak sunulmasını sağlayan küresel bir garanti etrafında birleşmelidir” çağrısı yapılan metinde, “Dünyamız ancak herkes bilimden faydalanıp aşıya eriştiğinde daha güvenli olacaktır – bu politik bir sorundur. Şimdi, şirketlerin ve hükümetlerin çıkarlarının, insan hayatının kurtarılmasından daha önemli sayılmasının, bu büyük ahlaki görevin piyasa güçlerine bırakılmasının zamanı değil. Tekelleri, kaba rekabeti ve dar görüşlü milliyetçiliği önlemeliyiz” denilmişti.
Parayı veren düdüğü çalıyor
Son günlerde aşı konusunda yaşananlar, People’s Vaccine imzacılarının durumu hiç abartmadığını gösteriyor. Bir yandan büyük kapitalist devletlerin yaptığı ‘toplu alımlar’, bir yandan şirketlere önceden yapılan ilaç ve aşı siparişleri, kapitalizmin en kirli alanı olan ilaç sektöründe aşı sürecinin de ‘maksimum kâr’ esasıyla yürüyeceğini gösteriyor. Daha birkaç gün önce ABD’nin ilaç şirketi Pfizer ve Biontech tarafından geliştirilen koronavirüs aşı adayından 100 milyon doz almak için 1.95 milyar dolar ödeme yaptığı haberleri medyada yer aldı. ABD, ayrıca 500 milyon doz daha almak için anlaşmaya madde koydurmuş durumda.
Remdesivir: Paranın gücü
Temmuz başında da Guardian, ABD’nin Kovid-19’a karşı etkili tek ilaç olan Remdesivir’in bütün dünya stoklarını aldığını duyurmuştu. Trump yönetimi COVID-19 aşılarıyla ilgili niyetini de hiç gizlemiyor. Trump, aşı geliştirmeyi desteklemek için beş şirketi (Moderna, AstraZeneca, Oxford University konsorsiyumu, Johnson&Johnson, Merck; ve Pfizer BioNTech) 13 milyar dolar ile desteklediğini açıkladı. Bu aşılardan herhangi birisi başarılı olursa ABD’nin remdesivir örneğinde yaptığı gibi o aşıya el koyacağı kesin görünüyor.
Remdesivir üreticisi Gilead şirketinin araştırmalara göre 10 doları geçmemesi gereken maliyetine karşın ilacı ABD’de 3 bin dolara satması da başka bir tuhaf gerçek. Ancak fiyat ucuzlasa bile bütün stoklar zaten satın alınmış olduğu için yoksullara bir şey kalmadığı açık. Gilead’in bütün ilaç stokunu satın alma planı nedeniyle, ilacın ABD dışındaki ülkelere ulaşacağı belirsiz.
Vahşi dünya düzeni
Geçmişte Big Pharma, ABD ve Avrupa’da bir yıllık tedavi karşılığında AIDS ilacını 10 bin-15 bin dolar civarında ve yoksul ülkelerde 4 bin dolardan fiyatlandırmıştı. Hintli şirketler bu ilaçların jenerik versiyonlarını bu fiyatların çok altında üretiyordu ama ABD ambargolarla herkesi canından bezdirmişti.
2001’de Dünya Ticaret Örgütü’nün Doha Bildirgesi, acil sağlık durumu veya salgın halinde herhangi bir ülkenin hayat kurtaran ilaçları üretmek için zorunlu lisans yayımlama hakkının olduğunu kabul etti. Bu karar, COVİD-19 için de emsal teşkil ediyor. Buna karşın, birçok ülke hala remdesivir üretimine başlamıyor; çünkü geçmişte özellikle Hindistan şirketlerine nasıl misillemeler yapıldığını biliyorlar. En son örnek, Bayer’in kanser ilacı ‘Nexavar’dı ve küresel haydutluk Hindistan’a resmen diz çöktürmüştü.
Trilyonluk pazar
İlaç endüstrisi genel olarak büyük bir pazar ve büyük yatırımlar gereken bu sektör tümüyle tekellerin elinde. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) verilerine göre 2016 yılsonu satış verilerine göre dünya ilaç pazarının büyüklüğü 1,1 trilyon dolardı. ABD ve Kanada, Kuzey Amerika ülkeleri olarak dünya ilaç pazarlarının yüzde 49’unu oluştururken, Çin’i de içine alan Afrika, Asya, Avusturalya pazarının payı yüzde 16,4, Avrupa yüzde 21,5, Japonya ise yüzde 8,3 paya sahip. Dünya reçeteli ilaç satışları incelendiğinde, yılda 5,6 oranında ortalama büyüme ile 2022’de toplam 1 trilyon dolar seviyesine ulaşacağı öngörülüyor. 2017 yılı rakamlarından yola çıkılarak 2022 yılına gelindiğinde, toplam reçeteli ilaç satışlarındaki eşdeğer ilaç satışlarının yüzde 33 artması bekleniyor. Ki bunlar içinde en başta pahalı ve kârlı kanser ilaçları geliyor.
