Son günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gündeme getirilen ve toplumdaki derin sosyolojik kırılmaları kaşıyan öneriler, Cumhurbaşkanı’nın o çok iyi bildiği “kutuplaştırma” siyasetini yeniden devreye sokarak kendi bekası için gerekli konsolidasyonu sağlamak istediği biçiminde yorumlandı. Ayasofya’da namaz, baroların bölünmesi, Şehir Üniversitesi’nin kapatılması, sosyal medyanın zapturapta alınması ve Halk TV ile Tele1 gibi kanalları RTÜK aracılığıyla baskılanması gibi konular aslında tümü bu konsolidasyon amacının araçları gibi duruyorlar.
Yukarıda andığımız konuların, ülkede tarihsel ve sosyolojik olarak var olan, “laikler” ve “milliyetçi-siyasi İslamcılar” kırılmasıyla ilgili oldukları çok açık. Doğrudur böyle bir kırılma üzerinden yaratılacak bölünme her iki tarafta da konsolidasyon yaratacaktır. Ama özellikle DEVA ya da GELECEK Parti’sine yakınlık duyanları caydırma potansiyeli taşıyan bu konsolidasyonun kazananının Erdoğan olacağını söylemek çok da yanlış olmaz.
Fakat son günlerde Erdoğan’ın özellikle gündeme getirdiği bu konular, bu tür bir konsolidasyondan çok, daha otoriter bir başkanlık rejimine milleti alıştırmak gibi bir amacı da taşıyor olabilir. Bir başka ifadeyle amaç bir konsolidasyon olsa da getirilen öneriler daha otoriter bir rejimin taşlarını döşemek için de bir adım olabilir.
Örneğin “baroların bölünmesi” meselesinin, yargılamada savunma gücünün daha demokratik ve etkin çalışması gibi bir amaçla önerilmediği aşikardır. Çünkü, yargının doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığına bağlı olduğunu kanıtlayan örnekler bu kadar çok iken asıl düzeltilmesi gereken işin bu yanı olmalıyken, savunmayı temsil eden baroların bölünmeye çalışılması yargının tümüyle bir hükümet kurumu (devlet demiyorum, çünkü devlet kurumlarının olduğu sistem bu sistem değil) haline getirilmek istendiğinin açık bir kanıtı değil midir?
Ya da sosyal medya ile ilgili düşünülen düzenlemeleri alın! Daha sonra İletişim Başkanlığı tarafından düzeltilmeye çalışmışsa da Erdoğan’ın şu cümleleri basın önünde kurmuş olduğunu unutmamak gerekir: “Asıl üzerinde durmamız gereken konu medya ve sosyal medya mecralarının nasıl olup da böyle bir kokuşmuşluğun aracı haline dönüşmeleridir. Bir düzene sokulması şarttır. Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor.” Her ne kadar ona bu cümleleri söyleten olayla ilgili haklılığı olsa da, bir Cumhurbaşkanı’nın buradan giderek böyle bir konuşma yapması, hele hele “Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor” gibi tamamen otoriter koku yayan bir cümle kurması size normal geliyor mu? Hele hele sosyal medyanın, bugün özellikle Halk TV ve Tele1 gibi muhalif medyaya yapılan baskıları düşündüğümüzde, her şeye rağmen toplumdaki muhalif düşünen kişilerin fikirlerini ifade etme aracı olarak kullanabilecekleri tek araç olduğunu göz önüne aldığımızda… Onun da zapturapta alınması girişimi ülkedeki otoriterleşme dozunu artıracak bir diğer girişim olarak görülemez mi?
Ayasofya’da namaz konusu da böyle bir amaçla ortaya atılmış bir konu değil midir? Bu konu da yine “siyasal İslamcıların ve milliyetçilerin” arkasında birleşeceği ve fakat “laiklerin” ayrışacağı potansiyel konsolidasyon konularından biridir. Ama bu konunun bugün gündeme getirilme biçiminde bir zamanlar “Hele diğer camileri doldurun siz bakalım” diyen bir kişinin “Ayasofya’da namaz da kılınır, Fetih Suresi de okunur” söylemine dönmesi yine otoriter bir tutumun tezahürü değil midir? Şehir Üniversitesi’nin kapatılması meselesi ise bence “camiaya” dönük bir mesaj niteliğindedir. Onun peşinden gitmeyin, giderseniz sizi de kapatırım mealinden bir mesaj…
Kısacası, son günlerde Erdoğan’ın ülke gündemine getirdiği konular bence, deyim yerindeyse bir taşla iki kuş vurmak gibi iki amaç taşıyor. Bunlardan biri bir tür seçmen konsolidasyonu, diğeri ise milletin otoriter bir yönetime alışmasını sağlayarak daha otoriter bir rejimin temellerinin atılması. Gösterilen davranışlar ve gelen sesler bence bu yönde…