Son yıllarda kadın cinayetlerinin yanı sıra kadınların şüpheli ölümlerinde de dikkat çeken bir artış var. Özellikle bu artış Ağrı ve Van’da yoğunlaşmış durumda. Peki bu ölümlerin ardındaki nedenler neler?
Türkiye genelinde erkekler tarafından öldürülen kadınların sayıları her geçen gün daha da artıyor. İstanbul Sözleşmesi ile 6284 sayılı kanunun uygulanmaması, iktidarın kadın düşmanı politikaları kadın cinayetlerinin ve şiddetin artmasının en büyük nedenleri olarak değerlendiriliyor. Kadın örgütleri, iktidarın şiddeti ve cinayetleri önlemediğini, paralel şekilde yargının yasaları uygulamadığını, faillere verilen cezaların yetersiz olduğunu hatta pek çok vakada ceza verilmediğini dile getiriyor sıkça. Kadın cinayetlerinin artışının çok tehlikeli boyutlara ulaştığına dikkat çeken kadınlar, son yıllarda yükselişe geçen bir diğer soruna daha işaret ediyor; şüpheli kadın ölümleri. Çünkü şüpheli kadın ölümleri özellikle son yıllarda kadın cinayetleri verileriyle başa baş bir grafiğe ulaşmış durumda. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu bu yılın haziran ayı raporunda, erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısını 27 olarak belirtirken, şüpheli kadın ölümlerinin rakamını ise 23 olarak verdi. Yani bir ayda yaşamını yitiren 23 kadının ölüm nedeni belli değil.
İstanbul Sözleşmesi
Kadınların uzun yıllar süren mücadeleleri sonucunda dünyanın pek çok ülkesinde kadınlara yönelik suçlarla ilgili ayrı bölümler ve ekiplerin kurulduğu biliniyor. Karakol, hastane, savcılık, adli tıp gibi devlet kurumlarında tecavüz, cinayet, intihara sürüklenme gibi kadının uğradığı saldırılar, konusunda uzman birimler tarafından yürütülüyor. Olay sonrası delillerin toplanması, ifadenin doğru şekilde alınması, ayrıntılı adli tıp raporları, soruşturmanın eksiksiz yürütülmesi saldırı faili ya da faillerinin tespiti ve yakalanması açısından büyük önem taşıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin hayati önemi tam da burada devreye giriyor. Çünkü yukarıda saydığımız tüm aşamalar İstanbul Sözleşmesi’yle mümkün kılınabiliyor.
İntihar değil cinayet
Türkiye’de şüpheli kadın ölümlerinin ardından cinayet çıktığına defalarca şahit olduk. Bunun en büyük örneğini de yakın zamanda Şule Çet cinayetinde yaşadık. Şule Çet, Çağatay Aksu ve Berk Akand isimli iki erkek tarafından Ankara’da bir plazanın 20. katından atılarak katledildi. Olay ‘intihar’ denilerek kapatılmak istendi. Delillerin eksik ve doğru toplanmadığı, delillerin karartıldığı kadınların büyük mücadelesiyle açığa çıkarıldı. 23 yaşındaki Şule Çet’in intihar etmediği, tecavüz edildikten sonra camdan atılarak öldürüldüğü kanıtlandı. Türkiye’de Şule Çet gibi cinayete kurban giden fakat üzeri intihar ya da kaza gibi gerekçelerle örtülen pek çok olay yaşanıyor. Fakat yargı mensuplarının görevlerini yerine getirmemesi, failin korunması, yasaların uygulanmamasıyla kadınların ölümleri aydınlatılmıyor.