Aşı pazarı can pazarı
Aşı pazarı da muazzam büyüklükte ama herkes için değil! WHO’nun raporlarına göre, her yıl yeni doğan 130 milyondan fazla bebeği kapsayan küresel aşı pazarının, sadece yüzde 18’i Güney’in yoksul ülkelerinde. Yine aynı raporlarda, yıllardır altı temel aşının (Difteri, Boğmaca,Tetanoz, Polio, Kızamık ve BCG) fiyatlarının düşmesinin tekelleri ‘düşük karlı’ ülkeler için aşı üretmekten vazgeçirdiği belirtiliyor. Aşı geliştirme için harcanan yıllık 500 milyon doların sadece 40 milyon doları, enfeksiyonların yüzde 95’inin görüldüğü gelişmekte olan ülkeler için ayrılmaktadır. Öte yandan, aşı araştırma geliştirme çalışmaları riskli, uzun ve maliyetli bir iş. Her yeni aşının geliştirilmesinin 500 milyon dolara mal olduğu ve 12-15 yıl sürdüğü bildirilmektedir. Bu nedenle firmalar yeni geliştirilen aşılara yüksek fiyatlar belirliyor ve her aşının ilk 20 yıllık patent hakkı Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından korunuyor.
Yarış sürüyor halklar endişeli
Kovid-19 aşısını bulma konusunda şu anda adeta soluk soluğa bir yarış sürüyor. Çeşitli ülkelerin kamu kurumları ve paranın kokusunu alan dünya ilaç tekelleri ipi göğüslemek için büyük devlet fonları kullanarak çalışıyorlar. WHO verilerine göre, salgının yarım milyondan fazla insanı öldürdüğü Temmuz ortası itibarıyla Kovid-19’a karşı 140 aşı adayı geliştirme, 23 aşı adayı ise klinik deneme safhasında bulunuyor.
Pek kolay olmasa da şirketlerin mevcut teknolojik altyapısıyla eninde sonunda etkili bir aşının bulunacağı kesin görünüyor. Ama kapitalist piyasada her şey bu kadar basit değil. Bir aşının bulunması ile onun ihtiyaç sahiplerine ulaşması ayrı şeyler. Muhtemelen bulunacak bir aşı, eczane satışına mahkûm basit bir ilaç ağrı kesici olarak piyasaya çıkmayacak ve aşıyı bulan şirketler devletlerle trilyonluk anlaşmalar imzalayacaktır. Pandeminin yarattığı toplumsal paniği bastırmak için devletler kesenin ağzını açacaktır elbette ama neoliberal dünyanın devletleri de hayır kurumu değil sonuçta. Eninde sonunda bu harcamanın yeni vergilerle emekçilerden tahsil edilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Soru sormanın tam zamanı
Yoksulluk ve açlığın pençesindeki ülkeleri ise şimdilik düşünen yok. Belki yardım örgütleri bir tür sadaka gibi onlara da bir şeyler ulaştırmaya çalışacaktır ama bunun ne kadar yeterli olacağı bilinmiyor. Savaş bölgelerinde ne olacağı ise tamamen meçhul.
Geçen nisan ayında Nobel ödüllü iktisatçı Joseph E. Stiglitz ile ekonomistler Arjun Jayadev ile Achal Prabhala, yayınladıkları ortak bir makalede aynı uyarıyı yapmışlardı. Kovid-19’un ancak ‘açık bilim’ ile yenilebileceğini belirten yazarlar, “Modern fikri mülkiyet rejiminin gerekli olduğu efsanesi bize uzun zamandır yutturuluyor. COVID-19 ölümleri artarken, her yıl milyonlarca insanın acı ve ölümüne sessiz kalan bir sistemin mantık ve ahlakını sorgulamalıyız” diyorlar.
Belki de gerçekten, bu musibetten bir hayır çıkacaksa eğer, bu sorgulamanın tam zamanı şimdi.
Borsa tabelası çok mühim!
Aşı çalışması yapan ilaç şirketleri, medyayı da kullanarak her küçük başarından hisse senedi yükselişleri de çıkarıyorlar. Kovid-19’a karşı aşı yarışında önde giden 5 şirketin borsadaki durumu da parlak. Örneğin Moderna’nın hisse senetleri daha mayıs ortasında yüzde 19.96’lık artış göstermişti. Hissesinde yılbaşından bu yana tam yüzde 220’lik bir artış yakalayan Inovio Pharmaceuticals da yatırımcıların ilgisini çeken bir başkası. Novavax ise yılbaşından bu yana tam yüzde bin 245’lik bir artış kaydetti. Johnson & Johnson ve Pfizer ise zaten piyasanın başını çekiyorlar.
