Bu son hafta her gün yeni bir anma ile karşılaştık. Otuz beş yıl önce başlatılan Enfal Katliamı, dört yıl önceki Şengal felaketi, yetmiş üç yıl önce Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları… Tabii ülkemizde ve Ortadoğu’da her gün Kürtlere, Filistinlilere ve diğer mazlum halklara karşı girişilen toplu kıyımlar, şehir yıkımları, her türlü insan hakları ihlalleri saymakla bitmiyor. İnsanlar yerlerinden, yurtlarından zorla çıkarılmakta ve yerlerine başkaları yerlleştirilmektedir.
Bu eylemler kim tarafından ve hangi ulvi(!) amaçlarla yapılmış olurlarsa olsunlar, sonuçta ancak “Etnik temizlik” ve “Soykırım” olarak nitelendirilebilir.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya’da Yahudilere karşı yapılan ve bütün dünyada soykırım olarak kabul edilen ‘Holocaust’la birlikte yine dünyada her geçen gün sayıları artan devletçe 1915 te ülkemizde meydana gelen Ermeni katliamı da soykırım olarak değerlendirilmektedir. Ermenilerin “Mets Yeghern” (Büyük Felaket) dedikleri olaya, halkımız arasında da “Ermeni Kırımı” diyenler vardı.
Sorumlu mevkide olsun olmasın hiç kimse 1915’te Ermenilere karşı girişilen olayın, devletin kendini kendini koruması amacıyla yaptığını söyleyerek mazur gösteremez.1915’te Ermenilere ve Süryanilere, 1930’lu yıllarda Edirne’de Yahudilere,1938’deki Dersim olayları, Varlık Vergisi ve Şeyh Sait önderliğindeki Kürt hareketi ve benzerleriyle yüzleşmedikçe Türkiye’de ne barış, ne de huzur sağlanabilir. Sayın Erdoğan’ın Başbakanlığı dönminde Dersim olaylarını ele alması, CHP ve Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştırma amacına yönelik bir siyasi manevradan başka bir şey değildir.
1937-38 yıllarında Dersim’de girişilen katliam sonucunda bölge nüfusunun, sağ kalanların da sürgün edilmesiyle önemli ölçüde azaltıldığı herkesin bildiği bir gerçektir. Keza Maraş’ta 1978’deki katliam sonucunda Maraş’ın o zamana kadar %50’ye yakın olan Kürt ve Alevi nüfusu göçe zorlanarak bir hayli azaltılmış durumdadır. Bununla yetinmeyen iktidar, on üç köyün ortak merasına el koyarak 27 bin Suriyeli mülteciyi yerleştirmiştir. Bunlar nasıl mültecilerse diledikleri zaman izin alarak memleketlerine gidip işlerini (!) görüp tekrar gelebilmektedirler.
Asıl üzerinde durmak istediğimiz nokta, dört yıl önce Şengal’de Ezidilere karşı yapılan katliamın soykırım olarak kabulü için yapılan girişimlerdir.3 Ağustos 2014’te Şengal’e giren gözü dönmüş cani IŞİD militanları, kadın çocuk demeden onbinlerce insanı katletmiş, beş bine yakın kadın ve genç kızı kaçırıp esir pazarlarında satmış, cinsel saldırılarda bulunmuştur. Halen üç bin beş yüz civarında Ezidi genç kadın ve kız kayıptır ve şimdi bile köle olarak satılmakta oldukları bilinmektedir. Bu güne kadar 72 kez katliama uğramış olan Ezidiler, Şengal saldırısını 73.ferman olarak adlandırıyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen Irak panelinde konuşan Irak Küdistan Yönetiminin Washington temsilcisi Beyan Sami Abdurrahman, Şengal’deki katliamın soykırım olarak kabulü amacıyla çalışmalar yürütülmekte olduğunu belirtmiştir. Keza Kürdistan Demokrat Partisi Genel Başkanı Sayın Mesud Barzani de Şengal katliamının bir soykırım olduğunu vurgulamıştır.
Otuzbeş yıl önce Irak Küdistanı’nda Saddam tarafından girişilen yoketme hareketi 1988’de hız kazanmış ve Kürdistan’ın Halepçe kentinde kullanılan zehirli gaz sonucunda bir anda altı bine yakın her yaştan insanın ölümüyle sonuçlanmıştır. Enfal hareketi boyunca yüzbinlerce insan ölmüş, ve yaralanmış, yine yüzbinlercesi yerlerini yurtlarını terketmek zorunda kalmıştır.
Adını Kuran’daki Enfal suresinden alan ve ırkçı ve faşist bir katliamdan ibaret olan bu harekat dizisi, kelimenin tam anlamıyla bir soykırım hareketidir ve Saddam bunun hesabını vermeden gitmiştir.