Haneke, 1. Dünya Savaşı’nın arifesindeki bir Alman kasabasındaki baronun, papazın, doktorun ve diğerlerinin aile, komşu ve iş ilişkilerini yansıtarak tarihsel açıdan dünya çapında öneme sahip bir dünyayı yansıtıyor
1 FİLM 1 YÖNETMEN
Çeviri: Tolga Er
Usta yönetmen Michael Haneke, Beyaz Bant (The White Ribbon) filminde kayda değer bir düşünceyi vurgular. Buna göre, Alman çocukların ahlaki olarak Nazizm’e yatkın oluşunun nedeni 20. yüzyılın erken yıllarında verilen aile eğitimi ve öğretimdir. Yönetmenin bu fikrini uyguladığı yer ise 1. Dünya Savaşı arifesinde tuhaf şeylerin yaşandığı küçük bir Alman kasabasıdır. Yine de Haneke film boyunca hiçbir şeyi açığa vurmaz, çocuklardan hiçbiri otoriter olmak için yetiştirilmez ve kimse ‘üstün ırk’ hakkında tek kelime etmez. Daha ziyade, çocuklar büyüklerinden etik mutlakiyetçilik, katılık ve duygusal şiddet üzerine ‘saklı’ dersler alır.
Huzurlu gözüken kasabada kötülük de dolanmaktadır. Yönetmen Haneke, bu kötülüğü anlatmak için korkutucu bir salgını veya vebayı kullanmayı tercih etmez, onun yerine kavramın kendisine doğrudan kafa tutar: Bir doktor, birinin iki ağaç arasına görünmez bir ip bağlamasıyla at sürerken kaza geçirir, mahsullere zarar verilir, hayvanlar öldürülür. Küçük çocuklar ise istismar edilir.
Her zaman bir şeyin yaşandığı veya yaşanmak üzere olduğu bu filmde Haneke telaş etmez, her bir karede gerilimi korumayı başarır. İster baronu ve eşini ister hassas öğretmeni ve papazı izleyelim, Haneke filmin her anında kasabayı seyrettiğimizi bizlere hatırlatır. Biz bir kültürü izliyoruzdur ve her şey birbiriyle ilişkilidir, hiçbir şey konuya yabancı kalmaz. Dahası, filmin çatısını oluşturan mesajla bağlantısız olarak bazı sahneler kendi içinde bir gerilim yaratır. Bu, genelde olası bir gaddarlıktan türer: Bir erkek sevgilisini acı bir şekilde reddeder, bir kadın eşini bıraktığını duyurur, bir polis küçük bir kızın suratına bağırır ve bir baba çocuklarını azarlayıp beyaz renkte bir “saflık” bandı giydirmeye zorlar. İlginçtir ki filmdeki hiçbir kişi içtenlikle kötücül değildir. Ancak kültür oldukça hastadır ve tek ürettiği şey hastalıktır. Haneke’nin Beyaz Bant’ını bu kadar önemli kılan, filmin Nazi Almanyası öncesi dönemin de ötesine gidebilmesidir. Bir nesil sonra ortaya çıkan; Nazizm değil de kör sadakati teşvik ederek insanların kibrini okşayan, onları düşünmediği için zeki hissettiren ve diğer yurttaşlardan daha iyi olduklarına inandıran başka herhangi bir ideoloji de olabilirdi. Okuyacağınız bu söyleşide ise yönetmen Michael Haneke, Beyaz Bant filmi üzerinden iyi ve kötüye değiniyor, bir sinema filmi ile izleyici arasındaki ilişkiye dair görüşlerini paylaşıyor.
Sizi 1. Dünya Savaşı’nın arifesindeki bir Alman köyünü filmin odak noktasına almaya iten neydi?
