Fikret Başkaya ile yeni kitabı “İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım” üzerine konuştuk: ‘Vakitlice radikal bir anti-kapitalist cephe oluşturmak, eko-sosyalist paradigmaya endeksli bir rotaya girmek gerekiyor’
Ercan Kaplan/İstanbul
Fikret Başkaya, ülkenin önde gelen üretken aydınlarının başında geliyor. Yalın, sade ve anlaşılır üslubuyla kapitalist sistemin bam teline dokunan analizler yapıyor. Başkaya, bu kez, başka bir kriz üzerinden kapitalizmi ele alıyor: İklim krizi ve ekolojik yıkım. Başkaya, iklim krizi ile yalnızca kapitalizmin değil insanlığın varoluşunun da yok olma eşiğine getirildiğine dikkat çekiyor. Başkaya’nın Yordam Kitap’tan çıkan “Gençlerle Başbaşa: İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım” kitabı, işte bu hayati meseleye odaklanıyor. Kitabında doğanın yağması ve kapitalist üretim süreci arasındaki bağlantıya odaklanan Başkaya, aynı zamanda alternatif bir başka dünyanın aciliyetine, yol ve yordamına dair de yol işaretleri sunuyor. Başkaya ile yeni kitabı üzerine konuştuk. İlgiyle okumanız dileğiyle…
- İklim krizi sorununa kapitalist yağmanın kâr krizi sorunu da diyebilir miyiz?
“Ol mahiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler” denir. Balıklar denizde yaşadıklarını bilselerdi, şeylerin seyri değişir miydi bilinmez ama insanların kapitalist bir toplumda yaşayıp da ‘kapitalizmi’ bilmemelerinin vahim sonuçları var maalesef… Oysa kapitalizm, iki negatif veçheye dayanıyor, iki türlü ‘kötülük’ üretmeden yol alamıyor: Sömürü ve yıkım [doğa tahribatı]… Her seferinde daha çok üretmek zorunda olan bir sistem… Burada durayım, bana bu kadarı yeter diyemez… Zira, sınırsız büyüme, genişleme eğilimine ve dinamiğine sahip… Her kapitalist işletme vahşi bir rekabet ortamında var olma mücadelesi veriyor… Kapitalistler üretimin sosyal ve ekolojik sonuçlarını dikkate almıyorlar… Oradaki yegâne amaç kârdır. Üretimin öncelikli amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kâr etmek üzere ‘değişim’ [mübadele] değeri üretmektir… Bu, daha baştan üretimin ihtiyaçlara yabancılaşması demektir…
Gerçi sistem sınırsız büyüme dinamiğine göre işliyor, büyüme veya yok olma ikilemine hapsolmuş durumda ama bu dünyanın kaynakları sınırlı… Dolayısıyla kapitalizmin, sermeyenin kendini yeniden üretme ritmiyle, doğanın kendini yenileme ritmi arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor… Üstelik, kapitalizm kendi ritmini doğaya dayatıyor… İşte şimdilerde ortaya çıkan iklim krizi, ekolojik yıkım böylesi bir kör mantığın sonucu olarak ortaya çıktı… Senin de söylediğin gibi sistem yeteri kadar değer üretemez duruma gelince, canlının-doğanın tahribatına yöneliyor ama nafile… Artık kapitalist sistem tarihsel ömrünü doldurdu… Çözdüğünden daha çok sorun yaratıyor
- Kitabınızda satırlarınıza sızan “Sadece iklim krizine odaklanmak tehlikeli” cümlenizi biraz detaylandırabilir misiniz?
Aslında asıl sorun ekolojik yıkım ve iklim krizi, o bütünün bir bileşeni. Fakat çok tehlikeli sonuçlar ortaya çıkardığı, öyle bir potansiyele sahip olduğu için, öncelik iklim kriziyle mücadeleye veriliyor… Oysa yıkımın diğer bileşenleri de son derecede önemli. İklim krizi vakitlice durdurulamazsa insanlığın ve uygarlığın geleceğinin riske girmesi kaçınılmaz. Eğer önümüzdeki on yılda atmosfer ısının artışı sanayi devrimi öncesindeki düzeyden 1,5 santigrat dereceden daha fazla yükselmesi engellenemezse, kritik eşik aşılmış olacak… Elbette iklim soruna ivedilikle çözüm bulunması gerekiyor ama yıkımın diğer unsurlarını, bileşenlerini de sorun etmek kaydıyla…
- Bir el kitabı niteliğindeki kitabınızı okuyan okurların dehşete kapılması işten bile değil. Korkutucu, ürkütücü tabloyu yalınlıkla anlatıyorsunuz. Ekolojik yıkımın suçlularını teşhir etmesi açısından da ayrı değeri taşıyor sayfaları. Sorunun kapitalizmden kaynaklandığını sıklıkla vurguladınız. Kapitalist ahtapotların tüm kolları kesilmeyinceye kadar da bu sorunların süreceği aşikâr. Kalbinden ve beyninden çatırdayan bu sistemin yıkılmasının yolu, yönetimi nedir?
