Bu ayın 16’sında Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından ilk 6 aylık Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmesi Raporu yayınlandı (raporu Bakanlığın sayfasından indirebilmek mümkün).(1)
Bu raporu incelerseniz sadece genel ekonomide değil, devletin ekonomisinin temelini oluşturan kamu maliyesinde de (son haftaların resmi söylemiyle) uçuşa geçtiğimizi (!) görebilirsiniz.
110 milyar bütçe açığı
Öyle ki bu yılın Ocak-Haziran dönemini kapsayan ilk 6 ayında bütçe açığı (-) 109,5 milyar liraya fırlamış durumda. Bu, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 39,3’lük bir artış demek oluyor.
Dahası, faiz ödemeleri düşüldükten sonraki açık (faiz dışı denge) (-) 38,2 milyara liraya yükselmiş. Bu rakam da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 37,2’lik bir artışa denk düşüyor.
Kısaca hem genel olarak bütçe açığı, hem de faizler dışındaki bütçe açığı ciddi olarak kötüleşiyor. Sadece Korona salgını nedeniyle ortaya çıkan ekonomik kriz yüzünden azalan vergi gelirleri ya da sermayeye verilen destekler değil, Suriye, Irak ve Libya’da yürütülen askeri operasyonların artırdığı askeri harcamalar da bu açıkların durdurulamaz biçimde artmasına neden oluyor.
Gelir Vergisi azaldı
Ancak haksızlık etmeyelim. Raporda azalmakta olan veriler de mevcut. Örnek olarak; sadece Haziran ayında Gelir Vergisi tahsilatları yüzde 23 ve Dâhilde Alınan KDV yüzde 75 azalmış.
Diğer taraftan (bilindiği gibi) vergi gelirlerindeki böyle bir düşüş (harcamaların bu denli arttığı bir zamanda), iyiye değil, kötüye işarettir. Aynı zamanda ekonominin durumunun ne kadar kötü olduğunun da somut göstergelerinden biridir.
Bir ayda 7,222 işyeri kapandı
Nitekim esnaf örgütü TESK’in verileri KDV’nin yasal mükelleflerinden olan esnafın nasıl kepenklerini kapattığını ortaya koyuyor. Örgüte göre; Türkiye’de bu yılın ilk 6 ayı itibarıyla 3,400 esnaf odasına kayıtlı 1 milyon 906 bin esnaf ve 2 milyon 58 bin adet işyeri bulunuyor. Ancak bu yılın ilk 6 ayında kapanan işyeri sayısı 35 bin 965 olarak gerçekleşti. Kapanan işyeri sayısı sadece Haziran ayında 7 bin 222 adet oldu. Bu rakam son 5 yılın en yüksek Haziran ayı rakamları olarak kayıtlara geçti.(2)
Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) ise, özellikle de İstanbul Kadıköy’deki İstiklal Caddesi gibi ana arterlerde faaliyet gösteren marka giysi mağazalarının tek tek kapanmakta olduğuna dikkat çekiyor. Bu mağazaların kapatılmasının Mayıs ayında başladığı, Haziran’da ve Temmuz’da yüksek kiraların devam etmesi nedeniyle daha da hızlandığı ileri sürülüyor. Derneğe üye markaların yüzde 71,7’si ise Salgın sonrası ekonominin yeniden açılışının ardından mağaza kapatmayı düşündüklerini dile getirmişlerdi.(3)
Yine geçtiğimiz günlerde İstanbul’da toplam 160 bin metrekarelik bir alanda kurulu 2 büyük AVM’nin 5,5 milyar liraya satışa çıkartıldığına dair haberler basında yer almıştı.(4)
ÖTV’ye yüklenmeye devam
Diğer yandan Haziran ayında Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) gelirleri yüzde 25,4 ve İthalde Alınan Katma Değer Vergisi (KDV) gelirleri yüzde 96 oranında artmış.
Yani hükümet petrolden, alkollü içki ve sigaradan aldığı ÖTV ve ithalattan aldığı KDV ile durumu idare etmeye çalışmış, bunu yaparken de verginin yükü halkın sırtına bindirilmiş. Bu istatistik de neden dünyanın en pahalı petrolünü, sigarasını tükettiğimizi ve en pahalı otomobillerini kullandığımızı izah ediyor.
Patronlara vergi düşük
Şimdi sıkı durun. Bütçenin gelirleri hangi biçimlerde ve kimlerden sağlanmış acaba? Haziran ayı verileri bunu da net biçimde gösteriyor: Öncelikle bütçe gelirlerinin kabaca yüzde 85’i vergilerden elde ediliyor. Bu yılın Haziran ayında bu vergilerin yüzde 16,6’sı Gelir Vergisi ve yüzde 3,5’i Kurumlar Vergisinden karşılanmış. Bu toplamda yüzde 20,1 oluyor.
