Edirne ve Hakkâri’den başlayıp Ankara’da sonlanan HDP yürüyüşü, gerek toplumsal muhalefet gerekse iktidar nezdinde ciddi sonuçlar doğurmuş bulunuyor. HDP yürüyüşünün birinci ayağının sonlanmasından hemen sonra baroların Ankara’ya yürümesi, sendikaların kıdem tazminatını ortadan kaldıran tasarıya karşı Ankara yürüyüşünü tartışmaya başlaması bu etkinin yansımaları olarak okunabilir. Toplumsal muhalefete hâkim olan ataletin kırılmaya başladığı görülüyor. Yürüyüş, siyasal muhalefeti parlamento duvarları arasına ve sosyal medya kampanyalarına sıkıştıran iktidar ablukasında ciddi bir yarık oluşturmuş, bir buzkıran görevi görmüş oldu. Böyle bakıldığında yürüyüşün birinci aşamasının başarıyla sonuçlandığı söylenebilir.
İktidarın HDP’yi hedef alan operasyonel saldırılarının artması, yürüyüşün onun cenahında da ciddiyetle izlendiğini gösteriyor. Saldırı sadece HDP üzerinden gelişmiyor, bir bütün olarak Kürt Özgürlük Hareketi hedef alınıyor. Roza Kadın Derneği, TJA ve son olarak DTK’nın hedef alınması bu söyleneni doğruluyor. Kayyum atamalarının devam etmesi, Kürt siyasetçilere verilen cezalarının onanması, son olarak basına yansıyan işkence görüntüleri bu saldırı konseptinin derinleşerek devam edeceğine işaret ediyor. Ülke içerisinde siyasal operasyonlar şeklinde yürütülen saldırı, Güney Kürdistan ve Rojava topraklarında askeri operasyonların derinleşmesi ile devam ediyor. Sivil yerleşim yerleri vuruluyor, öne çıkmış politik kadrolar suikastlarla katlediliyor. Böylesi derinlikli ve karmaşık bir saldırının, başta ABD olmak üzere bölgede söz sahibi büyük güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin haberi ve onayı olmadan yürütülemeyeceği gerçekliği ise bir başlık olarak ortada duruyor. Çıplak gözle bakıldığında bile Kürt Özgürlük Hareketi’nin askeri ve siyasi tüm özneleri ile hedef alınması Kürt halkına saldırı üzerinden bölgeye şekil verme çabası olarak okunabilir. AKP iktidarı, Türkiye devletini büyük güçler açısından kullanışlı bir aparat haline getirmiştir. AKP iktidarda kaldığı sürece bölge halkları tehdit altında kalmaya devam edecektir. Türkiye’nin demokratikleşmesi ile bölge halklarının kaderi arasında doğrusal bir bağ oluşmuştur.
Ülke içerisindeki saldırıları bölgesel düzeydeki bu gelişmelerden bağımsız ele almamak gerekir. Bununla birlikte emperyalistlerin bölgesel planlarının yanında, iktidarın kendisine ait planlarının da mevcut olduğunu göz önünde bulundurmak gerektiği ortadadır. Siyasal iktidarın Türk, sermayesi ile birlikte emperyalistler arası çatışmanın yol açtığı boşluktan, enerji kaynakları üzerinde denetim sağlamış, bölgesel askeri bir güç olarak çıkmak istediği az çok bilinmektedir. Bu nedenle Güney Kürdistan’dan Libya’ya, hatta Tunus ve Çad’a kadar uzanan geniş bir havzada askeri operasyonların yürütüldüğünü, operasyonların sadece geçmiş özlemlerini gidermeyi arzulayan romantik hayallerin ürünü olmadığını, ekonomik ve siyasi kazanımları hedeflediğini görmek gerekiyor.
İktidar bir yandan uluslararası planların peşinden koşarken öte yandan içeride ekonomik ve siyasi sıkışmışlığını aşmanın yollarını da arıyor. Büyük hayaller peşinde koşturan iktidar bloku, ülke içerisinde derin bir ekonomik kriz ve meşruiyet kaybıyla boğuşuyor. Bu noktada HDP’nin ve Kürt hareketinin siyasal kurumlarının hedef alınması ayrı bir anlam da taşıyor. İktidar, HDP’ye yönelik saldırı üzerinden tüm ülkeye ayar vermeye ve kendi varlığını kalıcı kılmaya çalışıyor. Böyle bakıldığında HDP’ye yönelik saldırının, ülkeye yönelik bir saldırı olarak okunması gerekiyor. Gerek ekonomik kriz gerek siyasal ve sosyal çöküntü, iktidarın yeniden rıza üretme potansiyelini bitirmiştir. İktidarın ayakta kalabilmesinin tek yolu baskıyı daha fazla arttırmak, kendi karşısında neredeyse blok halinde duran muhalefeti dağıtıp siyaset yapamaz hale getirmektir. Tasfiye edilmek istenen HDP ve bileşenleri değil bir bütün toplumsal muhalefetin kendisidir. Saldırı tüm topluma yöneliktir.
Mesele böyle ele alındığında genelde Kürt halkını, özelde HDP’yi hedef alan saldırı Kürt halkı, HDP ve HDP bileşenlerinin sorunu olmaktan çıkar. HDP’yi hedef alan saldırı ve HDP’nin kapatılmak istenmesi meselesi artık HDP’nin değil tüm toplumsal muhalefetin sorunudur. Kürt sorununun demokratik-barışçıl çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesi arasındaki bağlantı, Kürt halkı ile Türkiye emek ve demokrasi güçlerinin kader birliği tüm çıplaklığı ile açığa çıkmıştır. Yapılması gereken, bu kader birliğinin mücadele birliğine dönüşmesini sağlamaktır.