Erdoğan neden böyle yapıyor? Neden en olmadık işlere girişiyor? Bu kadar tepki çeken konularda, neden ısrarcı oluyor? Neden ‘Kanal İstanbul’ diyor, ‘Çoklu Baro’ diyor? Suriye, Irak yetmedi, neden şimdi Libya’da ‘herkese’ kafa tutuyor? Doğu Akdeniz’de ne yapmak istiyor? Gibi sorular, günübirlik olarak aydınından yazarına, gazetecisinden siyaset insanına ve tabiki yurttaşına kadar soruluyor, cevap aranıyor. Hemen herkes bu gidişin iyiye işaret olmadığını söylüyor ve Erdoğan’ın geri adım atmasını istiyor. ‘Ülke yangın yerine dönmüş, ekonomi dibe vurmuş, iç siyasette kılıçlar çekilmiş, dışarda düşman olmayan kalmamış’ deyip, bir an evvel bu çatışma dilinin ortadan kalkmasını bekleyenler, her yeni güne daha fazla gerilim ve kriz ile uyanıyorlar. Öyle ki, bu durum, kendisini muhalefet olarak gösteren, burjuva siyaset çevrelerinde şaşkınlığa yol açıp ‘Erdoğan için bir şey yapmaya gerek yok, zaten sonunu kendisi hazırlıyor’ biçiminde yorumlara neden olurken; taraftarlarında ise yedi düvele meydan okuyan ‘fatih’ yorumlarına yol açıyor.
Dikkat edilirse, içerden ve dışardan gelişen tüm uyarılara rağmen, iktidar kanadının gerilimi düşürme, görece sakin bir ortam yaratma amacı bulunmuyor. Aksine kriz üreten politikalarda ısrar, gözle görülür bir artış söz konusu. Toplumu karşı karşıya getiren, gerilimi arttıran bir konu gündemden çıkar çıkmaz, yeni bir konu gündeme getirilmekte, bu biçimde gerginlik ve karşıtlık siyaseti sürdürülmektedir. Tesadüf olmadığı gün gibi açık olan bu durumda, sıradan yurttaşa biçilen rol, olup biteni izlemek ve tarafını belirlemektir. Zaten iktidar cenahının izlediği temel siyaset, toplumu kamplaştırıp kendi yandaşlarını koruma esasına dayanıyor. Birçoklarının hala anlamadığı, anlamakta zorlandığı temel mesele de bu oluyor.
‘Erdoğan tarafsız olsun’ diyenler var, hala. Muhalefet olduğu iddia edilen CHP’nin sisteme dair temel eleştiri argümanı, bundan ibaret. Her gün bir CHP’li bunu dile getiriyor. Özünde reddedilmeyecek bu düşüncenin dile getirilme biçimi ve siyasal zemini sorunu görünür kılmaktan ziyade perdeliyor, hatta görünmez kılıyor. Esasında Erdoğan’ın böyle bir gündemi yok. İktidar olduğu her dönemde karşıtlık siyasetine başvuran ve son beş yıldır da bunu ayakta kalmak için temel strateji haline getiren Erdoğan’ın, bugün için elinde başka bir araç da bulunmuyor. Erdoğan bu siyaset tarzını değiştirdiği gün iktidarda kalamayacağını düşünüyor ve gerçeklik de bu yönlüdür.
Bundan dolayı ‘Erdoğan herkesle kavgalı, içerde çatışmadığı, dışarda savaş açmadığı kimse kalmadı’ söylemlerinin fazla da bir manası bulunmuyor. Erdoğan iç ya da dış siyasette gerilimi düşürdüğü an, toplumun temel sorunları gündeme gelmekte ve halkın ezici çoğunluğu bu sorunların müsebbibi olarak Erdoğan’ı görmektedir. ‘İktidarda olan sizdiniz, iktidar olan sizsiniz, sorunları da siz yarattınız’ deniliyor. Şüphesiz, son 20 yılda ülkeyi yöneten kişi-iktidarın bu sorunlardan muaf tutulması mümkün değil. Doğal olarak, toplum sorunlarına çözüm bulamayınca, iktidara yöneliyor ve değişmesini talep ediyor. Bunu gören Erdoğan ve çevresinin de, en iyi yaptıkları işe başvurdukları görülüyor: Toplumu suni gündemler ile manipüle etme, psikolojik-özel savaş araçları ile yanılsama yaratma ve bu biçimde iktidarını sürdürme.
Ki, özellikle son iki yıldır Türkiye’de iktidarın meşgul olduğu, öne çıkardığı gündemlere bakıldığında, bunların ekseriyetinin yapay-kurgu gündemler olduğu rahatlıkla görülebilmektedir. İstanbul seçimleri ardından meşruiyetini yitiren iktidarın bu tür gündemler yaratarak ayakta kalmayı denediği ve bu konuda kısmen başarılı da olduğu söylenebilir. İçerde toplumsal desteğini kaybeden iktidar bloku, tabanındaki erimeyi engellemek için, bir yandan iç politikada çatışan bir siyaset izleyerek, kitlesini konsolide etmekte, diğer yandan ise dışarda savaş politikalarına ağırlık vererek, toplumun yaşadığı gerçek sorunları karartmak istemektedir. Suriye, Libya’da atılan adımlar, Doğu Akdeniz’deki girişimler, Başur Kürdistan’a yönelik son işgal girişimi, tamamen bu çerçevede gündeme gelen konular olmaktadır. Elbette ki, bu saldırgan siyasetin çokça tartışıldığı üzere ‘Neo Osmanlıcı’ fikriyatla bağlantısı tartışma götürmez. Böyle bir devlet politikasının devrede olduğu bilinmektedir. Fakat bu politikanın da, Anadolu ve Mezopotamya halklarının tabandan gelişen özgürlükçü-demokratik bir toplumsal sistem talebiyle doğrudan bağı vardır. Geliştirilen soykırım siyaseti, bu talebin baskılanması esasına dayanmaktadır. Erdoğan’ın bugün sözcülüğünü yaptığı Türk devlet aklı, “eğer önünü alamazsak ‘yüz yıllık darbeler cumhuriyeti’ yıkılacak, biz tasfiye edileceğiz” görüşündedir. Bunun ayak seslerini her geçen gün daha yakından hisseden Erdoğan ve arkasındakiler, ne yapıp edip toplumu zorla sindirmeye çalışmakta, bunu başaramadıkları durumlarda ise özel savaş oyunlarına başvurarak etkisiz-duyarsız bir pozisyona getirmek istemektedirler. Bundandır ki, her gün gerilimi arttırıyor, çatışmayı derinleştiriyor, toplumu karşılaştıran siyasetlerine hız veriyorlar. Yapılacak seçimlere-erken ya da zamanında- kadar da bu gerginlik siyasetini sürdürecekleri apaçık ortadadır. Çünkü başka bir yol bilmiyor, çıkış sağlayacağını düşünmüyorlar. Hal böyle olunca, gerginlik politikasını bir stratejiye dönüştürüyorlar ve uyguluyorlar. Amiyane deyimle vuruşa vuruşa iktidarlarını sürdürmek, gideceği yere kadar götürmek istiyorlar. Bir yenilgi itirafı olan bu gerginlik stratejisi, kuşkusuz onların hesabı. Bir de halkların hesabı var, elbette.