Pratik iki durum var: birincisi, iktidar meclis çoğunluğuna yaslanarak çıkardığı kanunlarla ülkeye bir dizayn veriyor. Kendi zorbalığına yasal zeminler hazırlıyor. Baro yasasında görüldüğü gibi bu yasaları çıkarmakta çok aceleci davranıyor. Baro yasasını; sosyal medya, kıdem tazminatı ve diğer odaları hedef alan bir dizi düzenleme takip edecek. Neredeyse tüm tepkileri yok sayarak çıkarılan yasalarla, rıza üretme potansiyelini yitirmiş iktidarın, kendi varlığını zora dayanarak kalıcı hale getirmek istediği görülüyor. Bu nedenle baroyu hedef alan saldırı sadece savunmaya dair değildir ve iktidar sadece kendi karşısında direnen barolara diz çöktürmek istemek gibi bir taktikle hareket etmemektedir. Aynı zamanda çok küçük bir azınlık desteğine dayanarak ülkeyi yönetebileceği bir sürecin taşlarını döşüyor. Yine aynı sebepten, baroyu hedef alan saldırıda sadece avukatların direniş göstermesi ciddi bir ikilem olarak toplumsal muhalefetin karşısında duruyor.
İktidar, bir yandan kendi çekirdek tabanını motive edecek Ayasofya gibi düzenlemeler yapıyor. Dikkat edilirse, son süreçte iktidar uygulamaları giderek en çekirdek tabanın dini hassasiyetlerini ve tarihsel korkularını canlandırmak üzerinden yürütülüyor. Bir yandan başörtüsü üzerinden mağduriyet edebiyatı yeniden canlandırılarak eski korkular kaşınıyor, öte yandan 27 Mayıs, Ayasofya gibi gündemlerle Kemalizm’e karşı büyük mücadele görüntüsü veriliyor. Bir yandan fetih edebiyatı diriltiliyor, öte yandan kendisinin kaybetmesi ile onunla iktidar olan tabanının tüm kazanımlarını kaybedeceği anlatılıyor. Ayasofya sadece gündem değiştirmenin malzemesi değildir. Ayasofya esas olarak iktidarın kendini kalıcı hale getirmesinin ciddi bir figürüdür.
İktidar, çekirdek tabanın en derin korkularını ayağa kaldırmak ve hülyalarını canlandırmak için toplumun sinir uçlarını saldırı altına almış durumda. Bu saldırı dalgası büyüyerek ve derinleşerek devam edecektir. Erdoğan, kendisini yeni kurucu olarak tarif ediyor ve tabanına pazarlıyor. İktidar sözcülerinin verili düzenle hesaplaşmayı Tanzimat Dönemi’ne kadar götürmeleri bundandır. Kabul edilmesi gereken olgu, bu kuruculuk misyonunun arkasında devletin derin yapılarının desteğinin ve yönlendirmesinin bulunduğu gerçeğidir. Erdoğan üzerinden, meclis çoğunluğuna yaslanarak kalıcı açık bir diktatörlük inşa ediliyor.
İkinci durum birincisi kadar hatta bundan daha tehlikeli bir pozisyon alışa dairdir. Tüm muhalif yapılarda hâkim olan hava, iktidarın yıkılmak üzere olduğu, bu yüzden saldırganlaştığı tespitidir. Muhalif odaklar bu nedenle iktidarın hassasiyetlerine dokunmayan ve sokakta devlet ile karşı karşıya gelmekten uzak duran bir siyaset izlemektedir. İktidarın kaybettiği ve bu yüzden saldırganlaştığı doğrudur. Ama bu saldırganlık üzerinden kendisini kalıcı hale getirmek istediği gerçeği de doğrudur. Bu nedenle saldırganlık, kaybetme korkusunun verdiği bilinçsiz bir öfkeden değil ciddi hesaplara dayanan siyasal bir plandan kaynaklanmaktadır. Toplumsal muhalefete hâkim olan bekleme siyaseti ölümcüldür. Baro eylemleri bunun tipik göstergesidir.
Bütün eylem boyunca barolar kendilerine yönelik saldırıya karşı kurdukları savunma hattını siyaset üstü gösterme çabasına girmişlerdir. İktidarla karşı karşıya geliş tamamen hukukun yok edilmesi söylemine dayandırılmıştır. Oysa iktidar doğrudan siyaset marifetiyle verili hukuku yıkarken yeni bir hukuk kurmaktadır ve bu hukukun içerisinde kendisine biat etmeyen hiçbir kurumun yeri yoktur.
İktidarın seçimde yıkılacağı beklentisi, onun yapabileceklerinin hafife alınmasına yol açmaktadır. Kurgulanmış darbe, mühürsüz oyların geçerli sayılması, İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi ve kayyum uygulamaları göz ardı edilmemelidir. Bütün bunlar iktidarın varlığını korumak adına ne kadar tehlikeli hamleler yapabileceğini göstermektedir. Kendiliğinden yıkılmaya bırakmak, saldırı altındaki kitleleri yalnızlığa terk etmek anlamına gelecektir.
Mücadelenin verili hukuk ve parlamento duvarları arasına sıkıştırılması, iktidara istediği düzenlemeleri yapması için zaman kazandırmaktadır. Toplumsal muhalefet ve onun öncüleri vakit geçirmeden bu saldırı dalgasına karşı birleşik sokak mücadelesinin koşullarını yaratmak durumundadır. İktidarın alternatifi, onun çizdiği sınırlar içerisinde tarif edilemez. Ata binenin Üsküdar’ı geçmesine seyirci kalmak geri dönüşsüz bir hata olacaktır.