Örtbasın ismi ‘intihar’
Şüpheli kadın ölüm haberleri Türkiye’nin dört bir yanından gelirken, son aylarda özellikle Kürt kentlerindeki artış da dikkatlerden kaçmıyor. Bölgede kadınların sorunlarına yönelik mücadele yürüten Star Kadın Derneği, geçtiğimiz haftalarda açıkladığı verilerle Van’da son bir yılda 8 kadın intiharının yaşandığını ve bu intiharların kayıtlara ‘şüpheli’ olarak geçtiğini söyledi. Ağrı’da ise 35 gün içinde 6 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. 6 kadından 5’inin otopsi raporlarında ‘intihar’ ibaresi yer aldı. İntihar ettiği iddia edilen bu kadınların çoğunun ortak özelliğinin aile içi şiddet gören kadınlar olduğu ise en önemli detaydı. Bu gelişmeler üzerine, bizzat Ağrı’ya giderek ölümleri ‘intihar’ diye geçiştirilen kadınların yaşadıklarını, ailelerini ve koşullarını daha yakından görmek için çeşitli görüşmeler gerçekleştirdik. İki bölüm halinde sunacağımız dosyamızda, ölen 6 kadının ölüme nasıl sürüklendikleri kentin feodal yapısı, ailelerinin anlatımları, kadın siyasetçilerin değerlendirmeleriyle yer aldı.
Sokakta kadınlar yok
Kadınların içerisinde yaşadığı mahalleleri, içinde bulundukları sıkışmışlığı, uğradıkları şiddeti, üstlerine boca edilen erkek egemen politikaları Ağrı ve ilçelerinde biraz dolaşınca kolayca görüyorsunuz. Bu doğrultuda siyasetçiler, belediye eşbaşkanları, sosyolog, avukat ve kadınların aileleriyle görüştük. İlk olarak kent merkezini gezdik. Amacımız ortak yaşam alanlarında kadının yerini gözlemlemek ve kadınlarla sohbet ederek sorunlarını onlardan dinlemekti. Ancak çevre illerde olduğu gibi Ağrı kent merkezinde de kaldırımlarda, işlek caddelerde, ortak yaşam alanlarından park, kafe ve kahvehanelerde hep erkeklerle karşılaştık. Sokak aralarında küçük esnaflardan alışveriş yapan birkaç kadına rastlayabildik sadece. Konuşmaya çalışmamıza rağmen hiçbir girişimimiz sonuç vermedi. Kadının yanında “abi, kardeş, baba, eş” sıfatıyla duran erkeklerin “izin vermeyen” bakışları engel oldu kadınlarla konuşmamıza.
‘Başlık parası’na devam
Sokaklarda dolaşmaya devam ederken yüzünü beyaz tülbent, bölge halkının deyimiyle “leçek” ile kapatan orta yaşlı bir kadının birkaç metre ötesindeki erkeğe ulaşmak için küçük ama hızlı adımlarla yetişmeye çalıştığını gördük. Kent dışından gelen bir kadınsanız gittiğiniz kahvehanelerde, kafelerde, parklarda nispeten daha rahat oturabiliyorsunuz. İlçelere gitmek için bindiğimiz minibüsün içinde yine yüzü “leçek” ile peçelenmiş kucağında ve yanında çocuğuyla bekleyen kadınları görüyoruz. Şoföre bir şey söylerken kadının yanındaki erkeğin kulağına eğilerek önce ona anlatması, minibüste beklerken yine yakını bir erkeğin ekmek arasına sıkıştırılmış yiyeceği uzatırken, kadının arkasına dönüp yemesine tanıklık ediyoruz. Sohbet ettiğimiz aynı minibüsten kişilerden kadınların çocuk yaşta ve “görücü” usulüyle evlendirildiklerini, ayrıca evlendirildiğinde çocuğun ailesinin (karşı taraf için de geçerli) ‘başlık parası, süt parası’ olarak en az 40 bin lira istendiğini öğreniyoruz.
‘Eşitsizlik her alana sirayet etti’
Bölgede artan şüpheli kadın ölümleriyle mücadelede kadınların karşılaştığı sorunları avukat Sümeyye Göksu ve Diyadin Belediyesi Kadın Politikaları Müdürü Benazir Aydemir’e sorduk. Avukat Göksu, avukatlığın da cinsiyet eşitsizliğinin hissedildiği mesleklerden biri olduğuna dikkat çekerek, hem kendi yaşadıkları sorunları hem de Ağrı’daki kadın sorunlarını anlattı. Çocuk İstismarı İle Mücadele Derneği (UCİM) il sorumlusu olan Göksu, Ağrı ve ilçelerinin en önemli sorunlarından birinin de kadın ve çocuğa yönelik şiddet olduğunu dile getiriyor sözlerine başlarken. “İlimizde çok fazla kadın intiharı ve kadın katliamı yaşanıyor. Maalesef bunlar ne adliyeye ne de medyaya çok fazla yansımıyor” diyor hemen ardından.
