Camille Münzer*
“Savaştayız.” Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, koronavirüs salgını karşısında Fransa’daki durumu iki ay önce böyle tarif etmişti. Bir savaş durumu ile karşılaştırılması birçok insanı şaşırttı. Bu defa düşman görünmez. Bizim ve diğerlerinin içinde. Her yerde ve aynı zamanda hiçbir yerde. Buna savaş demek, aynı zamanda bugünü istisnai bir dönem olarak tanımlamak ve hastalığı yenmek istiyorsak gerekli ve kaçınılmaz olan belirli bir rejimi ilan etmektir. Ancak savaş dönemleri basit ara dönemler değildir. Çoğu zaman uzun vadeli etkileri olan dönüştürücü dönemlerdir. Ekonomi, iş yasası, nüfus yönetimi veya ezen ve ezilen arasındaki ilişki olsun, sağlık krizinin sonuçları yıllar boyunca hissedilmeye devam edecektir.
Geçmişteki salgınlar sömürenler ve sömürülenler arasındaki ilişkiyi kalıcı olarak altüst etti. 14. yüzyılda Kara Veba Avrupa nüfusunun yüzde 30 ila 40’ını yok etti. Zenginler birdenbire emek kıtlığı ile karşı karşıya kaldı. Ekinler çürüme, hayvanlar ölüm tehlikesi altındaydı. Öncesinde kıt olan arazi bollaştı. Artık köylüler üzerinde topraktan sürülme tehdidinin bir etkisi kalmamıştı. Lordluktan kaçarak diğer topraklara, ya da kentlere göç ettiler. Irgatlar zaman zaman normalden iki kat daha yüksek ücret talep edebilirdi. Silvia Federici, Caliban and the Witch’deki bu hikayeyi yeniden anlatırken “Batı Avrupa köylülüğünün geniş bir kesimi ve kentli işçiler için 15. yüzyıl eşi görülmemiş bir güç dönemiydi.”
14. yüzyılda Avrupalı egemen sınıflar köylülerin, çiftçilerin ve işçilerin yeni kazanılmış gücü karşısında kayıtsız kalmadı. Güç dengesinin kendi lehlerine dönmesi için ellerinden geleni yaptılar. Çeşitli ülkelerde emekçi sınıfları, avareliği ve “aylaklığı” yasaklayarak az çok zorla işe koymayı ve bir maksimum ücret oluşturmayı hedefleyen yasalarda artış yaşandı. İngiltere’de 1349 İşçi Kararnamesi 60 yaşın altındaki herkesin bir lord için çalışmasını gerektiriyordu. Kral III. Edward’ın kararnamesi bunu şöyle meşrulaştırdı: “İnsanların, özellikle de işçilerin ve hizmetçilerin büyük bölümü son zamanlarda, çoğu efendilerin gerekliliğini ve büyük hizmetçi kıtlığını görerek, vebadan öldüğü için, fazla ücret elde etmedikleri takdirde hizmet etmeyeceği ve bazılarının hayatlarını sürdürmek için çalışmak yerine aylaklık içinde dilenmeyi isteyecekleri için.” Fransa’da II. Jean Bon’un 1351 kararnamesi “aylakları” ve “istedikleri ücret ödenene kadar bir iş yapmayı” reddeden işçileri hedefledi. İşçi sınıfını kontrol altına alma girişimleri sömürülenler tarafından bir dirençle karşılandı ve yoğun sınıf mücadelesi çağını açtı. 14. yüzyıl sonunda Avrupa’da sayısız isyan meydana geldi, bunlar arasında en bilineni Floransa’daki Ciompi İsyanı’dır.
