Geçenlerde unutulmuş olan Düşün Yayınevi yangınına ilişkin bir yazı yazdım.
Darbe dönemlerinde yönetimlerin, meydana gelen olağan yangınları muhaliflerin üzerine yıkma gibi bir alışkanlığı vardır.
Görece daha serbest dönemlerde ise ırkçı ve milliyetçi çevrelerin sebep olduğu yıkım ve yakma eylemlerini aklama.
1993 yılı Temmuzu’nda Sivas’ta olacaktım. Bir sorun çıktığı için gidemedim. Haberi Kuzguncuk’ta ziyarete gittiğim Tektaş Ağaoğlu’nun evinde aldık. Haberler gittikçe vahimleşti. İnanmak mümkün değil, göz göre göre gelen, adeta izin verilen bir yangın!
DGM’nin fail zanlıları hakkında verdiği karar, Ahmet Nesin’in yazılarında açıkladığı üzere, Aydınlık gazetesinde Salman Rüşti’nin “Şeytan Ayetleri” kitabını yayınlama provokasyonunu Aziz Nesin üzerine yıkma senaryosunu onaylamış ve “tahrik oldukları” ileri sürülen sanıklar oldukça hafif cezalara çarptırılmıştı.
İran’ın Şia Mollası Ayetullah Humeyni, Salman Rüşti hakkında fetva çıkarmış, kendisi Londra’da sıkı koruma altına alınmış, adını değiştirmişti. Ne güzel anlatır bunu, “Joseph Anton/Bir Hatıra” adlı kitabında.
Şia uleması Rüşti hakkında, “katli vacip” fetvası vermiş, bunu uygulamak ise, bizim Sünni müminlerimize kalmıştı, Sivas’ta onlarca can alarak.
Ayşe Nur, Dünya Yayıncılar Birliği Ödülü aldığında, ana sunuş konuşmasını yapan Norveçli yayıncı William Nygard, Ayetleri yayınladığı için bir suikastte neredeyse ölecekti. Ve bu konuşmayı yapamayacaktı.
Ayşe Nur, Harmonia Salonu’ndaki ödül törenine katılamayacaktı. Pasaportu zamanında verilmediği için. Onu da ancak Kültür Bakanı’nın direkt Maltepe Emniyeti’ni araması ile alacaktı ya.
Ah, Aziz Abi, sen bizim en başarılı sosyoloğumuzdun mizahınla.
Seninle Berlin’de katıldığımız son konferanslarından birinde aptallık oranımızı yükseltmiştin ve aptallık sıralamasına Almanları da almıştın!
Sonra, İran bu fetvayı geri aldı. Ama bizde olan oldu!
Yıllar sonra New York’da PEN’in geleneksel Mayıs galalarından birinde kesişecekti yolumuz.
Sonunda Sivas olayından dolayı mahkum olanlardan biri ben olmaz mıyım?
Nasıl mı?
Mahkemenin neredeyse kıyım faillerini aklayan kararını eleştirdim bir yazımda. Bu nedenle “yargıyı etkilemeye çalışma suçu” işlemişim meğer.
Yayınevi neredeyse Adliye’ye komşu neredeyse Sultanahmet’te. Ama bu vahim suçtan dolayı açılan soruşturma ve davanın çağrısı, 2 yıl ulaşmaz bana ve yakalama emri çıkar hakkımda.
Ama ne hikmetse, bu arada yurt dışına bile gider gelirim.
Bir başka davanın tebliği için gelen memur, bir gün bana, “abi hakkında yakalama emri var” demez mi?
Ben, “boş ver şimdi yakalamayı falan, bana dosya nosunu ver, hemen koşuyorum Adliyeye” derim ve bilmem kaçıncı asliye mahkemesinin kapısına dayanırım.
Memur, baba tarafından hemşeri olunca, işi yokuşa sürmez.
Herhalde yaz olmalı, içerde yorgun bir hakim bulurum, dağ gibi dosyalar yığılı önünde.
“Hele bir otur, bir çaresine bakarız” der.
Sonra, kostümsüz yanıma oturarak ifademi alır. “Kusura bakma, seni mahkum edeceğim” der ve “Madde, yoruma açık değil, mahkum etmek zorundayım. Ama sadece cüzi bir para cezası, söz konusu olan. Önce 58 gün hapse mahkum edeceğim sonra günü 10 bin liradan 580 bin lira para cezası vereceğim sana”.
Verir de sonrası tam Aziz Nesin’lik mizah hikayesi.
Onca koşturmacalar arasında yatırmayı unuturum. Hatırlayıp yatırdığımda ise, bu para cezası çoktan 58 gün hapis cezasına çevrilmiş ve kayıtlara geçmiş vaziyettedir.
Ama demek o kadar çok sırada bekleyen karar var ki, ben seyahatlerime devam ederim, ta ki bir gün Maltepe Emniyet Müdürlüğü’ne pasaportumu uzatmak için gidene kadar.
Ne uzatması. 58 gün cezan var denip, hızla gözaltı, doğru Küçükyalı Karakolu yine. Doğru hücre.
Ama 58 gün deyince jeton düşer kafamda.
Telefon etmek isterim avukatım Özcan’a ya da Ayşe Nur’a, komiser Nuh der Peygamber demez.
Sonunda izin verir. Ayşe Nur akşam vakti karakola gelir makbuzla.
O sırada, Ayşe’nin kulağına gelir, komiser bir makam ile konuşmakta, “yapacak bir şey yok, serbest bırakıyoruz” der birilerine.
Siz film burada bitti sanın. Siirt’te konferans veriyoruz Eren Keskin ile. Salon dolup taşar. Gecenin 2’si sonra. Resepsiyondan, “polis burada” çağrısı. Direnirim, “sabah karakola gelirim” derim. Nazik memurmuş, tamam der.
Sıkıysa uyu sabaha kadar. Karakol, yine meşhur 58 gün hapis cezası. Bir türlü düşülmeyen, el altında tutulan!
Uçak, Elazığ’dan öğleden sonra. Ertesi gün de Frankfurt Kitap Fuarı’na yolculuk.
Savcı içerde ama bir türlü almaz. Sonunda kavga döğüş aldırırım. Ama makbuz cebimde!
Arabayla son sürat uçağı yakalama telaşı.
Siz burada bitti sanın bu hikaye. Neyse sonunda İstanbul Valiliği’nin yanındaki emniyet makamında kesin olarak düşürmeyi beceririm.
Ama şimdiki duruma bakınca, “Valla yine iyi günlermiş” diyorum.