“Daha ne olsun en azından devletin topladığı her 1 liralık verginin 20 kuruşunu patronlar ödemiş” diye düşünebilirsiniz, ama yanılırsınız. Çünkü bu Gelir Vergisinin yaklaşık yüzde 65’i emekçiler, kalan yüzde 35’i kâr payı, faiz, kira geliri gibi sermaye geliri elde edenler tarafından ödeniyor. Böyle olunca bu kesimin yüzde 16,6’lık Gelir Vergisi’nin sadece 3,5 puanlık kısmını sermayedarlar ödüyor.
Yani Haziran ayında, toplamda her 100 liralık vergi gelirinin sadece 9,3 lirası sermaye sahipleri, zenginler ve rantiye tarafından, kalan asıl büyük miktarsa emekçiler tarafından ödenmiş.
Kâr özele, zarar topluma
Ne hoş değil mi? Korona sonrasında resmi olarak açıklanan yüzlerce milyar liralık mali destek ve teşvikten kepçe ile pay alanlar sıra vergi vermeye gelince kaşığın ucuyla katkıda bulunmuşlar.
Bunun basit bir izahı var: Kapitalizm kârların özelde kaldığı, zararın ise toplumsallaştırıldığı bir sistemdir. Yani iyi günlerdeki kârlarını kendilerinde tutan sermayedarlar, patronlar, zenginler, kriz zamanlarında ortaya çıkan zararlarını tüm toplumun üzerine yıkmayı hep becermişlerdir. Bu kural Korona salgını ile birlikte bir kez daha hayata geçiriliyor o kadar.
Nitekim bugünlerde Meclis’teki “Mini Paket” olarak da adlandırılan bir düzenleme ile; bir yandan Cumhurbaşkanı’na ücretsiz izin uygulamasını 3’er aylık sürelerle 1 Temmuz 2021 tarihine kadar uzatma yetkisi veriliyor. Aynı zamanda da kısa çalışma ödeneği uygulamasından şu ana kadar yararlanan turizm başta olmak üzere bazı sektörlerin bu kapsamdan çıkartılması, daha da önemlisi işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmasının 4 yıl ertelenmesi gibi, işçiler aleyhine sonuç yaratacak düzenlemelerin yapılması hedefleniyor. (5)
Önlenemeyen ‘görev zararları’: Neden?
Kamu giderleri ya da harcamaları açısından da benzer bir çarpıklık söz konusu. Bu yılın ilk 6 ayında en hızlı artan harcamalar faiz ödemeleri olmuş. Geçen yılın aynı dönemine göre faizciye yapılan ödemeler yüzde 40,4’lük bir artış ile 71 milyar liranın üzerine çıkmış.
İkinci sırada ise yüzde 20’lik bir artışla cari transferler geliyor. Bu kalem aynı zamanda bütçenin en büyük harcama kalemi. Haziran ayı sonu itibarıyla 239 milyar lirayı aşıyor ve bütçe içindeki payı yüzde 42,3’ü buluyor.
Bu cari transfer harcamalarının neleri kapsadığı çok önemli. Çünkü bunların içinde kamu kurumlarının ve kamu bankalarının görev zararları ve sosyal güvenlik kurumlarının (SGK) zararları olmak üzere, kamu kurumlarının zararları ve bunları kapatmak için yapılan ödemeler (görev zararı) bulunuyor.
Görev zararı
Normalde kamu kurumlarının zarar etmesi için her hangi bir iktisadi neden yok. Bu kurumların özel işletmelerden daha verimsiz çalıştığını kanıtlayan bilimsel araştırmalar kadar, tersini ortaya koyan araştırmalar da mevcut. Yani hangilerinin daha iyi olduğu tartışmalı bir durum.
Bu bağlamda kamu kurumlarının zararı iktisadi nedenlerin yol açtığı bir zarar değil, siyasi tercihlerin yol açtığı bir zarardır. Bu nedenle de bu zarardan bunları yöneten siyasal iktidarlar sorumlu tutulmalıdır.
Daha somut konuşursak, bu yılın bütçesinde görev zararları için öngörülen bütçe başlangıç ödeneği 99,5 milyar liraydı. İlk 6 ayda bunun 50,3 milyar lirası harcandı. (6) Bu zararların en büyüğünü ise Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) yaptı. Bu nedenle de ilk 6 ayda bu kuruma görev zararı olarak 46 milyar lirayı aşkın bir para transfer edildi.
Çalışanlardan yapılan kesintiler anlamında bu tür sosyal güvenlik primleri ve vergilerle birlikte OECD ülkeleri içinde en yüksek mali yüke sahip (vergi, SGK primleri ve KDV’den oluşan vergi kaması da deniliyor) bir ülkeyiz. (7) Yani işçiler, emekçiler zaten çalışırken bu kurumlara ciddi primler ödüyorlar.
Buna rağmen bu kurum zarar ediyorsa, bunun nedeni emekçiler değil, toplanan bu paraların doğru biçimde harcanmaması, bazı kesimlerden sigorta primlerinin tahsil edilmemesi ve sürekli olarak yapılandırma adı altında aflara başvurulmasıdır. Bunlara bir de medar-ı iftiharımız şehir hastanelerine yapılan ve her yıl on milyarları aşan ödemeler eklendiğinde neden zarar edildiği ortaya çıkar.
