Bu hafta siyasi iktidar Meclis’ten arka arkaya yasa geçirmeye, yapacaklarını meşrulaştırmaya çalışıyor. Torba yasalara amaçladıklarını, planlarını, ülkenin yönetiminde değiştirmek istediklerini sokuşturup yapacaklarına “yasal” kılıf hazırlamakla meşgul.
Alkollü içkiden, tütüne, şekerden, tarım alanlarına, şahıs arazilerinden, kamu arazilerine nasıl el koyarım, neyi yasaklar/ cezalarla halkı yıldırırım, hangi doğal alanı sermayeye açarım diye hesaplıyor. Yaşam alanları üzerinde her türlü müdahale yetkisine sahip çevre ve şehircilik bakanlığı ise yapacakları için plan değişiklikleri, planlamalar yapmakla meşgul.
Sizinle bunların detaylarını tartışmayı planlıyordum bugün, olmadı. Günlerden 2 Temmuz olduğunu hatırladığımda yıllar öncesinde açılan ve içimde iyileşmeyen yara, sönmeyen yangın 1993’ten bu zamana geliverdi. 37 yıl önce bugün sayılarının 15 bini bulduğunu sonradan öğrendiğim ağzından salyalar akarak Madımak Oteli’ne saldıranların bir yandan nasıl insan kılığında olabildiklerini düşünüp hayatım boyunca hiç korkmadığım kadar korkarak bir mucize olmasını beklemiştim. Havadan helikopterle gelecekler, o otelin merdivenlerine sıkışmış canları alevlerin arasından alacaklardı, saatlerce bu umutla saatlerce Sivas’tan aktarılan haberleri izledim. Onları kurtarmak, alevleri söndürmek, bu kabusu sonlandırmak istedim. Oysa siyasi iktidar ve ortakları 33 sanatçının, otel çalışanlarının yanışını seyretti, kılını kıpırdatmadan bekledi. O gün bu topraklarda yetişmiş, birbirinden kıymetli can yobaz vahşilerce katledildi. Katliam olarak ifade edemeyeceğini söyleyerek tarafını belirleyen siyasetçiden otelde olanlardan başka can kaybı olmadı diyen dönemin başbakanına kadar taraftarlar tarihte yerlerini aldı. Dönemin faşistleri, onaylayarak, azmettirerek, sessizce bekleyerek Sivas Madımak Oteli’nin önünde toplanan binlerce yobazın katliamını birlikte sonladılar. Bir ülkenin kimliği olan, kültürünü oluşturan ozanlar 2 Temmuz 1993’te herkesin gözü önünde yakıldı. 37 yıl önce 2 Temmuz gecesi Sivas’ta yaşananlar, örgütlü, organize bir katliamdı. O gün olayı azmettirenler, göz yumanlar, yıllarca iktidarda, Meclis’te bu ülkenin halklarının kaderini belirledi. Savcılar olayın sanıklarını mahkemede akladı, beraat ettirdi, davayı zamanaşımına uğrattı. Yüreğimizdeki yangın hiç sönmedi, gözümüzün önünden kadın erkek ozanların yüzü, merdivenlerde çaresiz kurtarılmayı bekleyen görüntüleri hiç gitmedi.
O gün gökyüzüne yükselen, içine ozanları, otel çalışanlarını, çocukları alan alevler; hala bu ülkenin güzel insanlarını alıp yakmaya devam ediyor. Roboski’de, Suruç’ta, Ankara Gar’ı önünde, Sur’da, Cizre’de vd. Kürt illerinde yaşanan katliamlar, birbirine sarılmış çocukların cansız bedenleri, buzdolaplarında saklanan bebek cenazeleri, ellerinde kitaplar, oyuncaklarla bombalanan gençler, barış için yanyana gelen yurttaşların parçalanmış bedenleri, faili meçhul yok oluşlar art arda yaşandı. Dün ve bugün aynı zihniyet siyasi iktidarda yerini koruyor.
Bizler her birini, bu ülkenin canlarını ölüme sürükleyenleri mahkum ettik. Dün yakarak katleden, azmettiren, katliamı seyreden zihniyetle bugün kendi yaptıklarına karşı olan herkesi terörist diye damgalayan, türküleri, düşünceleri yasaklayan, siyasetçileri, akademisyenleri, sanatçıları, avukatları, kadınları, gençleri hukuksuzca tutuklayıp, özgürlüğünü yok eden, halkına savaş açan aynı zihniyettir. Yaptıklarına “yasal” kılıf yaratmakla yaptıkları ve yapacakları meşrulaşmayacaktır.
Hukuksuzca tutuklanan, herkes için adalet isteyen ve türkülerin yasaklanmaması için ölüm orucuna başlayan Grup Yorum üyeleri; pandemili günlerden birkaç hafta önce yaşamlarını yitirmişti. Bugün av. Ebru Timtik, av. Aytaç Ünsal adil yargılanma talebi ile ölüm orucunda, hukuksuz tutukluluk onları da ölüme sürüklemekte. Hukukçular, siyasi tutsaklar, gazeteciler, hasta tutsaklar, halkların iradesi, türküler, düşünceler, adalet bir an önce özgür bırakılmalıdır. Hukuksuzluğun ve sonucunda yaşananların sorumlusu siyasi iktidardır. Katliamların yaşandığı bir ülkede değil yaşatmayı, özgürlüğü, adil ve eşitliği ilke edinen bir ülkede yaşamak istiyoruz.