Önceki gün tutuklu bulunan gazeteci meslektaşlarımızın tutuklu yargılandıkları duruşmayı takip etmek amacıyla Çağlayan Adliyesi’ndeydik. Her kesimden yüzlerce kişi aynı amaçla adliyede yan yana gelmişti; haber alma hakkını, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmak için.
Gazeteciler “MİT Kanunu’nu ihlal etmek, terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla yargılanıyor. Yargılama tam bir “karıştır-yaftala” yargılamasına dönüşmüş durumda. Dünya görüşü açısından siyah ile beyaz kadar birbirinden farklı Yeniçağ yazarı ile Yeni Yaşam emekçilerini aynı dosyada yargılama aklı, iktidar dışında söz kuran ve eylemde bulunan herkesin “terörist” ilan edildiğinin bir başka görüntüsüdür. Yargılama sonucunda 3 gazeteci serbest bırakıldı, 3’ünün tutukluluk halinin devamına karar verildi, bir gazeteci hakkında da yakalama kararı çıkarıldı.
Gazeteciler yapılan bir haber nedeniyle aylardır tutuklu. Türkiye’de 80’den fazla gazeteci gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevlerinde. Düşüncelerini ifade ettikleri için. Başta tutuklu milletvekilleri olmak üzere binlerce HDP’li siyasetçi gibi. Twit atarak örgüt propagandası yaptığı suçlamasıyla tutuklu bulunan yüzlerce insan gibi. Mesele sadece tutuklamakla da sınırlı değil. Yüzbinlerce insan işinden aşından edildi. Farklı düşünen ve bunu da bir şekilde ifade eden, eyleme döken herkes korkunç saldırılara maruz kalıyor. Barış Akademisyenlerine yönelik siyasi, hukuki saldırılar bunun en bariz örneği.
Adalet talebi artık toplumun geniş kesimlerinin ortak paydasıdır. Adil yargılama talebiyle yapılan ölüm oruçlarından şimdiye kadar 2’si Grup Yorum üyesi müzisyen olmak üzere 3 insan hayatını kaybetti. 2 avukat ölüme terk edilmiş olmalarına ve herkesin gözü önünde yavaş yavaş Helin ve İbrahim’in izinden gitmelerine rağmen adalet talebiyle ölüm orucunu sürdürüyor. HDP, demokrasi, barış ve özgürlük talebinin yanı sıra, hak-hukuk ve adalet talebiyle günlerce Ankara’ya yürüyor. Arkasından 56 baro başkanı aynı taleple benzer bir yol izleyerek Ankara’ya adalet talebini duyurmaya çalışıyor. Her ne kadar CHP gibi sistemin “ürkek demokratları” bulundukları yerlerden başlarına iş almamak için adalet talebini fısıltıyla dile getirseler de, iktidar toplumun büyük çoğunluğunun adalet talebinin çığlığa dönüştüğünün farkında. Bu çığlık artık güç sahiplerini delirtiyor. Çığlığı bastırmak için hak-hukuk, adalet diyen herkesin üzerine öfke ve kızgınlıkla saldırıyor. HDP yürüyüşü defalarca saldırıya uğradı, vekiller tartaklandı, avukatlar dövüldü, ölüm orucundakiler ölüme terk edildi, kentlere giriş çıkışlar yasakladı! Fakat ne fayda bu talep bir kez yola koyuldu bir kez çığlık ülkenin dört bir tarafında yankılandı.
İktidar, topluma dayatılan bu “düşman hukuku” ya da hukuksuzluğa alternatif olarak başka bir hukuk dayatıyor. Bir Bahçeli hukuku, bir Oba-Ocak hukuku dayatıyor. “Benimle olursan, benim gibi düşünürsen bana biat eder ve teslim olursan belki bu hukuktan, bazen ve o da benim istediğim kadar yararlanabilirsin” diyor. Bu Oba hukuku suç işleyeni aklıyor, muhalif olanı, farklı olanı suçlu ilan ediyor. Bu hukuk, bir yandaşlık hukukudur, yandaşa her türlü suçu hak gören, bunu meşrulaştıran bir hukuktur. Temel kriter obadan ya da ocaktan olup olmamaktır. Dışarıda düşman kalmayınca bu hukuksuzluk eninde sonunda obanın içine de üstelik çok daha kıyıcı bir şekilde dönecek; bunun tarihte binlerce örneği var.
Bahçeli obanın kadısı yetkisiyle konuşuyor. Kimin serbest kalıp kimin içeride tutulması gerektiğine hükmediyor. En son eski ülküdaşı Mümtazer Türköne’nin serbest bırakılmasına yönelik fetva verdi. Bu sözü talimat sayıp gereğini yerine getirecek bir Saray rejimi ve devlet düzeni işliyor. Bunu en son İnfaz Düzenlemesi sırasında Çakıcı’yı içeriden alırken gördük. Çakıcı dışarı çıkarıldı ve buna karşılık gazetecilerin, düşünenlerin, siyasetçilerin düşüncelerini dile getirmeleri halinde verilecek olan cezalar artırıldı. Bahçeli, Türköne’nin yeniden yargılanıp serbest bırakılmasını isterken, Demirtaş hakkında verilen AYM kararına ayar veriyor, siyasetçilerin mevcut hukuksuzluklarla içeride tutulmasını emrediyor. Bahçeli ile birlikte ve ona bağlı olarak Barolar Birliği Başkanı Metin Fevzioğlu başka bir obanın kadısı olarak konuşuyor.
Burada özgürlük olmadan, siyasal düzen değişmeden hak-hukuk ve adalet talebinin naiflik içerip içermediği tartışılmaya muhtaçtır. Ancak bu nobranlık karşısında en naif talebin ve mücadelenin ne kadar keskin ve önemli olduğunun görülmesi şartıyla. En nihayetinde bu talep toplumun tümünü kapsıyor. Bu talebi ortaklaştıracak bir siyasal güce dönüştürecek öncülere ve siyasi partilere ihtiyaç var. Oba hukukunun dışında kalanlar, Bahçeli ile Fevzioğlu hukuku arasında sarkaç işlevi görenlerin dışında kalan herkes, adil bir toplum yaratmak istiyorsa, önce hepimizi kurtaracak bir ortaklaşmaya ve yeni özgür bir siyasal düzen yaratmaya mecburdur.