Türkiye’nin son dönem uluslararası ilişkilerde bir oraya bir buraya savrulan politikaları üzerine yapılan yorumların ulusal çıkarlar üzerinden değerlendirilmesi dikkat çekiyor. Ulusal çıkar nedir ve neye tekabül etmektedir konusu ayrı ve geniş bir konu ancak, kısaca ‘milli-yerli’ söylemleri üzerinden bakınca tekabül ettiği tek şeyin sermaye çıkarları olduğu söylenebilir. Suriye’den sonra Libya’da AKP iktidarı tarafından sürdürülen politikalarında bu durumdan bağımsız olmadığı aşikar. Suriye’ye yönelik politikalarda ilerleme sağlayamadığı izlenen AKP iktidarının dümeni Libya’ya kırmasındaki neden de ‘ulusal’ çıkarlar olduğu anlaşılabiliyor.
Sermayenin yüzü her zaman yeni sömürü ve birikim alanlarına dönüktür. Bu bağlamda yüzünü çevirdiği noktalarda insan ve doğa çıkarları onu ilgilendirmez. Suriye’de özellikle tarımsal üretim alanları olan araziler yerle bir olurken, Libya’da benzer bir süreç ilerlemektedir. Libya’da ilerleyen sürecin amacı da Suriye’de olduğu gibi ‘doğal’ kaynakların yani petrol ve doğalgaz rezervlerinin sömürüye tabi tutulmasından başkaca bir şey değildir. Rusya, ABD, Fransa, Türkiye, İsrail, Mısır gibi ülkelerin Libya’ya ilgisi sadece ve sadece bundan ibarettir.
Türkiye’nin Suriye’de uzun süre Rusya ile birlikte hareket ederken son dönemde bu birlikteliğin sarsıntı geçirdiği izleniyor. Rusya ile Türkiye arasındaki gerginlik Libya’da da sürerken Rusya’nın ABD’ye çağrı yaparak sürece müdahil olmasını istemesi dikkat çekici. Suriye’de yaşayan sürece benzer bir durumun Libya’da da ortaya çıkma ihtimali, Türkiye’nin emperyal hedeflerini yok edecek içerik barındırıyor. Diğer taraftan Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmaya dayanarak Akdeniz’de doğalgaz sondajları yapma hedefi ise Fransa başta olmak üzere Avrupa tarafından tepkiyle karşılanması, Türkiye ile AB arasında da giderek büyüyecek bir gerginliğe işaret ediyor.
Türkiye’de ‘hey ABD’ diklenmeleri anlamını yitirirken, ABD politikalarına Türkiye’nin yedeklendiğini gösteren birçok emare ortaya çıkmış durumda.
Yukarıda belirttiğimiz gelişmelere değinmekteki amacımız, Rusya’nın Mersin Akkuyu’da inşası süren nükleer santralle ilgili son dönem yaşananlara dair gelişmeler. Nükleer karşıtı bazı yapıların ekoloji mücadelesi içinde yer aldıklarını iddia etmelerine karşın Akkuyu ile ilgili aldıkları tutuma dair bir şeyler söylemek bir zorunluluk oldu. Geçtiğimiz hafta hazırladığım yazıda ‘STK’ olarak nitelenen yapıların içine sermaye örgütlerinden işçi sendikalarına kadar, tüm sağlı sollu ve özünde birbirine karşıt olması gereken örgütlenmelerin aynı kategoride değerlendiriliyor olmasının ne anlama geldiğini göstermeye çalışmıştık.
Bu duruma tipik örnek olan ve kendilerini STK olarak tanımlayan bazı örgütlerin Akkuyu Nükleer Santrali’nin durdurulması talebiyle açtıkları davada Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) müdahil olmasını istedikleri ve mahkeme tarafından bunun kabul edilmiş olmasını bir zafer olarak sunmaları dikkatimi çekmişti. Kararda mahkemenin davayı MGK’ye bildireceği, zorunlu olmamakla birlikte kurumun davaya müdahil olabileceği yeraldı. STK’lerin sunduğu gerekçede ise şu ifadeler yer almaktaydı: “Rusya’ya ait Akkuyu Nükleer Santrali, Türkiye için milli güvenlik tehdididir, 28 Şubat’ta Suriye’nin kuzeyinde 33 askerin şehit edilmesiyle sonuçlanan menfur saldırı sonrası Türkiye ile Rusya neredeyse savaş konumuna gelmiştir. Bizimle her an çıkarları çatışma noktasında karşı karşıya gelebilecek Rusya’nın denetiminde ve kontrolünde bir Akkuyu Nükleer Santrali Türkiye için milli güvenlik tehdididir.”
Kendilerini ‘STK’ olarak niteleyen örgütlerin isimlerini anmayacağız. Ancak böyle bir gerekçe ile nükleer karşıtlığı yapmak en hafif tabirle abesle iştigal bir durum. MGK’nin böyle bir karara ilgi göstermesi halinde bu ‘STK’ler MGK’nin santralden vazgeçeceğini mi sanıyorlar? MGK’nin ABD, Japonya, Fransa ya da Almanya ile santrale devam edilmesini isteyerek ‘ulusal’ çıkarlar bunu gerektiriyor dediğinde, bu STK’lerin tutumlarının ne olacağını gerçekten çok merak ediyorum. MGK’nin hangi dürtüyle kararlar aldığına geçmişten günümüze kadar bir göz atmalarını öneririm. Mevcut iktidarın nükleer enerji sevdasının enerji ihtiyacından kaynaklanmadığı gerçeğini irdelemelerini ve bu santralin inşa edilme planının MGK gündemine gelmeden alındığını sananların eğer farklı bir amaçları yoksa (yani iktidar politikalarına yedeklik gibi) ancak büyük bir talihsizlik olabilir.