Salgının sömürenler ve sömürülenler arasındaki denge üzerine olan etkilerini öngörmek güçtür. Covid-19 Kara Veba’dan daha az ölümcüldür. Günümüzde bir kimsenin işini bırakıp başka bir bölgeye göç etmesi daha zordur. Yine de Covid-19 salgını ücretli emeğin merkeziliğini ve gerekli işçilerin –yalnızca hemşire ve doktorlar değil, süpermarket kasiyerleri, kamyon şoförleri ve diğerleri dahil- gıda endüstrisi işçilerini de, özellikle “yüz yüze” faaliyetlerde olanları, kapsadığını gösterdi. Lojistik zincirindeki bazı sektörler karantina süresinde faaliyetlerinde bir sıçrama deneyimledi. En büyük lojistik şirketleri açısından salgın bir kar elde etme fırsatına dönüştü. Birleşik Devletler’de Amazon sadece son iki ay içinde 175000 işçiyi işe aldı. Kısmen sağlık malzemelerini ulaştırmaya dönüştürülen lojistik sektöründeki işçiler açısından bu, kendi önemlerini göstermek için bir fırsattı. 1 Mayıs’ta Birleşik Devletler’de, diğer gerekli şirketlerin işçilerinin yanı sıra Amazon işçileri greve gitti. Karantina süresince neyin “gerekli” bir sektör olduğunun tarifi tartışılmış olsa bile, bazı sektörler kendi “seferberlik”lerinin fark edilmesi için harekete geçiyor. İyileşme döneminde daha iyi sağlık koşulları için grevlere ücret artışları ve “koronavirüs primleri” için grevler eşlik etti.
Karantina süresince gelecekteki bazı değişiklikler kendilerini halihazırda belli etti. Milyonlarca işçi iki aydır evden çalışmaya zorlanıyor. Evden çalışmak yeni birşey olmasa bile büyüklüğü yenidir. Fransa’daki işçilerin yüzde 25 ila 30’unun uzaktan çalıştığı tahmin ediliyor. (Öğretmenler gibi) birçokları için yeni olan şey diğerleri için “esnek ofis”in genelleştirilmesidir; artık işyeri yok, ve işçiler göçebeler gibidir. Koronavirüs sonrası dünyada işçiler evde, bir kafede veya yeni birlikte çalışma mekanlarından birinde çalışacak. Bu, çalışanların herhangi bir zamanda, günde veya gecede, haftaiçi ve hafta sonlarında, kendi kişisel yaşamlarının aleyhine, ulaşılabilir olacakları beklentisini teşvik edecektir.
Bu şirketler için bir nimet olabilir. İnşaat, satın alma veya bakım ofislerine harcamak zorunda olacakları milyonları tasarruf edebilirler. Bu aynı zamanda devlet için de potansiyel bir tasarruf kaynağını temsil ediyor. Sadece Birleşik Devletler’de, birçoğu bazı dersleri 2020 güz döneminde [de] sürdürmeyi planlayan 100’den fazla üniversite uzaktan eğitime geçti. Fransa’da 19 Mayıs’ta teklif edilen bir yasa “liselerde, kolejlerde ve orta okullarda dijital uzaktan öğrenmeyi başlatacak.” Yasanın amacı, öğretmen sayısını azaltmayı ve belki de eğitimin bir bölümünü sözleşme ile dijital EdTech şirketlerine vererek özelleştirmeyi mümkün hale getirecek olan e-öğrenmeyi yaygınlaştırmaktır. Devlet eğitimi ve yüksek eğitimde bütçe kısıtlamaları bağlamında bu, zaman açısından yerindedir. Nitekim, yüksek eğitimin birkaç yıldır özelleştirildiği (kamu-özel ortaklıklarında artış, üniversite harçlarında artış vb) Birleşik Krallık’ta e-öğrenme şirketleri, hali hazırda açıkça uzaktan eğitim piyasasına göz koydu. Covid-19 tarafından sağlanan itiş sayesinde, 2025 itibariyle 7.7 milyar dolara ulaşması beklenen bir piyasada şimdiden 3 milyar doları temsil ediyorlar.
