15 Temmuz darbe girişimi ardından oluşturulan baskıcı sistemi değerlendiren HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ve HDP MYK üyesi Ferhat Encü, muhalefetin pasif kalmak yerine toplumun tüm kesimini bir araya getirecek adımlar atması gerektiğini söylüyor
Elif Aydoğmuş/İstanbul
Dosyamızın ilkinde de söylediğimiz gibi 15 Temmuz 2016’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. 20 Temmuz 2016’da başlayıp, 31 Temmuz 2018’de Resmi Gazete’de yayımlanan 7145 Sayılı kanun ile OHAL kalıcı hale getirildi. Bakanlar Kurulu, 2 yıl resmi olarak süren OHAL boyunca, toplam 37 KHK yayınlandı. Bu KHK’ler ile kış lastiğine kadar düzenlemeler yapıldı. Toplumun demokratik hakkı olan eylem ve etkinliklerin hemen hepsi yasaklandı. 154 yasada 300’ün üzerinde değişiklik yapıldı. Bu değişiklikler, yeni kurum ihdas etmek, mevcut kurumları kaldırmak, ek madde koymak, mevcut maddelerde ekleme-çıkarma yapmak, yetki değiştirmek gibi biçimlerde tezahür etti. Yapılan değişiklikler mevzuata eklendi ve kalıcı düzenlemeler halini aldı.
Kararname rejimi
OHAL muhalif tüm seslere balyoz gibi inerken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın darbe gecesi sarfettiği “Bu Allah’ın bir lütfu” sözü, darbe girişiminin kimlerin elini güçlendirdiğini gözler önüne seriyordu. Öyle ki 2005’te dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek tarafından önerilip, Erdoğan tarafından desteklenen te adamlık sistemi bile, tüm karşı çıkışlara rağmen, OHAL döneminde yapılan referandum ile hayata geçirildi. Tek adam sisteminin adı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak revize edildi. Ve söz konusu referandum sandığının OHAL altında kurulması çeşitli ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından eleştirildi. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle beraber bu kez KHK’ler yerini 27’si 2019 yılında çıkartılan 53 tane Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine bıraktı.
‘Kimlerin yaptığı tartışmalı’
OHAL sürecini ve sonrasını yani son 4 yıldır karabasan gibi toplumun tüm kesimlerinin üzerine oturan “yeni Türkiye’yi”, HDP Grup Başkavekili Meral Danış Beştaş ve siyasi darbe olarak değerlendirilen 4 Kasım 2016’da tutuklanan HDP’li milletvekilleri arasında yer alan HDP MYK üyesi Ferhat Encü ile konuştuk.
15 Temmuz darbe girişiminin kimler tarafından yapıldığının hala tartışmalı olduğunu ifade eden Ferhat Encü, “İktidar demokratik kurumlara, demokratik siyaset alanına yönelik yoğun baskı ve saldırıyla amacını açıkça ortaya koydu. Hakeza ilan edilen OHAL ile birlikte yasaların, temel hak ve özgürlüklerin askıya alınması da bu amaca giden yolun taşlarını döşüyordu” diyor.
OHAL’den sonra demokratik siyasetin siyasi soykırım gibi operasyonlarla karşı karşıya kaldıklarını belirten Encü, “OHAL’in hemen ardından 4 Kasım 2016’da HDP önceki dönem Eşbaşkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile birlikte 9 milletvekili tutuklandık. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan tamamen siyasi nedenlerle esir alma girişimi yaşadık. Üstelik milletvekilleriyle sınırlı değildi, binlerce parti çalışanımız, üyemiz, belediye eşbaşkanlarımız tutuklandı. Bugün hala AİHM tahliye kararlarına rağmen cezaevlerinde tutuluyor arkadaşlarımız” diye anlatıyor.
‘Aralıksız darbe’
Meral Danış Beştaş ise siyasi darbenin 4 yıldır aralıksız devam ettiğini ve hayatın her alanında AKP’ye karşı söz söyleyen herkes üzerinde etkili olduğunu söylüyor. Beştaş, 15 Temmuz darbe girişimi ardından AKP tarafından yapılan siyasetin despotik bir yönetim şekline dönüştüğüne özellikle vurgu yapıyor.