Proje üzerinde on yıldan fazla süredir çalışıyorum. Asıl hedefim mutlaklığa dönüşmüş değerlerin aşılandığı bir grup çocuğu ve onların bunu nasıl içleştirdiğini ele almaktı. Siyasi veya dini bir ilke veya ülküyü mutlaklık statüsüne çıkarmamız; insanlık dışı olur ve terörizme yol açar. Film için düşündüğüm bir diğer isim ise “Tanrı’nın Sağ Eli” idi, çünkü filmdeki çocuklar ülküyü harfi harfine uyguluyor ve ülküyü bütünüyle paylaşmayanları cezalandırıyor. Dahası, film yalnız faşizm hakkında değil. Öyle olsaydı hikaye Almanya’da geçtiğinden ötürü öyle yorumlamak fazlasıyla basit olurdu. Film aynı zamanda belirli bir şablon ve yolsuzlaşmış ülkülerin evrensel problemi hakkında.
Bu bir dönem filmi. 1913 yılındaki bu köyü yeniden yaratıyorsunuz. Oldukça titiz bir sinemacısınız. Hatta kendinizi kontrol manyağı olarak tanımlıyorsunuz. Tarihsel kesinlik hakkında ne kadar hassastınız?
O dönemin kırsal kesiminde çocuk yetiştirmek üzerine çok fazla materyal okudum. Kurallar ve davranış hakkında. Filmde yaşanan birçok hikaye kitaplardan alındı. Örneğin; beyaz bantın bir ceza olarak kullanılması, çocuk yetiştirmek hakkında olan bir kitaptan doğrudan alındı. Bu, şiddet kullanmadan çocuklara ne yaptığının görsel olarak hatırlatılması için bir yöntemdi. Aynı zamanda çiftçinin tarladaki lahanaya saldırması ve benzeri hikayeler de kitaptan alındı. Daha önce farkına varmadığım geleneklerdi. Böylesine şeyleri uydurmak çok zor.
Suçluluk duygusu çalışmalarınızda temel bir tema. Adıyla suçluluktan özgürleşmeyi çağrıştıran Beyaz Bant, özellikle de çoğunlukla suçluluk ve masumiyet arasındaki etkileşimi konu ediniyor…
Çocukların masum olduğunu düşünmüyorum. Çocuklar masum değil, naifler ve denileni olduğu gibi öğreniyorlar. Bir şeyi kelime kelimesine kabul etmeniz tehlikeli olabilir. Siyasetçilerin ve kötü yazarların bize anlattığının tersine dünya iyi veya kötüye bölünmemiştir. Belli türdeki filmler kendilerini öyle yaşatır, sonunda başımıza kötü hiçbir şeyin gelemeyeceğini temin eder. Gerçekte ise işler farklıdır ve ben de çelişkili gerçekliği incelemek için elimden geleni yapıyorum. Çocuklar ne tamamıyla masum ne de canavardır; hepimiz gibi onlar da ortada bir yerdedir.
Bir izleyici olarak bu filmin devamlı şu soruyu sordurttuğunu düşünüyorum: Devamında bu insanların başına neler geliyor? Kime dönüşüyorlar? Özellikle de bu, filmin büyük bir değişimin arifesinde geçmesinden dolayı böyle. Ve bizler bu çocukların ileride yaşanacak Nasyonal Sosyalizm dönemindeki yetişkinler olacağını biliyoruz.
Evet, izleyicide böyle bir arzu uyandırıyor. Hile de işte burada (gülüyor). Bunun hakkında düşünmek size kalmış. Genellikle insanlar filmlerimi izlediğimde sonrasında bana geliyor ve şöyle diyor: “‘Saklı’ filminde ne demek istedin? “Kasetleri kim yolladı?” Karar vermek size kalmış! Kimin neyi yaptığına karar vermek size kalmış. Her zaman bir filmin kayakla atlama gibi olması gerektiğini söylerim. Filmin kendisi bir atlamadır, ancak bir kez havalandığınızda tek başınasınızdır. Yine de atlamanın en başta iyi bir şekilde inşa edilmesi önemlidir. * Bu yazıda Austrian Films, Timeout, SF Gate ve Cineuropa’ta yer alan yazılardan ve röportajlardan yararlanılmıştır.