Kesin olan şey şu ki, bütün bu sorunları, kötülükleri yaratan kapitalizm. Eğer öyleyse, kapitalizm dahilinde bir çözüm yok demektir… Bir sorunu yaratan sistem yerli-yerinde dururken, o sistemi hedef almadan, onu aşma perspektifine sahip olmadan bir çözüm mümkün olabilir mi? Eğer, sömürü ve yıkım sisteme, onun mantığına içkin bir şeyse -ki, öyle-, o zaman çözüm de ancak o sistemin dışında aranabilir… Aksi halde bu, olmayan duaya amin demek olur… Aslında tüm bu sorunların kapitalizm dahilinde çözülebilir olduğunu sananlar, kapitalist üretim tarzının reforme edilebilir, dönüştürülebilir, insafa gelebilir bir sistem olduğu tespitine, kabulüne dayanıyorlar… Oysa, kapitalizm reforme edilebilir, insafa gelebilir bir sistem değildir… Kaldı ki, hiçbir üretim tarzı, hiçbir uygarlık modeli reforme edilebilir değildir… Mesela köleci üretim tarzı, feodal üretim tarzı, reforme edilebilir miydi? Bu dünyada öyle bir şey mümkün değil ama onu aşmak, kapitalizmi aşmak, başka şey yapmak mümkündür… Zira her üretim tarzı, her uygarlık modeli belirli bir mantığa göre işler ve o mantığın dışına çıkıldığında artık sistem olmaktan çıkar…
- İktidarla birlikte neredeyse her yer taşa kesti, deyim yerindeyse beton ormanları aldı başını gitti. Ve buna karşılık söz konusu iktidar, sahil, dolgu alanlarına dikilen ağaçlarla övünmeye kendisini ünlemeye çalışıyor. Peki, bu yaşamın akışına ters değil mi?
Bu Politik İslamcı iktidar ağacı orman sanıyor. Ağacı görüyor da ormanı görmüyor… Bir yerdeki ormanı tahrip edip başka yere ağaç dikince, sorunun çözüleceğini sanıyor… Oysa orman sadece ağaçlardan ibaret değildir. Nasıl bir kent de sadece insanlardan ibaret olmadığı gibi… Kitapta kısaca değindiğim gibi, orman demek, muazzam zenginlikte bir “ekosistem” demektir ve bir ormanın oluşması onlarca, yüzlerle yılda mümkündür. Belirli bir yerdeki canlılarla, onları barındıran, onlara yataklık eden doğal çevrenin karşılıklı ilişkisi sonucunda oluşana ekosistem deniyor… Esasen doğal çevreden söz edildiğinde, bir ekosistemden söz edilmiş olur ve doğal çevre de insan eliyle üretilmiş bir şey değildir…
Orman, bileşenleri öyle rastgele bir araya, yan yana gelmiş bir ‘topluluk’, bir ‘bütün’ değil, binlerce, on binlerce yılda kendileri için en uygun, en iyi yaşama ortamı koşullarında bir araya gelmiş canlı ve cansız, çok çeşitli varlıklardan oluşan bir ekosistem… Ağaçlar o ekosistemi oluşturan varlıkların, canlıların sadece biridir… Bu iktidar doğa tahribatı konusunda inanılmaz derece ısrarlı, küstahça doğa katliamı yapıyor… Tabii bütün yıkımın da ekonomik büyüme-kalkınma adına yapıldığı söyleniyor… Yaşamın temelini aşındıran, doğayı tahrip eden bir ‘kalkınma’ olur mu? Vakitlice bu insan ve doğa düşmanı rejimden çıkmak gerekiyor. Aksi halde geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayacak…
- Türkiye genel anlamda mücadele geleneği zayıf, bilinç düzeyi geri bir ülke konumunu koruyor. HES, JES ve yayılma sürecinde olan RES’lerle endüstriyel tarımla doğanın, insanlığın tahribi hız kesmeden devam ediyor. Yaşanan ekonomik, siyasi, sosyal, ekoloji sorunlarına karşı yanlış bir bilinçle mi hareket ediyoruz?