‘Şiddete karşı çaba yok’
Şiddetin en büyük nedenlerinden birinin kadının özne olarak görülmemesi olduğunu vurgulayan Göksu, “Kadınlara sadece çocuk doğuran olarak bakılıyor. Şiddet yoksullarda da ekonomik olarak daha iyi durumda olanlarda da değişmiyor. Bir kadın olarak ekonomik yeterliliğim olmasına rağmen problem yaşayabiliyorum” ifadelerini kullanıyor.
Kadın olduğu için birçok davayı alamadığını, genç bir kadına dava götürülmeyeceği gibi genel bir kanı olduğunu söyleyen Göksu, şöyle devam ediyor: “Erkek meslektaşlarımızın her zaman bir adım önde olduğu bir sektördeyiz ancak ne kadın meslektaşlarımız ne de erkek meslektaşlarımızın kadına yönelik şiddete karşı yeterince bir çaba sarf etmediği kanısındayım.” Kadınların akşam saatlerinde eve giderken dahi sorun yaşadıklarını, gece evden bir erkekle dışarı çıkabildiklerini dile getiren avukat Göksu, “Kendinizi her zaman korumak zorundasınız. Toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle evlenmek durumundasınız ve çocuk doğurmak zorundasınız ki bir mertebeye varabilesiniz. Baba ile paylaşılmayacak çok büyük sorumluluklarınız var. Erkek çocuklarınızla, kız çocuklarınızı ayırmak durumundasınız. Cinsiyetçiliği çocuklarınızın beynine kodlamak durumundasınız. Toplumumuzda maalesef bu bakış açısı çok fazla. Bunlar hem Ağrı’nın hem de ülkenin çok ciddi problemleridir” diyor.
‘Cesur olup mücadele edin’
Toplumdaki cinsiyet eşitsizliğini biraz kırabildiklerini ama daha fazla kırılması için kadınların cesur olması gerektiğini kaydeden Göksu, son olarak şu çağrıyı yapıyor: “Ağrı’da kadınların, sivil toplum kuruluşlarının, kentin ileri gelenlerinin şiddete ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele etmesi gerekiyor.”
‘Dayanışmayı büyütürsek’
Halkların Demokratik Partisi (HDP) yönetimindeki Diyadin Belediyesi Aile ve Kadın Politikaları Müdürü Benazir Aydemir, şüpheli kadın ölümleri için bölgenin sosyolojik yapısını değerlendirdi. İlk olarak ilçede şüpheli kadın ölümleri ve erkek şiddetinin arttığını söyleyen Aydemir ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda kadınlara ulaşmaya çalıştıklarını ifade etti. Yaşamını yitiren kadınların aileleri ile yaptıkları görüşmeleri aktararak sözlerini sürdüren Aydemir, şüpheli şekilde hayatını kaybeden Ceylan Akpolat’ı anlatıyor: “Ceylan Diyadin’e bağlı bir köyde, Hamur ilçesinde görücü usulü bir erkekle evlendiriliyor. Evli kaldığı 7 yıl içerisinde sistematik olarak eşi ve eşinin ailesinden şiddet gören Ceylan, birçok defa jandarmaya başvuruyor, ailesine sığınıyor. Ama jandarma 6284 yasasını uygulamak yerine onu şiddet gördüğü adrese geri gönderiyor. 5. gün intihar ettiği belirtilen Ceylan’ın sırtında yerde sürüklendiğine dair izlerin bulunduğuna, yine omuzlarında morluklar olduğuna ve boynunda üç ip izi olduğu söylendi. Öte yandan 3 çocuk annesi ve en küçük çocuğu daha 3 aylık olan bir anne bebeğinden neden ayrılmak istesin?”