Şirketler 3 yıl önce reddetmiş
Küresel salgına yol açan yeni tip koronavirüsün ortaya çıkmasından üç yıl önce, Avrupa Birliği’nin (AB) pandemi çıkmasına fırsat vermeyecek şekilde koronavirüs gibi patojenlere karşı süratle aşı geliştirilmesi önerisinde bulunduğu ortaya çıktı. İngiliz gazetesi The Guardian’ın özel haberine göre, AB’nin 2017’deki bu teklifi ilaç şirketleri tarafından reddedildi.
Türkiye aşı defterini çoktan kapattı
Osmanlı, aşı konusuna geç intibak etmiş değil aslında. Ta 1700’lerde Edirne’de çiçek hastalığı üzerinden başlayan süreç, 1800’lerde daha bir düzene giriyor ve 1868 yılında çıkan bir kanunla doğumdan itibaren ilk üç ay içinde çiçek aşısı uygulanması zorunlu hale getiriliyor. 1887’de Dersaadet Daü’l Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi yani Kuduz Enstitüsü kurulurken, 1889’da Telkihhane yani çiçek aşısı üretim merkezi, 1893’de ise Bakteriyolojihane-i Şahane kuruluyor ve tifo, kolera, dizanteri, veba, insan kanında tifüs aşıları ve meningokok serumu üretiliyor. Savaş yıllarında bile Türkiye’de aşı üretilmekte ve hatta başka ülkelere ihraç edilmektedir.
1928 yılında Ankara’da Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü’yle bütün çalışmaların merkezileştirilmesi ise yeni bir aşama oluyor. 1930-40’lar aşı serum üretiminin hızla arttığı yıllar. Milyonlarca doz toksoid difteri ve tetanoz aşıları, Semple tipi kuduz aşısı, çiçek aşısı, kuduz serumu, pnömokok aşısı üretilmekte, dünyadaki gelişmeler yakından izlenmekte ve yerli yabancı ilaç kontrolleri yapılmakta, tifo, Cox tipi tifüs, tifo-tifüs karma, tifo-difteri karma, intradermal BCG, veba-kolera karma, veba-kolera-tifüs karma, difteri-tetanoz karma, boğmaca-difteri karma, influenza tifo-difteri-tetanoz karma aşıları üretilmektedir. Sonuçta, Türkiye 1960-70’li yıllarda kendine yetecek düzeyde bakteri aşılarını üretir duruma geliyor.
‘Sağlıkta reform’ ve tükeniş
Ancak 90’lardan bütün dengeler alt üst oluyor. Dünya Bankası’nın dayatmasıyla başlayan “sağlık reformları”yla kamu maliyetlerinin sınırlanması, yabancı kaynak desteğinin arttırılması, sağlık sektörünün piyasalaştırılması sonucunda 1990’lı yıllarda aşı ve serum üretimi konusunda çok sınırlı şeyler yapılabiliyor. Aşı serum üretiminin kamusal bir sorumluluk olarak görülmemesi, yapılabilenleri birkaç iyi niyetli çabaya indirgerken, 1996’da ise tamamen durdurularak ithalata başlanıyor. Devlet eliyle kamu kurumlarının zayıflatılması senaryosu, burada da sahneye konarak ve aşıda dışa bağımlılık gündeme geliyor. Türkiye’de bağışıklamada kullanılan aşıların yaklaşık yüzde 60’ı Sağlık Bakanlığı, yüzde 30’u özel sektör tarafından ithal edilmekte, yüzde 10’u ise bağış olarak sağlanmaktadır.
AKP döneminde de bütün kaynakları inşaat sektörüne yönelten devlet, aşı konusunu sürekli ötelemiş, arada bir ‘yerli aşı’ edebiyatı yapılırken hiçbir ciddi adım atılmamış durumda.
Sonuçta, Kovid-19 sürecine böyle bir noktada yakalanan Türkiye için bundan sonrası karanlık görünüyor. Kendi kamu kurumlarını yok eden sistem, birkaç vakıf üniversitesi üzerinden medyatik ataklar yapsa da, görünen o ki, oturup küresel ilaç şirketlerinin aşı üretmesini beklemek durumundayız. Piyasaya büyük yatırım yapan dünyanın efendilerinden geriye ne kalırsa o kadarını fahiş fiyatlarla ithal etmek, şimdiki durumda ‘dünya lideri’ Türkiye için bir kader gibi görünüyor.