Adı olup kendi olmayan buna rağmen kutlanan bazı günler vardır kara mizah gibidir, hem güldürür hem de düşündürür insanı.
Yarın kutlanacak “10 Temmuz-Dünya Hukuk Günü” de Türkiye’de böyle günlerden bir gün.
Yaşanan hukuksuzlukların haddi hesabı yok. Son halka bizzat hukuk savunucularına yapıldı. Baroların yapısında değişiklik yapmaya, kalan hukuk kırıntısını da yok etmeye hazırlanan hükümete tepki gösteren baro başkanlarının, çeşitli illerden bir araya gelerek gerçekleştirdikleri ‘Savunma Yürüyüşü’ süresince yaşadıkları hepimizin malumu.
Anayasasında kendini ‘Hukuk devleti’ diye tanımlayan bir devlette yaşanan hukuk dışılık zirve yapmış durumda.
Muhalefet komisyonda, baro başkanları dışarıda direndi ama baroları ve avukatları iktidara bağımlı hale getirmeye yönelik “Çoklu Baro” teklifi Adalet Komisyonu’nda kabul edildi.
Böyle bir ortamda “Dünya Hukuk Günü”nün anlam ve önemi yitirilmiş durumda. Oysa 10 Temmuz 1967’de Cenevre’de düzenlenen Hukuk Yoluyla Dünya Barışı Konferansı sonrası, Türkiye Cumhuriyeti’nin o dönemki Bakanlar Kurulu bu tarihi Dünya Hukuk Günü ilan etmişti. Ancak 10 Temmuz’u Dünya Hukuk Günü olarak anan tek ülke olan Türkiye’de, bugün “hukukun üstünlüğü” kavramı yerlerde sürünüyor.
“Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” konularında yapılan anketlere göre Türkiye’de yargıya güvenenlerin oranı yüzde 38’e kadar gerilemiş. Yargının bağımsız olmadığına inanların oranıysa yüzde 38.
***
Toplumdaki düzen ve denge, hukuk sayesinde kurulur, adaletle yerini bulur.
Herkes için hava gibi, su gibi gereklidir adalet. İnsan, sadece kendisi için değil, herkes için adalet istediğinde hukuk üstün olur.
Adalet dendiğinde imgelemimizde mitolojideki adalet simgesi olan o bir elinde kılıç, bir elinde terazi, gözleri bağlı olan tanrıça Themis figürü canlanır. Gözündeki bağcık tarafsızlığı, tuttuğu kılıç adaletin gücünü, terazi ise hakkaniyeti ifade eder.
Özlem duyulan ve olması gereken bağımsız, tarafsız ve güdümsüz böyle bir hukuk sistemi ne yazık ki yürürlükte değil. Bugün iktidar tarafından adaletin tüm bu özellikleri elinden alınmış tanrıça Themis gözbağının kenarından yargılananın kim olduğunu görür, önce cezasını keser, sonra ona uygun bir sebep bulur. Terazinin ayarı bozulmuş, kılıç da zalimin zulmüne emanet edilmiştir. Hak hukuk hak getire. Hukukçular da durum tespitlerinde, insan hakları ve adalet konusunda kaygılarını belirterek olan bitenin hukuk dışı olduğuna dikkat çekiyorlar.
Böyle bir ortamda her türlü demokratik mücadelenin sürdürülmesi öncelikle etik olarak da insan olmanın gereklerindendir. İktidar elbette bunu sulandırmak ve bir kulp bulmak için elinden geleni yapacaktır. Ülkede adalet siyasetin emrine girmiş, yerlerde sürünüyorsa hukuksuzluğu reddetmek ve ona karşı direnmek hakkı vardır. Sokaklar, yollar ve alanlar da her türlü yürüyüş ve gösteri de buna dahildir. Ayrıca bu anayasal bir haktır.
***
Evrensel bir değer olarak direnme hakkı John Locke’a kadar uzanır. Bu hakkın fikir babası Locke’a göre hayat, hürriyet, mülkiyet hakları ile bunların türevlerinin korunması esastır. Eğer devlet koruma görevinin dışına çıkar ve adaletsiz davranırsa meşruluğunu yitirir Bu durumda halkın direnme hakkı vardır. Locke’a göre devlet gücünün birey haklarını tehdit etmesini önlemenin en önemli aracı yasama ve yürütme gücünün birbirinden ayrılmasıdır.
Magna Carta Bildirisi, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, 1945 Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirisi de direnme hakkını tanıyan ve tanımlayan bildirgelerdir.
Demokratik hukuk devleti her yönüyle ve tüm ilkeleriyle yürürlükte olmalı ve hiçbir güç bunu engelleyememelidir.
“Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl / Adalet de gerekli her gün / Adaletin ekmeğini de kendisi pişirmeli halkın” der Bertolt Brecht.
Evet. Her durum ve koşulda böyle bir adalet istemini desteklemek de her kesimden insanın görevi olmalıdır.