Danıştay’ın Ayasofya kararının farklı siyasal sonuçları var. Bunlardan birisi de “cambaza bak!” hilesi! Eskiden her türlü şenlikte, kumpanyada cambazlar gösteri yapar, yan kesiciler de seyircilerin ceplerini boşaltırlarmış.
Ayasofya’ya bakarken bütçe açığı, kamu ve özel sektör borçları, artan vergiler, hayat pahalılığı ve işsizlik sahne arkasında sürüyor; kadına yönelik şiddet durmuyor; ayrımcı politikalar hız kesmiyor.
Ayasofya tartışmaları sürerken bir yandan AKP’li kadınların bile rahatını kaçıracak nitelikte erkek egemen politikalar ve eylemler hız kazanıyor. Çocuk evlilikleri meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Eril siyasal akıl, İstanbul Sözleşmesi’ni hedefe koymuş durumda. Öte yandan Kürt ve Kürt olmayan HDP’li kadınlar, [ister parti içinde ister dışında olsun] ırkçı ve ataerkil kurumsallaşmaların rahatını kaçıracak çalışmaları nedeniyle haftalardır iktidarın haksız gözaltı ve tutuklamalarına maruz kalıyorlar. Her politikanın, Ayasofya’nın ibadete açılmasının da toplumsal cinsiyet bağlamında etkileri var. Bu durumda soruyu şöyle soralım: Mekânların cinsiyeti olur mu? Sorunun yanıtı açık ve net, evet olur! Bir mekânda hangi cinsiyet güçlü ise, yani o mekâna dair düşünce üreten ve orada yer kaplayan hangi cinsiyet ve cinsel yönelimden ise mekânın cinsiyeti onunla anılır. İlk akla gelen kamusal alan ve özel alanın cinsiyetidir. Kuşkusuz etik olan, mekânı demokratikleştirmek, çoğullaştırmaktır.
Ayasofya’yı müze iken ziyaret etmeyen ibadete açılınca, Türkiye topraklarında onu ‘fethettiğini’ düşünen sağ görüşlü erkeklerin anlam dünyasını anlamak güç. İslami düşüncede yeryüzü üzerindeki her yüzey Müslümanlar için ibadet mekânı iken, İstanbul’da 3365 cami varken, Ayasofya’yı yeniden cami olarak görme arzusuyla büyümüş kuşaklar varmış ve 18 yıldır bugünü bekliyor, ‘Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın!’ diye haykırıyorlarmış (1).
Siyasal iktidarın arzularını hukuktan üstün tutan Danıştay da bu düşü gerçekleştirmiş oldu. Tabi Ayasofya kararının, var olan molar yapı içinde sembolik ve dolayısıyla politik niteliğini görüyoruz. Bu kararın etkileri: emperyalizme, Hıristiyan dünyasına, Kemalizme karşı sözde bir güç gösterisi, İslam dünyasına ve eril muhafazakâr tabana bir jest, giderek oy kaybına uğrayan iktidarın ihtiyaç duyduğu bir başarı hikâyesi, bir de “cambaza bak” hilesi…
Ayasofya’nın ibadete açılmasının kadınlarla ilişkili yönüne gelelim. Müze olarak Ayasofya kendine ait nesnel zamanı, tüm inanç, etnik kimlik, cinsiyet ve cinsel yönelim ve siyasal görüşlerden insanlara açıyor ve öznel duygu ve zihin farklanmaları yayıyordu. Bu görkemli mimari, müze iken sadece Türkiye’den Müslüman ve laik kadın ziyaretçilere değil, yeryüzünün tüm kadınlarına açıktı. Şimdi ise Ayasofya zamanı, genel olarak Müslüman kadınların diğer camilerde karşılaştığı güçlükleri yaşatacak gibi gözüküyor. Yani Ayasofya’da diğer camiler gibi eril bir mekâna dönüşecek!
Danıştay’ın kararından sonra Berlin’den İstanbul’a gelmeyi planlayan genç bir kadının yüzündeki kederi anımsıyorum: “Orada zaten namaz kılınıyordu” diyor ve ekliyor: “Ayasofya’nın duvar kaplamalarını, yapıda kullanılan sütun ve rengârenk mermerlerini, birbirinden güzel mozaiklerini görememek ve yapının tarihsel olarak çok katmanlı ve çok kimlikli/anlamlı duygusunu hissedemeyecek olmak ne kadar kötü!” Müslüman kadınların ibadete açılan Ayasofya ile ilişkisi daha da gerilimli olabilir? Hızlı bir araştırma ile ataerkil kurumsallaşmanın kadının camideki yerini zaman içinde yok ettiğini görüyorsunuz. Yani kadının camilerde adı yok! Bu olgunun Ayasofya için de geçerli olacağı kuvvetle muhtemeldir. İslami düşüncede kadınlara ve erkeklere eşit haklar verildiği iddia edilse de kadınların camide ibadetinin iki koşulu var: Birincisi, kadın ev işlerini yaptıktan, çocuk bakımını üstlendikten ve yemeği hazırladıktan sonra eğer vakti kalırsa camiye gitmelidir. Camiye gittiğinde paravanın arkasına geçerek ibadet etmelidir, tabi yer bulabilirse. Bu koşullar altında kadınlar için en hayırlısının evde ibadet etmek olduğu açıktır (2).
Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda adlı kült eserinde belirttiği bir dönem üniversite bahçesinden uzaklaştırılması (1928) gibi, kadınların camilerde adı yok. Alttaki paragrafı kendini Müslüman kimliğiyle tanımlayan bir kadın yazıyor: Kadınlar “Caminin ana mekânında korka korka geziyor zira her an köşeden bir beyefendinin ‘hanım, hanım burası erkeklerin’ diye uyarması kaçınılmaz. Eğer şanslıysa camide azar işitmeden vakit geçirebilir ancak ezan okunduktan sonra sessizce oradan uzaklaşması şartıyla. Çünkü o tarih kokan ve insanı mest eden kısımda namaz kılma hakkı kadına tanınmıyor. Doğru dışarıya ya da caminin en izbe köşesine marş marş!”(3). İster Müslüman olup ibadet için gitsin, ister dinden özerk bir yaşam sürsün, ister Hristiyan, ister Yahudi olsun, kadınlar Ayasofya’da çok daha az yer kaplayacak… Kadınlar, “Elveda Ayasofya!” demek zorunda kaldılar; ne var ki “elveda hayat!” dememek için İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak gerekecek…
Dipnotlar:
(1) https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/ayasofya-acilsin-diyen-kusagiz-41562200
(2) Nur Kıpçak http://kadinlarcamilerde.com /islam-kaynaklarina-gore-kadinin-camideki-konumu/
(3) Aynı.