‘Hastaneye gidemiyorlar’
Bölgede kadınlara dönük yaklaşımlara da işaret eden Benazir Aydemir, devamında şu örnekleri veriyor: “Burada bir kadın sağlık sorunu için hastaneye gitmek istediğinde tedavi edilen kadın olsa da erkek ‘sen gelme masraf olur, ben senin tedavi sonucunu da raporlarını da alırım’ gibi girişimlerde bulunabiliyor. Doğum uzmanları Ağrı kent merkezinde bulunan hastanelerde oldukları için kadınlar buraya sıklıkla gidiyor. Bizler de en azından erkeğin öne sürdüğü ekonomik nedenlere karşı her hafta çarşamba günlerinde otobüsleri yalnızca kadınların hizmetine açarak daha rahat gidip gelmelerini sağladık.”
Salgında başvurular arttı
Aydemir, “evde kal’ önleminin özellikle kırsal kesimlerde etkisinin olmadığını ve ekonomik nedenlerden dolayı şehir dışında çalışan erkeklerin de evlere dönmesiyle birlikte kadınların iş yükünün arttığını vurguluyor. Pandemi sürecinde koşullarını zorladıklarını belirten Aydemir, “Özellikle salgın sürecinde belediyeye kadın başvuruları çok fazla oldu. Ekonomik sorunlar başta olmak üzere kadınlar yoğun bir şekilde belediyeye gelerek başvuruda bulundu. Bizler de elimizden geldikçe, imkanlar el verdikçe kadınların başvurularına karşılık elleri boş göndermemeye çalıştık. İlçede kadına yönelik şiddet alanında başvuru alamıyoruz. Genelde şiddet başvurusu için Emniyet ve Jandarma’ya gidiliyor” dedi.
Önceki yıllarda yaşanan kadın katliamı ve şüpheli kadın ölümlerini de hatırlatan Aydemir, erkek şiddetinin önüne ancak kadın dayanışma ağlarıyla karşı durulabileceğini ifade ediyor. Tüm kadın ve kadın kurumlarına çağrı da yapan Aydemir, “Bize destek çıkılmasını bekliyoruz. Dayanışmayı büyütürsek şiddetin önüne geçebiliriz” dedi.
Ceylan, Zana, Kübra…
Ceylan, Zana, Kübra ve daha niceleri… İntihar etti denilerek dosyalar kapatılıyor, kadınların yaşadıkları gözardı ediliyor. Kadınlar devlet, aile, kardeş, baba, evli olduğu erkek ve toplumun baskıları altında yaşamlarını sürdürürken, kimse yaşadıklarına kulak vermiyor. Kadınlar öldürüldü mü yoksa intihara mı sürüklendi? Bu soruların cevapları bir türlü aydınlatılmıyor. Ağrı’da mayıs ayından bu yana, Hamur ilçesi Süleyman Kümbet (Silêman kombet) köyüne bağlı Aşağı Yurt (Şîrik) mezrasında yaşayan Ceylan Akpolat 7 Mayıs’ta, Tutak ilçesine bağlı Aşağı Kara Halit (Qerexalta Jêrê) köyünde yaşayan Pakize Öztaş 9 Mayıs’ta, merkeze bağlı Dönerdere (Elomilo) köyünde yaşayan Güzel Koçyiğit 26 Mayıs’ta, Diyadin ilçesine bağlı Aşağı Kardeşli (Qetka Jêrê) köyünde yaşayan 17 yaşındaki Zana Polat 4 Haziran’da, Taşlıçay’ın Aşağı Toklu köyünde yaşayan 27 yaşındaki Hacer Ergül 11 Haziran’da ve Taşlıçay ilçesine bağlı Dilekyazı (Gêrê Şera) köyünde yaşayan 21 yaşındaki Kübra Taşdemir 12 Haziran’da şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.
Hikmet Tunç/Ağrı-JINNEWS
Yarın: Yaşamını yitiren kadınların aileleri ile eşbaşkanların bölgede artan şiddete karşı çözüm önerileri