Beştaş da Encü gibi 15 Temmuz darbe girişiminin arka planındaki muğlaklıktan söz ediyor ve ekliyor: “FETÖ iktidardan ne kadar bağımsız? Cemaat ve AKP birbirlerinden ayrıştırılacak iki güç mü? Yani aslında ikisini birbirinden ayırmak un ve şeker karışımını ayırmaya benzer” diyor.
Kendilerinin söz konusu darbe girişiminin cevapsız bırakılan sorularına yanıt bulunması için geçen hafta Meclis’e soru önergesi de verdiklerini hatırlatan Beştaş, “Kimdir arkasındaki güçler? Neye karşılık sustular? Darbe başarıya ulaşsaydı şuan iktidar sıralarında olan vekillerin hangileri yönetimde olacaktı?” sorularını sormaya devam edeceklerini belirtiyor.
‘İşkenceyi savunuyorlar’
20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL ile birlikte hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını hatırlatan Beştaş, şunları söylüyor: “4 yıl öncede Türkiye’de dört dörtlük demokrasi vardı diyemeyiz. Özellikle Milli Güvenlik Kurulu’nda çökertme planından sonra (Çözüm sürecinin bitirildiği toplantı) yaşananlar aslında bu sürecin işaret fişekleriydi. Ceylanpınar ve sonrasında yaşananlar… Ancak 4 yıl öncesine göre şöyle bir farklılık var; şuanda bazı olaylar gizlenme gereği bile duyulmuyor. Örneğin işkencenin arkasında duran bir iktidar var. Bu demokraside en ağır suçtur. Diğer yanda yargı tarafsız ve bağımsızlığını tartışma noktasından çok uzağız. Gerçek bir yargı yok. Tamamen bir enstürman, araç haline dönüştü.”
‘Şaibeli referandum’
16 Nisan 2017’de 2005’ten bu yana iktidar tarafından sık sık dile getirilen tek adam sisteminin de önünü açan anayasanın 18 maddesinin değişimini sağlayan referandum gerçekleşti. Bu referandum OHAL koşullarında ve muhalefet üzerinde basına da yansıyan çok sayıda hak ihlali ile yapıldı. Siyasetçiler hala o gün kazananın “EVET” olmadığı görüşünde…
“Şüphesiz çözüm sürecini yaşamış siyasetçiler olarak o dönem ve bu dönemi kıyasladığımızda aralarında dağlar kadar fark var” diyen Ferhat Encü, son 4 yıldır sadece bir kesime değil toplumun her kesimine yönelik baskının bu denli artmasının nedeni olarak, AKP’nin hayalini kurduğu sistemi inşa etmek istiyor olması diye açıklıyor. Encü, “Bu sistemin inşa edilebilmesi için önce farklı seslerin susturulması gerekiyordu” diyor.
Erdoğan’ın tek adam sistemi isteğine HDP 7 Haziran 2015’te, “seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla karşılık verdi. Tabii bu sloganın toplum tarafından yoğun bir ilgiyle karşılanacağını muhtemelen HDP de tahmin etmiyordu. Encü, Erdoğan’ın HDP’yi tek adam sistemi önünde engel olarak gördüğünü söylüyor ve devam ediyor: “Engel olarak gördüğü sadece HDP değildi. Muhalif medyayı da böyle görüyordu. Bu nedenle önce medyanın sesini sonra ise HDP’nin sesini kısmaya çalıştı. Toplumun muhalif tüm kesimlerine saldırarak aslında istediği ortamı yaratmıştı.”