Önce Merkez Bankası, sonra 2 kamu bankası: Sırada ne var?
Cari transferler içinde ikinci sırada kamu bankalarının zararları geliyor. Öyle ki “görev zararı” kapsamında Ziraat Bankası’na 1,9 milyar lira ve Halk Bankası’na 1,4 milyar lira olmak üzere 2 büyük kamu bankasına 3,3 milyar lira aktarıldı.
“Dünyanın hiçbir yerinde normalde bu çaptaki, köklü bankalar zarar değil kâr ederken bizimkiler neden son yıllarda zarar ediyorlar” diye sormak gerekiyor. Kaldı ki bu dönemde Türkiye’deki yabancı bankalar ve yerli özel bankalar da yeterince kâr elde etmişler.
Bunun nedeni de iktisadi değil, politik. Zira daha önce, 2018 yılında ülkenin 10,6 milyar lira ülkede açık ara en fazla Kurumlar Vergisi ödeyen Merkez Bankası’nın (8) başına gelenler ülkenin en büyük 5 bankası arasında sayılan bu 2 kamu bankasında da sahneleniyor (Ziraat Bankası aynı yıl en fazla Kurumlar Vergisi ödeyen ikinci kurum).
Bir başka anlatımla izlenen yanlış ekonomi politikaları ve siyaset sonucunda giderek yükselen döviz kurunu suni olarak belli bir düzeyde tutabilmek için nasıl ki bu Merkez Bankası kullanılmış ve bunun sonucunda kurumun net rezervleri (swaplar hariç tutulduğunda) eksi 5,7 milyar dolara kadar düşmüşse, (9) bu 2 kamu bankası da aynı doğrultuda ve amaçla kullanılarak zarar ettirildiler.
Belki de bu kullanım biçimini hayata geçirebilmek için, bu kurumların yönetim kurullarına bankacılıkla ilgisi bulunmayan siyasetçiler ve meslekten olmayan partililer getiriliyor. Doğallıkla da bunların zararları siyasal iradenin emrinde olan Hazine tarafından 3,3 milyar liralık bir görev zararı ödemesiyle karşılanıyor. Bankaların bu şekilde kullanılması devam ederse bu görev zararının miktarının daha da artması kaçınılmaz olacak.
Bıldırın hurmaları…
Bu da ikinci çok hoşluk, değil mi? Hem serbest piyasa ekonomisi, herkesin kârı kendine diyeceğiz ve bu kesimlerden alınması gereken vergiyi almayacağız, hem de sermayeye daha ucuz dolar, avro sunabilmek için kamu bankalarının zarar etmesine, 9,7 milyar doları aşan açık pozisyonu vermelerine (böylece net döviz açığının yasal sınır olan yüzde 20’yi aşıp sermayelerinin yüzde 30,22′ sine denk geliyor) (10) göz yumacağız. Üstelik de bu durumu bir başarı öyküsü olarak anlatacağız.
Kısaca yukarıda sözünü ettiğimiz, “kâr özelde kalırken, zararların toplumun sırtına yıkılması” kuralı tıkır tıkır işliyor.
Ancak bugünü kurtarmak, kısa vadeli hesaplarla ayakta kalabilmek için toplumun geleceğinin feda edilmesinin ekonomik sınırları olduğu kadar, çok ağır politik sonuçları da var. Tarih bunun sayısız örnekleriyle dolu.
Anahtar sözcükler: Kamu Mali Krizi, Bütçe Açığı, Görev Zararı, Açık Pozisyon, İflaslar, Vergi Kayıpları
Dip notlar:
(1) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe Gerçekleşme Raporu, Haziran 2020, https://www.hmb.gov.tr (16 Temmuz 2020).
(2) Yener Karadeniz, “Esnaf devren satılık”, https://www.dunya.com (20 Temmuz 2020).
(3) Agh.
(4) https://www.emlakgundemi.com.tr/sektorel/istanbul-da-2-avm-satisa-cikarildi (18 Temmuz 2020).
(5) https://www.evrensel.net/haber/409821/iskender-bayhan-mini-paket-iscileri-somurme-kapitalistleri-besleme-paketi (20 Temmuz 2020).
(6) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kamu-banka-ve-kurumlarinin-6-aylik-gorev-zarari-503-milyar-liraya-yukseldi (19 Temmuz 2020).
(7) OECD, Taxing Wages 2020, OECD Publishing, Paris, https://doi.org (May 2020).
(8) Gelir İdaresi Başkanlığı, 2018 Vergilendirme Dönemi Kurumlar Vergisi Türkiye Geneli İlk 100 Sıralaması, https://gib.govtr (10 Temmuz 2020).
(9) http://www.mahfiegilmez.com/2020/07/rezervleri-hesaplama-rehberi (20 Temmuz 2020).
(10) Şebnem Turhan, “Kamu mevduat bankaları döviz açığında sınırı aştı”, https://www.dunya.com (21 Temmuz 2020).