Kadına yönelik şiddeti ve ayrımcılığı önleme ile toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen İstanbul Sözleşmesi, hükümetin hedefinde. Türkiye, sözleşmeyi ilk imzalayan ülkelerden ancak şimdi çekilmeyi planlıyor
‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzalandı. Ağustos 2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanıyor. Türkiye, 12 Mart 2012’de sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olurken, onu 2013-2015 yılları arasında 18 ülke Andorra, Arnavutluk, Avusturya, Bosna-Hersek, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İspanya, İsveç, İtalya, Karadağ, Malta, Monako, Polonya, Portekiz, Sırbistan, Slovenya takip etti. Sözleşme 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girerken, sözleşmeyi onaylayan ülke sayısı 2019 itibarıyla 34’e ulaştı. Sözleşmenin kadınlar için ne ifade ettiğini ve AKP tarafından neden hedef alındığını Kadın Dayanışma Vakfı gönüllüsü avukat Ceren Kalay Eken ve Toplumsal Hukukçu Kadın Avukatlar’dan Günçe Çetin değerlendirdi.
Sözleşme neyi hedefliyor?
İstanbul Sözleşmesi, kadınların her türlü şiddet ve ayrımcılıktan korunması, kadınlarla erkekler arasında eşitliğin yaygınlaştırılması ve bu amaçlar için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlanması ve bu konularda uluslararası işbirliğinin yaygınlaştırılmasını amaçlıyor.
Sözleşmede tarafların “kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak” sözleşmede yer alan hususlarda görüş birliğine vardıkları kaydediliyor.
GREVIO komitesi
Sözleşmenin hükümlerini etkili bir biçimde uygulanmalarını sağlama amacıyla kısaca “GREVIO” olarak bilinen ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu’ isimli bir izleme ve denetleme komitesi oluşturuldu. Sözleşmenin mimarlarından olan Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı’nın kurucusu Feride Acar, GREVIO’nun 2015-2019 yılı arası Türkiye temsilciliği görevini üstlendi. Sözleşme kapsamında, kadınların mücadelesi sonucu 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkarıldı.
AKP çekilmeyi tasarlıyor
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun kadınların yaşamı ve hakları için önemi ortadayken, son yıllarda sıkça tartışmaya açıldı. Geçtiğimiz günlerde AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş sözleşmenin yanlış olduğunu savunurken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da “Çalışıp gözden geçirin. Halk istiyorsa kaldırın. Halkın talebi kaldırılması yönündeyse, buna göre bir karar verilsin. Halk ne derse o olur” sözleriyle sözleşmeyi hedef aldı.
‘Şiddet uygulayan rahatsız olur’
Kadın Dayanışma Vakfı gönüllüsü avukat Ceren Kalay Eken, ülkede her gün en az bir kadın öldürülürken ve kadın hakları ihlallerinde ciddi artış yaşanırken İstanbul Sözleşmesi ve 6284 yasa tasarısının güçlendirilmesinin konuşulması gerektiğine vurgu yaptı. Eken, “Bu yasa ve sözleşme kimin hoşuna gitmiyor derseniz; kadına sürekli şiddet uygulayıp kadını malı gibi gören, kadını baskılayıp bütün ömrü boyunca bir eşyaymış gibi hükmetmeye çalışan erkeklerin” dedi.
‘Sözleşme hayat kurtarıyor’
Uygulanabileceği noktalarda İstanbul Sözleşmesi’nin kadını şiddetten ve hatta çoğu zaman ölümden kurtardığına dikkati çeken Eken, “Ama burada şöyle bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Çoğunlukla uzaklaştırma ya da koruma kararına rağmen hayatını kaybeden veya şiddet gören kadınların haberleri yapılıyor. Medyanın sadece bunları görünür kılması kadınlarda olumsuz bir etki yaratabiliyor. Sözleşme gerçekten uygulandığı takdirde kadınların hayatını kurtarıyor” diye konuştu.
‘Şiddetle uzlaşılamaz’
Sözleşmenin çoğu maddesinin uygulanmadığını vurgulayan Eken, “Mesela uzlaştırma kararı. Kadına yönelik şiddet dosyalarının hiçbirinde zorunlu uzlaştırma, zorunlu alternatif çözüm yolunu dayatamaz devletler. Ancak şu an kadına yönelik şiddet dosyaları maalesef uzlaştırmacıya gidiyor. Kadını öldürmeye teşebbüs etmiş, kadını defalarca bıçaklamış ve henüz tutuklanmamış erkek tehdit mektubu göndermesine rağmen uzlaştırmacıya gidebiliyor. Bu ayrı bir dosya olarak yürüdüğü için dosyanın savcısı ‘bu uzlaştırma kapsamında’ diyerek bu dosyayı uzlaştırmacıya gönderiyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil ve çok açık bir yasak var bu konuda” dedi.
‘Mağdurun beyanı esastır’
Kadın ve çocuğa yönelik cinsel suç dosyalarının önemli olduğunu kaydeden Eken, mahkemelerin kararlarına ilişkin şöyle konuştu: “Bunda net bir kanıt elde etmeniz çok güçtür. Sanık kadın ya da çocuğu kimsenin olmadığı bir ortamda ya da korkutarak bu eylemi gerçekleştiriyor. Dolayısıyla da iradesi sakatlanıyor. Mağdurlar şikayet etmekte gecikiyorlar. Zaten fiziksel bir delil elde etmek çok zor. Faillerin çoğu kimsenin olmadığı kapalı bir ortamda bu eylemleri gerçekleştirdiği için çoğunlukla tanık yoktur. Dolayısıyla mağdurlar yaşadığı olayı ispatlamak zorunda kalıyor. Aslında ‘mağdurun beyanı esastır’ diye kısaltılan çok güzel bir Yargıtay uygulaması vardı. Ama son iki yıldır bunun tersine dönmeye başladı kararlar. Kişinin vücut bütünlüğünü koruma, kendini koruma ve TCK’deki suç olan birçok konuyla ilgili kendini koruma hakkı kadın ve çocukların ellerinden alınıyor. Bu kararlarla yargı da net olarak saldırganın tarafına geçiyor. Bu zihniyet yargıda çok yerleşmiş durumda.”
