Uzun yıllardır Ortadoğu’nun yeniden yapılanma süreceğine girdiği yazılıp çiziliyor.
1991 Körfez Savaşı, peşi sıra 1998 Uluslararası Komplo, 2001 İkiz Kuleler provokasyonuna dayandırılan 2003 Irak işgali, Arap veya Halklar Baharı, devam eden Libya, Yemen, Bahreyn, Irak, Suriye iç savaşları, El Kaide, IŞİD ve diğer cihatçı oluşumlar gibi liste uzayıp gidiyor.
Savaşlarda yüz binler katledildi, milyonlarcası yaşam alanlarını terk etmek zorunda kaldı. Büyük acılar yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor.
Bölgemizdeki savaş emperyalist ihtiyaçları karşılamaya dönüktür. Ortadoğu’yu yeniden yapılandırma durumu finans çağı kapitalizmin öncelikleri temelinde şekillendirme girişimidir. Önceki yapılandırma 1. Dünya Savaşı temelinde kurulmuş; sanayi kapitalizmin önceliklerine göre şekillendirilmiştir.
3. Dünya Savaşı finans kapital çağı önceliklerindeki farklılaşmanın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kurmayı zorunlu kılmaktadır. Bu yeni durum yüzyıldır inim inim inletilen halklara da özgürleşme fırsatları sunmuştur. Halkların istemleri ile kapitalizmin istemleri zamansal olarak üst üste düşmesi yeni konjonktürü belirledi.
3. Dünya Savaşı karmaşık bir savaş türü olarak devam etmektedir. Bir de buna yeni savaş teknikleri, finans kapitalizmin aç gözlülüğü, karmaşıklığı gibi etmenler eklendiğinde iç içe giren kompleks savaşın diplomasi, siyaset türünü açığa çıkarmıştır.
Değişime ve yeni yapılandırmaya tabi tutulan bölge ulus-devletleri oluyor. Özce finans kapital açısından da taşınamayan düzeye ulaşan ulus-devlet yapılanmasının restorasyonudur. Modeli kökten dönüştürme değil, yamalayarak yola devam edilmek isteniyor.
Ancak yamama halkların çıkarlarını taşıma durumunda değildir. Modası geçmiş, dikiş tutmayan bir giysiyi yamamak ihtiyacını karşılamaz. Kaldı ki ulus-devlet giysisi yüz yıldır halklara zorla giydirilirmiş, nasıl giysi olduğu tecrübe edilmiş, toplum bedenine katliam, eziyet, zulüm, sömürüden öte bir şey olmadığı anlaşılmıştır. Reddediliyor.
Yeni yapılanmanın kurulamaması, savaşın çeşitlenerek devam etmesi; restore edilmek istense de ulus-devletin halklar tarafından reddedilmesi süreci uzatan esas etmen oluyor. Kaldı ki bölge ulus-devleler ‘eski altın’ yıllarında ısrar ediyor ve bu durumu daha da karmaşıklaştırıyor.
Türk ulus-devleti bunlardan biridir. Tekli yapı ‘beka’yı koruma yeterli olmuyor ki, bütün yetkiler tek elde toplanıyor ve kararlar tek kişi tarafından verilmesi için mevzuat hazırlıkları sürdürülüyor. Nüans kadar olsa bile farklı sesler tümden kısılmak için önlem üzerine önlemler alınıyor. En demokratik hak olan basın açıklamaları, miting-gösteri hakkı filen yasak. Düşünen, çözümler üreten aydın, entelektüel, yazar-çizer, basın-yayın gibi kamuoyu oluşturan bütün kesimler sindirilmek ve susturulmak isteniyor. Uymayanlar ya tutuklanıyor ya da ülkeyi terke zorlanıyorlar.
Korku tüm toplumlarımızın ince kılcal damarlarına kadar işlenmeye çalışılıyor. Yıllardır sürdürülen sindirme çalışmaları bir noktaya kadar sonuçlar verdi. Türkiye adeta susturulurmuş zemine oturtturuldu.
Korku zemin bulduğunda bulaşıcıdır. Cesaret de öyledir, zeminini bulduğunda yayılır. Tarihin öğrettiği son kertede cesaretin bulaşıcılığı tayin edici olmaktadır. 1930’lu yıllarda Avrupa’daki faşizm rüzgarında görüldü, en derin haliyle. Yakın zamanda IŞİD vahşeti yaşandı. Ancak Kobane’deki zaferle insanlık onu aştı. IŞİD korkusu inişe, Kobane cesareti yükselişe, bulaşıcı olmaya başladı ve başardı.
Antidemokratik ve özgürlük karşıtı despotik yapılanmanın yarattığı korku iklimi, bölgedeki değişime direnç gösteren yapıların direnme halinin Türkiye versiyonudur. Türkiye’deki iç sorunların çözümsüzlüğe ile harmanlanmış bölge sorunlarının demokratik dönüşüme direnişidir. O yüzden bölgeden yalıtık demokratikleşme ve özgürleşmenin gerçekleşmesi güçtür. Zira Ortadoğu 1.Dünya Savaşı’nda bütünlüklü yapılandırıldı. Aşılması, demokrasi ve özgürlük temelinde yeniden yapılanması da bütünlüklü gelişmek durumundadır.
Korku bulaşıcı etkisini kaybetmeye başlamıştır. Cesaretin bulaşıcılığı perdelerini açmaya başlamıştır. Bölgede de durumun böyle olduğu verileriyle açığa çıkıyor. Hatta dünya da bu durum kapsamına girme sürecindedir.
HDP, Edirne-Hakkâri güzergahlarında gerçekleştirdiği yürüyüş ile cesareti yaymış ve bir heyecan dalgasına vesile olmuştur. “Çoklu Baro” sistemine geçiş için yapılmak istenen yasal değişikliklere avukatların günlerdir süren protestoları ve öğrencilerin dislikeleri yeni bir dönemin çıkış işaretlerini barındırıyor. Bunlara kadınların sürekli hareketli oluşları da eklendiğinde, gelecek için umutlu olmak için fazlasıyla neden oluşuyor. Barış içinde demokratik ve özgür bir gelecek, korkuyu yenme ve cesareti yükseltmeyle gerçekleşebilir.