Müddei ve hakim, yani savcı ve yargıç Adalet Bakanlığı’na, Adalet Bakanlığı Saray’a sımsıkı bağlandı ama Erdoğan, hala bütün “kuvvetler”i tek elde toplamayı başaramadı. Savunma özerkliğini sürdüre geldikçe “kuvvetler birliği” tam olarak tesis edilemiyor. “Düşman hukuku” büyük kentlerin adliye saraylarının hakim ve savcı ofislerine çöreklenmiş olsa da, “insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti heyulası” savunma kürsülerinde kol geziyor. Avukatlar o yüzden hedefteler. Yeni Avukatlık Yasası bunun için!
Avukatlar bir meslek grubu olarak Anayasal hak ve ayrıcalıklarına yönelik bu ahlaksız ve zorbaca saldırıya karşı isyanda. Ama avukat yurttaşın vekili, onun savunma gücü olmasa, isyanının toplumsal bir anlamı ve karşılığı da olmazdı. Aslında avukat olarak avukat diye biri de yok: Avukat, bir cübbeye bürünmüş vekilinin dili ve kalemiyle sorgu odasında, mahkeme salonunda, icra dairesinde, olay yeri keşfinde, uzlaşma masasında kendisini savunan yurttaştır. Avukatlık, devletle veya bir başka gerçek ya da tüzel kişiyle ihtilaf halindeki yurttaşın hakkını, çıkarları ve gücünü çatışmakta olduğu bütün güçlere karşı savunma mesleğidir. Avukat mesleğini ne kadar engelsiz, ne kadar özerk, devletin öteki güçlerinden ne kadar özgür icra edebilirse, işini o ölçüde layıkıyla yapmış olabilir. Avukatın özgürlük ve özerkliğinin kaynağı bütün bu hak ve özgürlüklerle doğuştan veya anayasal olarak donatılmış olduğu varsayılan yurttaşın vekili oluşundadır. O yüzden avukatların kendi yasalarında rızaları hilafına yapılacak değişikliklere sert tepki vermeleri varoluşlarının doğası gereği. Hak ve özgürlükleri elinden alınırken ses çıkarmayacak bir avukat, sadece mesleğini icradan alıkonmaya değil, o mesleğin şekillendirdiği kişiliğinin bölünmesine de rıza göstermiş olurdu. Bunun meslek deontolojisi gereğince yapması gerekenleri yapmaktan alıkonan bir hekimin hala hastasını iyileştireceğini vaat etmesinden hiçbir farkı olmazdı.
Barolar umut verici bir tepki ve direniş gösterdiler. Toplumun faşizme teslim olmadığını bir kere daha somut olarak ortaya koydular. Ne var ki, yeni yasa yalnızca avukatları tehdit etmiyor. Bu, rejimin toplumu her düzeyde köleleştirmeye yönelik stratejik saldırısında yeni bir taktik hamlenin başlangıcı. Saldırı Bahçeli’nin 12 Ekim 2016’da Anayasa’ya aykırı bir Anayasa değişikliğinin kapısını açmasıyla başlamıştı. MHP Genel Başkanı “Dünyanın hiçbir medeni ve demokratik ülkesinde her gün suç işleyen bir yönetim ve iktidar yapısı olamaz” diyerek Erdoğan’ı “fiili başkanlık zorlamasından vazgeçmeye” […] bu olmayacaksa, “fiili durumun hukuki boyut kazanabilmesinin yöntemlerini aramaya” çağırdı: Böylece rejim “suç”un içine doğdu ve bir “suç örgütü” halinde toplumu kuşatmayı sürdürüyor.
Yeni Avukatlık Yasası tasarısı geldiği gibi geçecek olursa, il adliyeleri etrafında örgütlenen ve meslek mensuplarının tümünü temsilen “kamu kurumu niteliği” atfedilen barolar keyfi bir biçimde bölünmüş olacaktır. Savunma mesleğine mensubiyetleri dolayısıyla avukatların tümüne, tüm yurttaşların özgürlüğü adına kolektif olarak verilmiş olan kamu gücü ve özerklik gayri meşru bir biçimde din, inanç, mezhep, siyasi kanaat vb. meslek dışı ölçütler ile paylaştırılacak; baro işlev ve sorumlulukları özel ve kısmi çıkarlar için tahsis edilmiş olacaktır. Bu, neresinden bakarsanız bakın, suç içinde suçtur. Tasarı yasalaştığı takdirde mevcut İstanbul, Ankara, İzmir barolarının onda biri kadar üyeye ama onlarla aynı hak ve güce sahip suç örgütleri halinde kurulacak olan AKP’li, MHP’li, cihatçı, faşist barolar, “düşman hukuku”ndan bağışık savunma garantisiyle icrai sanat eyleyecekler, avukatlar buna topluca bir direnç geliştiremezlerse sonunda savunmanın kendisi bir bütün olarak kokuşmaya başlayacaktır.
Barolar, doğrudan doğruya yurttaş özgürlüğüne yönelik bu politik saldırıyı doğası gereği salt mesleki bir çerçevede karşılamaya devam edemezler. Avukatlık Yasası’nın TBMM’den geri çekilmesi için de, bu sağlanamadığı takdirde iptali için de avukatların kendi güçlerinden fazlasına ihtiyaçları var. Üstelik mevcut güç eşitsizliği dolayısıyla uğranabilecek başarısızlıklar diğer “kamu kurumu niteliğindeki” meslek kuruluşlarının geleceği için de artan bir risk olacak. Baroların kaçınılmazca, bir “B Planı”na, genç ve emekçi avukatlara kulak kabartmaya, yüzlerini faşizmin hedefindeki bütün ezilenlere ve onların kurumlarına dönmeye ihtiyaçları var. “Muhtaç oldukları kudret”i orada fazlasıyla bulacaklardır.