‘Denetim kalktı’
Beştaş da, söz konusu referandumun Türkiye tarihinde önemli bir dönemece işaret ettiğini şu sözlerle anlatıyor: “16 Nisan’da kazanmadılar ama bir şekilde ilan ettiler. Peki ne oldu? Yönetim şekli içinde işkence, yolsuzluk, hırsızlık oluştu. Kurumlar bir bütün olarak zapturapt altına alındı. İktidarlar normalde denetlenir. Örneğin YSK seçimleri denetler. Ama siz YSK üyelerini ele geçirirseniz YSK sizin alehinize karar veremez. TÜİK yönetimi değiştirildi. Ve işsizlik tırmanırken işsizlik yok, düşüyor diyorlar. Yargı denetleme mekanizmasıyken denetlenir hale geldi. Yargı denetlendiği için yargı kararları lehe dönüştürülüyor. Basın en önemli denetim mekanizmasıdır. Bu önemli denetim aracının da büyük çoğunluğuna el konuldu. Kendi basınlarını oluşturdular. İşte bu denetim mekanizmaları artık işlemiyor. Sistem böyle kurgulanıyor. 15 Temmuz’u ve 20 Temmuz’u böyle değerlendirmek gerekiyor…”
‘Kadını tehdit görüyor’
15 Temmuz darbe girişimi öncesinde ve sonrasında ilan edilen OHAL döneminde kadınlar, hemen hiçbir dönemde demokratik hakları olan sokağı terk etmedi. Nerde kadın haklarına yönelik bir saldırı olduysa birbirlerine kenetlenip sokağa çıktıklarını görüyoruz. “En dinamik güç kadınlar” diyen Beştaş, kadınlara yönelik özellikle OHAL’de ve sonrasında artan baskı politikalarına rağmen verdikleri mücadeleyi şu sözlerle ifade ediyor: “Diğer muhalif güçlere göre kadınlar daha rahat birlikte hareket edebiliyor ya da dayanışmayı kurabiliyor. Kürt kadın hareketi bu konuda çok önemli bir öncülük görevini görüyor. Çünkü erkek siyasi olarak bizimle aynı görüşte de olsa biz kadına yönelik suçlarda buna karşı hoşgörü göstermiyoruz. Kadınlar bu toplumsal dönüşüm ve mücadelede hakikaten öncü rolündeler. Ses çıkaran kadınlar iktidarı çok ürkütüyor. Çünkü baskılamaya çalıştıkça birileri belki susabiliyor ama kadınlar susmuyor. Öyle ki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tehdit olarak gördüğü kadınları ‘örgüt bir kadın partisidir’ sözleriyle kriminalize etmeye çalıştı. İktidarın bir toplum tahayyül var ve bu tahayyülde kadının adı ve yeri yok. İstanbul Sözleşmesi bunlardan biri. ‘Bu sözleşmeyi kaldıracağım’ diyor çünkü kurduğu yaşamda bu sözleşmeye uyamaz.”
Kadınların Yozgat’tan Hakkari’ye ortak sorunlar yaşadığını söyleyen Beştaş, “Kadınların bir araya gelmesi gerekiyor. Tabi ki fiziken olması gerekmiyor ancak bu anlayışa karşı ortaklaşmamız gerekiyor” diyor.
‘Kürtlere gelince 10 ile çarpmalı’
OHAL ve sonrası sürecin Kürtler üzerindeki etkilerini sorduğumuz Beştaş, “Türkiye’nin genelinde var olan hukuksuzluk ve baskı yöntemlerini Kürdistan’a gelince 10 ile çarpmak lazım. Kürt halkına yönelik baskının izahı yok” diyerek artan baskıyı özetliyor.
1994’e kadar İnsan Hakları Derneği (İHD) yönetiminde avukatlık yaptığını ve 90’lı yıllarda bölgede yaşananlara hakim olduğunu söyleyen Beştaş, o dönem ve bu dönemin karşılaştırmasını şöyle yapıyor: “O dönemde bile biz köylere gidip araştırma yapıyorduk. İşkence raporlarını düzenleyip başvurular yapıyorduk ve köylere gidişimiz engellenmiyordu. Bunu ben yaşadım. Bu konuda iç hukuk yollarında etkili sonuç alabiliyor muyduk? Hayır. Ama başka bir şey vardı. İnsanlar yargıya başvururken hala ‘hakim savcı var’ duygusuna sahipti. Yargılamalarda beraat kararları çok yoğun veriliyordu. Şimdi yok denecek kadar az beraat kararları. İşkenceden dolayı ceza verilmiyordu doğru ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurulduğunda karar çıktığında Türkiye’de bir yasal değişikliğe sebep oluyordu. Mesela faili meçhul cinayetlerde usulen de olsa peşindeyiz, izliyoruz ya da yargı soruşturuyoruz diyordu. Başka bir durum var şuanda. Her şey tek elde toplanıyor. Özcesi; 90’lı yıllar da hak ihlalleri, baskı, savaş politikası çok korkunçtu ama 90’lı yılların suçlarını aklayan bir iktidarla karşı karşıyayız.”