Fransa’da 24 mart’ta yürürlüğe giren ve yakınlarda 11 Temmuz’a kadar uzatılan Halk Sağlığı Acil Durum Yasası aracılığıyla yapılan değişikliklerden bahsetmeye değer. Şirketlere işi yeniden organize etmeleri için muazzam bir alan sağlıyor. Evden çalışmaya daha kolay başvurabilecekler ve basitçe ücretli izinlerin bankaya yatırılması veya günlük çalışma saatlerinin azaltılmasını dayatabilecek. Gerekli olduğu söylenen sektörlerde, 60 saatlik çalışma haftasını dayatabilecek, yasal olarak koruma altına alınmış dinlenme dönemlerini azaltabilecek vb. Bu değişiklikler, “geçici” olmakla beraber şirketlerin bunu kapanmaları ve işten çıkarmaları önleme bahanesiyle toplu sözleşme anlaşmalarında müzakere etmeyi deneyebileceğini açığa vuruyor.
Ancak sağlık krizinin üretimi yeniden örgütlemek ve işçilerin sömürüsünü arttırmanın bir yolu olarak bu şekilde suistimal edilmesi büyük resmin sadece bir bölümüdür. Olumlu yanları da var –örneğin neyin gerekli neyin gereksiz iş olduğuna dair yeni bir farkındalık. Kapitalist normlara göre neyi üretmenin yararlı ve gereksiz olduğu açığa çıkarılıyor. Bu, sınıf dayanışmasını yeniden inşa etmek için bir manivela olabilir. Dahası, gerekli denilen işçilerin önemini fark etmek zorunda kalanlar kapitalistlerin kendileridir. Marseilles’de, salgının ortasında işçi sınıfı mahallelerini beslemek için çalışanları tarafından ele geçirilen McDonald’s örneğinde olduğu gibi yeni dayanışma ve hatta kendiliğinden örgütlenme tarzları da oldu. Bu toplumsal ihtiyaçları karşılamak için üretimi yeniden örgütlemenin ne olduğuna dair bir fikir veriyor. Benzer şekilde, hastane sektöründeki kriz bunu, önümüzdeki haftalarda ve aylarda seferberlik için dinamik hale getirebilir. Bunların hepsi “normale” dönmeyi zorlaştıracak. Sağlık krizi ve önlenmesinin, toplumu gerçekte neyin çalıştırdığını (özellikle görünmeyen çalışmayı) açığa çıkarma ve toplumsal mücadelelere bir mola verme [gibi] ikili etkisi oldu. Yaygın seferberlikler olmadığında, kapitalistlerin karlarını büyük bir işçi kesiminin yaşamlarının önünde tutacağına dair bir farkındalık var.
Son olarak, “[korona] sonrası” dünyanın en cesaretlendirici yönü belki de ABD işçi sınıfının ırkçılık ve polis şiddetine karşı ayaklanmasıdır. Bu hareketin Covid-19 pandemisi ile hiçbir belirli bir bağlantısı olmamasına rağmen, ayaklanmanın içinde bulunduğu bağlam dikkate alınmadan anlaşılamaz. İşsizlik sigortasının çok az olduğu bir ülkede işsizlikteki şiddetli artış ve hastalığa karşı ön saflarda bulunanların azınlık ırklardan işçiler olduğu ve bu nedenle hastalıktan en fazla etkilenenlerin onlar olması, ülkeyi sarsan toplumsal öfkeden ayrılamaz. Tarihsel protestoların dünya genelinde bir etkisi oldu. Kapanma sırasında polis şiddetinin de serbest bırakıldığı Fransa dahil, onlarca ülkede kitlesel destekler gördük.
Burjuvazinin bize söz verdiği “[korona] sonrası dünya” pandemi öncesi dünyanın kötüleşmesidir: daha fazla sömürü, daha fazla güvencesizlik, daha fazla gözetleme ve kontrol, azınlık ırklara karşı daha fazla şiddet, vb. Ancak bu “dünyayı” geçmişe dönme talebi ile reddedemeyiz. Bugün, ABD’li göstericiler yol gösteriyor. Şili Santiago’daki göstericilerden geçen kışın sloganını sürdürmeliyiz: “Biz normale dönmek istemiyoruz. Sorun olan normaldi.”
*PolitikYol’dan alınan bu yazıyı Ekin Değirmenci çevirmiştir.