Yargı uygulamaları
Özellikle Suriyeli kız çocukları ile ilgili çok kötü kararlar alındığını, istismarın aklandığını belirten Eken, “Mesela iki taraf da Suriyeli ise 15 yaşının altındaki çocukla evlendirilme halinde, mahkeme ‘kanunu bilmiyordur, ülkesindeki uygulaması da budur’ mazeretiyle faile beraat veriyor. Oysa bu ülkede kim kime karşı bir suç işliyorsa TCK uyarınca yargılanır. Ama bunda bile konu istismar olunca uygulanmıyor. Yani çok net bir şekilde erkek egemen İslami usullere göre bir yaşam tarzına özlem duyan bir kitle var. Maalesef, bir tek onların sesi duyuluyor.”
‘Orman kanunu olur’
Eken, “Böyle bir devirde kanunla getirilen haklar elimizden alınırsa gerçekten orman kanununa dönebileceğimizi düşünüyorum. Yani güçlü görünenin zayıf görüneni kolaylıkla ezebileceği, halkın ciddi bir adalet duygusu zedelenmesi durumunu yaşarız” şeklinde konuştu.
‘Sözleşme mor çizgimiz’
Hukukçu Kadın Avukatlar’dan Günçe Çetin, İstanbul Sözleşmesi’nin sadece kadınlar için değil, mülteciler, çocuklar, LGBTİ’ler, engelli insanlar ve bütün dezavanatajlı gruplar için geçerli olduğunu belirtti. Çetin, “Sözleşmenin ruhu dezavantajlı grupları patriyarkadan gelen şiddetten korumak. İstanbul Sözleşmesi, devlet dediğimiz patriyarkanın vücut bulduğu tüm eril iktidarlar tarafından kabul edilmiş bir sözleşme. Erkek devletlerin kadına yönelik şiddetin gerçek olduğu, kadına yönelik şiddetin bireysel anlamda bir problemden doğmadığını, bunun sistematik şekilde uygulanıp, cins kırımına dönüştüğünü kabul eden bir sözleşme. Tam olarak bu yüzden korkuyorlar. Bunu karşısında ne fıtratla ne de başka bir şeyle gelebilirsiniz” diye konuştu.
‘Aileyi şiddet parçalıyor’
İstanbul Sözleşmesi’nin “aileyi parçalıyor” algısıyla hedef gösterilmesine dikkat çeken Çetin, “Aileyle ilgili bir söz söylemek zaten çok yeterli. Bana diyor ki ‘aileyi parçalıyorsun’ ben de diyorum ki ‘ölüyorum’. Benim yaşam hakkımda daha önemli ve daha yukarıda tutulan bir aile kavramına karşı verilen bir mücadele aslında. Aileyi belki de tekrar tanımlamamızı ve tartışmamızı gerektiren bir sözleşme. Aile kavramı nerede başlar, nerede biter ve ne olmalıdır? Biz mesela ‘aileyi İstanbul Sözleşmesi değil, şiddet parçalıyor’ diyoruz” ifadelerini kullandı.
‘Karşı çıkan tahakkümcü’
İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan herkesin şiddet uygulayıcısı olduğunu ifade eden Çetin, “Buna kim karşı çıkar? Ancak kendileri de bir şiddet uygulayıcıysa karşı çıkar. Buna karşı çıkıyorsa, kesinlikle bir tahakküm uygulayıcısıdır. Bireysel olarak kendi elini kolunu bağladığı için karşı çıkıyordur. İktidar bunu yapamadığından değil yapmak istemediğinden uygulamıyor” şeklinde konuştu.
Kadınlar direnecek
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılara karşı “Kadın hareketinin varını yoğunu ortaya koyacağına eminim” sözlerini kullanan Çetin, şöyle devam etti: “Kadın hareketinde hep şunu söylerler: ‘Her bir kazanım olduktan sonra bir iki adım geri gider’. En ufak bir şeyde önce kadın hakları tırpanlanır. Ancak ben İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının mümkün olabileceğine inanmıyorum. Bir kere çok büyük bir itibar kaybı olur. Bu, ‘Ben kadınlara şiddet uygulama konusunda kılımı kıpırdatmayacağım, bir ara söz vermiştim ama bu sözümden dönüyorum. Benim ülkede kadınlar da çocuklar da şiddet görebilir, ben engellemiyorum’ anlamına geliyor.”
‘Toplumla oynamaktır’
İstanbul Sözleşmesi’nin dünya kadınlarının kazanımı olduğuna dikkat çeken Çetin, “Bunlar bizim mor çizgimiz. Artık buralardan geriye dönüş mümkün değil. Peki diyelim ki İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırdınız. Bizdeki ruhu nasıl ortadan kaldıracaksınız? Bu, toplumun dinamikleri ile oynamaktır. Tabi ki eğer yapmak isterlerse yapmanın yolunu bulurlar ama bunu yapmak toplumda yaşayan tüm vatandaşlar için çocuğu olan her baba için de çok kötü bir şey” dedi.
JINNEWS/ANKARA