‘Muhalefet pasif kalıyor’
İktidarın baskı politikalarına karşı pasif kalan muhalefet partilerini eleştiren Ferhat Encü, “Şunu da ifade etmek gerekiyor. Bu kadar yoğun baskının yaşandığı bir ortamda muhalefetin bu kadar pasif kalması kabul edilir değil. Toplumun sorunlarına çözüm olma iddiasını taşıyan partilerin, kimi zamanlarda iktidarın arka bahçesi, koltuk değneği olduğunu görüyoruz. Elbette HDP’yi de eleştiriyoruz güçlü bir siyasi hamle yapamaması nedeniyle. Ancak eleştirirken kaçırmamamız gereken önemli bir nokta, binlerce kadrosunun cezaevlerinde olduğu gerçeğidir” diye belirtiyor.
AKP’nin pandemi sürecini de kendi lehine çevirmeye çalıştığını hatırlatan Encü, HDP’nin buna karşılık da yeni bir hamle geliştirdiğini şu sözlerle anlatıyor: “1 Haziran Demokratik Tutum Belgesi’yle birlikte siyasi darbeye karşı demokrasi yürüyüşü başlatarak demokratik siyasetin toplumsal muhalefetin önünü açan umut veren bir atak yaptık parti olarak. Ve şimdi ikinci aşama dediğimiz halk buluşmalarını gerçekleştiriyoruz.”
Encü tek başına HDP’nin mücadelesiyle bu kaotik ortamdan çıkılamayacağına özellikle vurgu yaparak şunları ekliyor: “Şüphesiz sadece HDP’nin mücadelesiyle bu sürecin içinden çıkılamaz. Evet HDP buna öncülük eder, önünü açabilir bunu değiştirmeye zorlayabilir. Fakat mevcut koşullarda HDP tek başına buna güç getiremez. Diğer muhalefet partileri elini taşın altına koymalıdır. Her gün medya karşısına geçip bas bas bağırarak bu mevcut durumdan şikayet ettiklerini söylüyorlar fakat sözde kalan bir şikayet. Pratikte bir şey göremiyoruz. Toplumun bu kadar sindirildiği, anti-demokratik zeminin çok yoğun yaşandığı bir ortamda sadece sözle bunu ifade etmenin etkili olabileceğini düşünmüyoruz. Toplumla buluşmayan, toplumun sorunlarını toplumla birlikte dile getirmeyen bir siyasi anlayışın aslında giderek yozlaşacağını da ifade etmek istiyorum.”
‘Kurtulmanın formulü…’
Meral Danış Beştaş da baskı politikalarına sarılmış anlayıştan kurtulmanın formülünü şöyle açıklıyor: “Farklı farklı kesimlerin birlikte hareket edebileceği bir platform olmalı. Farklı kollardan akan derenin denizde birleşmesi gibi düşünüyorum. Bu imkansız değil. Biz demokrasi ittifakı derken toplumda ‘A partisi B partisiyle ortak hareket edelim’ diye algılanıyor. Mesele o değil, o çok daha sonraki mesele. Önemli olan toplumsal tabanda ortak akıl oluşturabilmek. Bu birliktelik sağlanmazsa çok daha kötü günler bizleri bekliyor. Herkes bulunduğu yerden bu birlikteliğe su taşımak zorunda. Çok daha kötü günlerin önüne geçmenin yolu gençlerin, kadınların, çevrecilerin, Kürtlerin, Türklerin, Arapların, Alevilerin, Hristiyanların yani toplumun her kesiminin birleşmesi ve gür bir ses çıkarması…”
BİTTİ
*Birinci bölüm için tıklayınız