Aslında sorun çok büyük ve çözümü de aciliyet kesp ediyor. Her adımda doğal çevre tahribatı, ekolojik yıkım derinleşiyor… İnsanlar durumun vehâmetinin pek farkında değil… Son dönemde köylülerin yaşam alanları yok ediliyor. Tam bir çitleme operasyonu almış başını gidiyor. Müştereklere savaş açılmış durumda. Özelleştirilmemiş, metalaştırılmamış, parayla alınıp-satılan ölü nesnelere dönüştürülmemiş nerdeyse bir şey kalmadı… Oysa, müştereklerden yoksun bir sistem varlığını sürdüremez… Zira, müşterekler insanları, toplumu bir arada tutan tutkaldır… Eğer bu sefil süreç vakitlice durdurulamaz ise, geleceğimiz karanlık demektir. Söylediğin gibi, nereye bir RES, HES, RES, Termik Santral, maden ocağı, taş ocağı, mermer ocağı, vb. kurulmaya kalksa insanlar tepki gösteriyor ama o kadarı saldırıyı püskürtmek için yeterli olmuyor… İnsanlar hukuk mücadelesiyle bir sonuç alabileceklerini sanıyorlar… Oysa, politik mahiyetteki bir saldırıya hukuk alanından cevap vermek mümkün değildir ve mümkün olmadığı da ortada…
- Eskiye nazaran ekolojik ortamı savunan toplum örgütlerinin sayısı arttı. Doğanın, yaşamın savunulma mücadelesini kararlılıkla yürütmenin iradesini ortaya koyuyor, birçok direniş alanında yerel halkla ortak mücadele hattı da yaratmaya çalışıyorlar, bu sizce doğanın üstündeki ablukayı dağıtacak düzeyde mi?
Evet. Ekolojik yıkıma karşı direnişler, mücadeleler arttı, çeşitlendi ama maalesef bu kadarı süreci tersine çevirmek için yeterli değil… Ekolojik mücadelenin başarısı için bu bölük-pörçük durumun aşılması gerekiyor… Bütünlüklü bir birliktelik ve perspektif gerekiyor… Her şeyden önce de, vakitlice radikal bir anti-kapitalist cephe oluşturmak, eko-sosyalist paradigmaya endeksli bir rotaya girmek ve bunu da vakitlice yapmak gerekiyor. Tabii bunun için de mevcut politika yapma tarzı keşfetmek ve mevcut politik aktörleri etkisizleştirmek gerekiyor… Başka türlü söylersek, politikayı profesyonel politikacıların işi olmaktan çıkarmak gerekiyor… Aksi halde sürece vakitlice müdahale imkânı ortadan kalkacak…
Yeni bir paradigma gerek
- Dünyaya artık başka gözlerle bakmaktan, israf etmekten, aşırı gereksiz tüketimden uzaklaşılmasından bahsettiniz. Yıllar önce Osmanlı’dan TC’ye geçişi eski şarabın yeni şişede sunulması olarak ifade etmiştiniz. Cumhuriyet’ten sonra da zihinlerin sömürgeleştirilmesiyle muasır medeniyetlere ulaşma aldatmacasıyla kompleks bir halk yaratmaya çalışıldı, bir yönüyle de başarılı olundu. Tüm yıkımlara karşı buradan bir başlangıç gerekli değil mi?
Yeni bir başlangıç yapmaya bir engel yok. Eğer bir paradigma iflas etmişse, yenisini oluşturmaktan başka çare yoktur… Başka türlü söylersek, insanların bu sefil sürece müdahale etmemesi için bir neden yok… Yüz yıldır “muasır medeniyeti” yakala, üstünü çıkma, büyüme, kalkınma şarkıları söyleniyor… Varılan yer ortada… Tüm gösterge ışıkları kırmızıda, değilse sarıda… Hem kapitalist dünya sistemi içinde kalmak hem de bu dünyanın beşeri ve doğal kaynaklarını sömüren, yağmalayan, talan eden emperyalist ülkeler, pramidin tepesindekiler gibi olmak mümkün değildir… Zira, öyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır… Eğer birinin zenginliği diğerinin yoksulluğu pahasına mümkün oluyorsa, arada eşitsiz-hiyerarşik bir ilişki varsa, aşağıdakilerin yukardakiler gibi olması mümkün müdür? Aslında Bertolt Brecht, ünlü tahterevalli şiirinde o durumu çok iyi anlatır… Velhasıl, küresel pramidin aşağılarında olanların yukardakiler gibi olmaları mümkün değildir… Zira aradaki ilişki ‘eşitsiz-hiyerarşik’ bir ilişkidir. O öyle olduğu için siz böylesinizdir… Ya da tersi… Fakat Batı’yı [kapitalist-emperyalist kamp olarak okuyunuz], yakalamak sadece imkânsız değil, aynı zamanda gereksizdir de… Mesela piramidin tepesindeki ABD’nin nesi sizi cezbediyor? Bir de büyüme saplantısı var. Kapitalizm dahilinde büyüme, sermayenin büyümesidir ve o büyümenin ne pahasına sağlandığı, neye yaradığı da bugün artık bir sır değil… Özetle, insanlık ve uygarlık tehlikeli bir eşiğe gelip dayanmış bulunuyor… Burjuva uygarlığı potansiyelini tüketti… O zaman işe, şeyleri adıyla çağırarak başlamak gerekecek… İrade sahibi insanlar gereğini neden yapmasın? Eğer dünya yaşanmaz bir yer haline gelmişse, yenisini keşfetmeye bir engel var mı?