2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Pir Sultan Abdal Külkür Derneği’nce düzenlenen Pir Sultan Şenlikleri’nde 33 aydın ve sanatçının yakılarak öldürülmesi ile sonuçlanan katliamın bugün yirmi yedinci yılı. Pir Sultan Abdal’ı anmak için her taraftan kente gelen aydın, sanatçı, iş insanı, öğrenci ve halkın tüm katmanlarından insana karşı başlatılan tahriklerin sonunda konukların kaldığı Madımak Oteli karşısında toplanan ve on beş bin kişiyi aştığı söylenen kalabalık, önce otel önündeki araçları, daha sonra da oteli yakmışlar, içindekileri ölüme terketmişlerdi. Yangın sonunda 33 konuk ve iki otel görevlisiyle yangını çıkaran göstericilerden iki kişi yanarak hayatlarını kaybettiler.
Madımak olayı, Türkiye’de ötekileştirilenlere karşı ne ilk, ne de son olmuştur. Osmanlılar döneminde Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman’la başlayan ve Kuyucu Murat gibilerle süregelen olaylarda Alevilere karşı sürdürülen imha ve toplu katliamlardan sonra 1865 Zeytin olayları ile Ermenileri, 1915’ten itibaren de Süryaniler ve diğer azınlıkları da hedef almıştır. Osmanlı döneminde başlayan Kürt hareketleri ile de Sünni Müslümanlar da “ötekiler” kavramına dahil edilmiştir.
“Türk milletinden, İslam ümmetinden ve Garp medeniyetinden” olduğu şiarıyla şekillenen Cumhuriyet döneminde ise bu ülkede tek millete dayalı ulus devlet yapılanması, “Hanefi-Türk”lerden oluşan ve diğer unsurları reddeden bir hale gelmiştir.
Her türlü hak talebini “isyan” diye niteleyerek Kürtlere karşı yürütülen ve halen devam eden olayları bir yana bıraksak da devletin yanlı ve zaman zaman düzenleyici ve tahrik edici tutumu sonunda meydana gelen olaylarda da bu ötekileştirme giderek artan bir tempo ile sürmektedir. 6-7 Eylül 1955 olayları, Maraş, Malatya, Çorum, Gazi olaylarında yakıp yıkarak, yağmalayarak, tecavüz ve katlederek kendinden saymadıklarını yok etmek, ülkeden kaçırmak yolundaki tüm hareketler devlet tarafından küçümsenmiş, failleri korunmuştur. Madımak olayları sırasında devrin başbakanı Demirel, “Halkı polisle karşı karşıya getirmem” diyerek olaylara müdahalede gecikmiş, katillerin avukatlığını da bir dönemin Adalet Bakanı yapmıştır. Yargılamalarda da hep tek yanlı davranılmış, olaylar çoğu zaman basit kavga, karşılıklık çıkarma düzeyinde gösterilmeye çalışılmıştır.
Sivas Madımak olaylarında hayatlarını kaybedenleri rahmetle anıyoruz. Onların acısını hiçbir zaman unutmayacağız.
★★★
“Tabii tek devlet, tek millet, tek dil, tek din” şiarıyla getirilmek istenen toplum yapısının önünde zaman zaman engeller çıkmakta. Siyaset ve medyanın dışındaki sivil toplum kuruluşları, terörize edilmekte, engellenmekte, işlevsizleştirilmeye çalışılmaktadır. Ancak bir de yasalarla kurulmuş kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri var. İşte her türlü denetimden uzak bir yönetim düzeni kurmaya çalışan iktidar, bu meslek örgütlerine bir türlü yeterince nüfuz edememektedir. Bunların başında da baro gelmektedir.
Her türlü hak ihlaline karşı çıkan, gerektiğinde davalar açarak engelleyen baroları ele giçiremeyince bölüp parçalamak, kendilerine uygun barolar kurmak için harekete geçildi.
1969’da çıkarılan Avukatlık Kanunu ile Türkiye Barolar Birliği kurulmuş, baroların kamu kuruluşu niteliği pekiştirilmiştir. Buna göre her il bir baro çevresidir. Baroya kayıtlı olmadan da avukatlık yapılamaz. 12 Eylül faşizmi, hazine ve kamu kurum avukatlarının barolara kayıt zorunluluğunu kaldırmıştı ama bu yetmedi. Şimdiki iktidar, devlette, millette, dilde, dinde teklik aramasına rağmen baroda çokluk istemekte. İki gün önce Meclis’e sevkedilen ve Adalet Bakanı’nın bile haberi olmadığı söylenen yasa taslağı ile baroların birer dernek haline getirilmesi amaçlanmaktadır. Bu taslakla beş binden yukarı üyesi olan baroların bölünmesi mümkün olacak. Ankara, İstanbul ve İzmir barolarının hedeflendiği açık olan taslakla bu baroların Türkiye Barolar Birliği yönetimindeki ağırlığının, beş bin kişiye bir delege olarak hesaplanması suretiyle azaltılması istenmektedir.
Bu taslak yasalaşırsa kısaca neler olacağını gözden geçirelim.
*Büyük illerdeki barolar, ildeki bölgelere göre değil, siyasi düşüncelere, inançlara, ideolojilere göre bölünecek ve her ideoloji kendi barosunu kuracaktır. Tabii iktidar nüfuz edemediği barolar karşısında kurulan diğer baroların yargı karşısındaki etkinliğinin de destekçisi ya da köstekçisi olabilecektir.
*En az iki bin kişi ile sınırlandırılan baro kuruluşunda barolar, bu sayıya ulaşmak ve bu sayıyı kaybetmemek için etik omayan yollara başvurabilecekler. Siyasi partilerde, sendikalarda üye kazanmak için yapılan “atraksiyon”lar, barolara da sirayet edecektir.
*Protokolde İl Adalet Komisyonu ve İl Başsavcısı’yla aynı sırada olan baro başkanlarından hangisinin bulunacğı sorun olacaktır. Tek Adalet Komisyonu varken çok baro olacaktır. Bu teklik yalnızca komisyon için değil, her ilde tek ticaret odası, tek sanayi odası, her meslek için tem meslek odası olmasına rağmen çok baro olması da ayrı garabet.
*Cübbe altındaki giyim serbestisi de vurgulanarak sarıkla, çarşafla ya da şortla gelme serbestisi gelmekte.
Başta İstanbul Barosu olmak üzere tüm barolar bu bu gidişe karşı durmakta. Türkiye Barolar Birliği’nin başkanı dışındaki yöneticilerinin büyük bölümü de baroların yanında yer almakta. Salı günü İstanbul’da yapılan görkemli mitingde savunmanın bu yasaya şiddetle karşı çıkacağı dile getirilmiştir. Yarın da Ankara’da tüm avukatların çağrıldığı bir miting tertiplenmektedir. 60 kadar baro başkanı, üç gündür Ankara’da bu mitingin hazırlıkları ile meşgul.
Sayın Erdoğan, bu yasanın mutlaka çıkarılması yolunda grubuna talimat verdi.
Hayırlı olmayacağı şimdiden apaçık ortada olan bir teşebbüse “hayırlısı” demek de anlamsız.