Klasik bir deyim olarak işçi ve emekçilere “bilinç dışarıdan taşırılır” denir. Bu, emek mücadelesinin bir dönemi için anlaşılır bir söylemdi. Çünkü emekçiler üzerinde öyle ağır iş koşulları vardı ki, emekçinin kendini eğitmeye zamanı bile yoktu. Dolayısıyla kendini eğitmekte kullanacağı temel paradigma da yoktu. Elbette tarihin her döneminde emekçiler iş koşulları nedeniyle eyleme kalkmış, bir biçimde hakkını arama yoluna girmiştir. “Spartaküs isyanı”, “İngiliz Çartisleri” ve bir bütün Avrupa kıtasını etkileyen “1848 ayaklanmaları” emekçilerin büyük oranda hak mücadelelerinden belli başlı örneklerdir.
Bunlar genellikle neden sonuç ilişkisi bakımından önceden öngörülerek, planlanıp örgütlendirilerek başlatılan mücadeleler olmamışlardır. Her birinin kendine has algılama ve soyutlaması olmuştur. Ama buna rağmen “bir başka dünya mümkündür” diyememişlerdir. 1848 ayaklanmalarının ayak sesini önceden duyan Marx ve Engels, “Komünist Manifesto” ve yine “Bütün dünya işçileri birleşin!” sloganıyla süreci karşılamak istemişlerdir. Ve o zamandan bu zamana sosyalizm, emekçilerin özgürlük ve kurtuluş ideolojisi ve en güçlü moral değeri olarak tanımlana gelmiştir.
Dolayısıyla o zamandan bu zamana 170 yıl geçmiştir. Bu yüz yetmiş yıla emekçiler 3 tane Enternasyonal, Ekim Devrimi ve ardı sıra 2 bloklu bir dünya ve bu iki bloka dayalı iki dünya savaşı sığdırmıştır. İçinde bulunduğumuz 3. dünya savaşı yıllarını yaşarken emekçiler, temel moral değerlerinden yoksundur. Çünkü Ekim Devrimi’yle birlikte gerçekleşen sosyalizm aşılmıştır. Reel sosyalizmin aşılma sürecinde yaşanan olumsuzluklar karşısında birçok sosyalist çevre ve oluşumlar da reel sosyalizmle birlikte çökmüştür. Çöküş ve çözülüş sürecinde Castro ve Kürt Özgürlük Mücadele Önderliği doğru tutum almayı başarmışlardır. Castro, “ya sosyalizm ya okyanusun dibi” derken, Kürt Özgürlük Mücadele Önderliği de “sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır” demiştir.
Bu temel tespitlere bağlı kalınarak reel sosyalizm çözümlemelerine yoğunlaşılmış ve “Ekolojik, Demokratik ve Kadın Özgürlükçü” paradigmayla Kürt toplumsallığının 21. yüzyıl özgürlük mücadelesinin perspektifi, ana doğrultusu tanımlanmıştır.
Türkiye emekçilerinin tarihi de dünyada yaşanan bu kısa özetten bağımsız düşünülemez. 1900’lerin başından itibaren Türkiye emekçileri ağırlıklı olarak reel sosyalist de olsa bir biçimde sosyalizm bayrağını emek sarf ettiği her yere taşımıştır. Özellikle 1968 kuşağından çok güçlü etkilenmiş ve devrimci damarları çok güçlü bir gençlik hareketi yaratmayı başarmıştır. ‘77 Taksim 1 Mayıs’ı, Tariş Direnişi, Mersin Soda, Şişe Cam grevleriyle tarih yazmıştır.
Her yerde ve her zamanda olduğu gibi egemenler emekçilerin özgürlük taleplerini “terör” diye yaftalamış ve şiddetle bastırmayı esas almıştır. Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri bir inkâr hareketi olarak şekillenmiştir. Cumhuriyetin halklara ve emekçilere dönük yüzü hep inkâr üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla Türkiye toplumsallığının hafızasını da inkâr üzerine kurgulamıştır. Bu anlamda da Türkiyeli emekçilerin tarihlerindeki o görkemli direniş ve özgürlük arayışlarının bu kadar geriletilmesinde ve bastırılmasında esas olarak inkâr geleneğinin çok büyük etkisi olmuştur. Öyle ki dünyanın hiçbir yerinde görünmeyen ve olmayan düzeyde Türkiyeli emekçiler, halklar ve etnik kimlikler karşısında devletten daha katı bir inkârcı konumuna ulaşmıştır.
“Dışarıdan işçi ve emekçilere bilinç taşıyıcı organlar” olarak kurulan sol sosyalist örgüt, oluşum ve partilerin bunda çok büyük rolü olmuştur. Çünkü onlar da devletin inkâr geleneğini kıramamışlardır. Özellikle Türkiye halklarının son kırk yıllık tarihlerine damgasını vuran direniş geleneğini bile hâlâ doğru tanımlamaktan uzaktırlar. Ve dahası, reel sosyalist çözülme ve aşılmadan bu yana da ciddi bir yoğunlaşma ve reel sosyalizme karşı bir eleştiri var mı yok mu bilinmemektedir.
Yani Türkiye sosyalist hareketlerinin “sosyalizm ve devlet”, “sosyalizm ve iktidar”, “sosyalizm ve reel sosyalizm”, “sosyalizm ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı”, “sosyalizm ve demokrasi”, “sosyalizm ve kadın” vb. birçok sorun karşısında tanımlaması ve çözümü bilinmemekte veya hâlâ reel sosyalizm öncesi perspektiflerle günü tekrarlıyorlar.
Türk egemenleri de sosyalist hareketin bu yetersizliğinden kendi iktidarını beslemektedir. Türkiye emekçilerinin haklı ve onurlu talebi bile bir biçimde tılsımlı, alicenap ve tanrı kavramı kadar bilinmez ama bir o kadar da kutsiyet içerilmiş “terör” kavramıyla kontrol altına alınmaktadır.
Bu nedenle Türkiyeli emekçiler devletten bağımsız kendi özgürlük düşüyle doğru buluşmayı başarırsa “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” şiarına da bir anlam kazandırmış olacaktır.