Puzzle dilimize yapboz olarak aktarılmış; aslen bulmaca, bilinmeyeni çözme anlamı taşıyan bir oyundur, birçok parçadan meydana gelir ve belli bir görseli tamamlamak için tüm parçaların en doğru şekilde birleştirilmesi gerekir. Belli bir şekli olmamakla beraber yapbozların farklı görselleri, boyutları ve parça sayıları olanları mevcuttur. Puzzle yapmanın belirli püf noktaları mutlaka vardır ama en basit haliyle puzzle yapmanın ilk adımı sabırlı olmayı öğrenmektir. Yeni başlıyorsanız çok fazla parçası olan bir puzzle modeli tercih etmemek yararınıza olacaktır. Parça sayısıyla birlikte görselin karmaşıklığının hafif olması da önemlidir. Puzzle yapmaya başlarken ilk yapılması gereken kenar parçaların seçilmesi ve köşelere yerleştirilmesidir. Ardından tüm parçalar görsel kısımları görülebilecek şekilde masaya yerleştirilmelidir ki arayıp bulma aşamasına hız kazandırabilsin. Kolaylık olması bakımından tamamlanacak görselin karşıda durması yani büyük resmin hep göz önünde durması gerekir.
Klasik eğitim yöntem ve araçları ile yetişen birey için puzzle yapmak zor ve sıkıcıdır. Tekil parçaya takılıp saatlerce ona uyan yer aranır hatta bazen parça kendisine uyan bir yer görüldüğünde zorla oraya takılmaya çalışılır. Büyük resim görülmediği sürece o puzzle küçük parçalarla oylanmaktan başka bir işe yaramaz bu fark edilir ama genellikle her şey için geç olduktan sonra.
Son süreçte yaşanan pek çok olay ve bu olaylar karşısında alınan tavırlar büyük resmin gözden kaçırıldığı kaygısının oluşmasına yol açıyor. Büyük resmin iki bölümden oluştuğu, esas resmin emperyalist dünya ve onun içerisinde, üzerinde yaşanan coğrafya olduğu unutulmamalıdır. Baştan söylemek gerekirse siyasal olgular ele alınırken devletin olağanüstü karakteri gözden kaçırılıyor. Ne yazık ki bu durum OHAL ilan edildiğinden beri böyle devam ediyor. Sanki verili durumu; onu değiştirmek için analiz eden devrimci hareketler bu iddialarını bir kenara bırakıp kendilerini koruma adına verili durumu temel alıp onun içerisinde siyaset yapmaya başlamışlar; olağanüstü durumu olağan hale getirmişler gibi bir görüntü veriyorlar. Verili durumu anlamaya ve onu değiştirmeye hizmet etmesi gereken kavramlar tüm tarihsel ve anlamsal kökenlerinden koparılarak kullanılırken, neredeyse basit bir ajitasyon figürüne dönüştürülüyor. Yapılan analizle önerilen çözüm arasındaki bağ koparılırken tekil olaylar tüm bu analizlerden kopuk bir şekilde ele alınıyor ve ne yazık ki farkına varılmadan egemen dil, propagandaya hizmet edecek çıkışlara sebep oluyor.
Kim hangi kavramla ifade ederse etsin devletin şekli değişmiş durumda ayrıca olağanüstü bir devlet yapısıyla karşı karşıya bulunulduğu konusunda genel bir konsensüs bulunuyor. Devleti olağanüstü kılan olgu ise zor aygıtlarının belirleyici olduğu gerçekliğidir. Tüm diğer devlet aygıtları bu çıplak zorun arkasına gizlenirken ideolojik aygıt olarak tariflenen din, medya ve benzerleri giderek bir zor aygıtına dönüşmüş durumda. Bu olağanüstü devlet, aynı zamanda sömürgeci ve yayılmacı bir karaktere de sahip erkek, mezhepçi bir sermaye devleti. Devletin sınıfsal ve sömürgeci karakteri gözden kaçırıldığında puzzle bütünsel yapısını kaybediyor. Yaşananlara bir yanıt verilecekse veya bir çıkış yolu üzerine tartışılacaksa devletin bu sınıfsal ve zoru öne çıkarmış karakteri kesinlikle göz önünde tutulmalıdır. Bu noktada emperyalist dünyada ABD ile girişilen rehine pazarlığına taraf olmak, taraf olanı ya emperyalizmden yana ya da devletten yana olmaya zorlar. Oysa görünen gerçek Türk devletinin ABD ile bir at pazarlığına girdiği ve bu at pazarlığında faturayı yoksul halkın ödediğidir.
Benzer bir acelecilik ve bütünden kopukluk Hakkari Yüksekova’da bir anne ile bebeğinin ölümü ile sonuçlanan patlama sonrasında gösterilmiştir. Pek çok sol ve demokrat çevre hızla olayı ve olaydan sorumlu tuttukları Kürt Özgürlük Hareketi’ni karşısına almış ve eleştiri düzeyini aşacak ağır ithamlarda bulunmuştur. Daha olayın içeriği saptanmadan, nasıl olduğuna dair devlet dışında hiçbir bilgiye ulaşılmadan ve elbette ki yaşanan kanlı kirli savaş olgusu hiç hatıra getirilmeden yapılan çıkışlar bizzat daha sonra saray tarafından başlatılan hedef gösterme kampanyasına zemin oluşturan bir algının oluşmasına yol açmıştır. 7 Haziran sonrası bugün sarayın baskı düzeninin kurulmasında önemli bir parametre olan ve savaşı yeniden başlatan Ceylanpınar saldırısının nasıl bir manipülasyondan ibaret olduğu, hala faillerinin ortaya çıkarılmadığı düşünüldüğünde bu erken çıkışların tarihe kötü not düşme anlamına geleceği görülmelidir. Sarayın HDP’yi açıkça ve saldırgan bir şekilde söz konusu patlama ile ilişkilendirip hedef haline getirmesi elbette Ceylanpınar sonrası yaşananların ışığında ele alınmalı ve ona göre bir siyaset kurgulanmalıdır.
Bitirirken, gerek anlık çıkışlar gerekse çözüm ve mücadele önerileri devletin olağanüstü karakteri göz önünde tutularak yapılmalı, hukukun askıya alındığı gerçeği unutulmamalı, söz konusu dönemin anayasal bir baskı süreci olduğu bilinerek bu sınırlar içine hapsolacak her önerinin bizzat devlet tarafından başarısızlığa uğratılacağı unutulmamalıdır. Doğrudan sarayı karşısına alan siyasetin ve örgütselliğin sürekliliği, başarı için olmazsa olmaz bir hale gelmiştir.