Koronavirüs sağlıkta toplumsal/demokratik yaklaşımın önemini ortaya koyarken, bilim insanlarını ve toplumsal örgütleri yok sayan ‘ben bilirimci’ liderlerin halk sağlığına zararlı olduğu bir kez daha anlaşıldı. ABD, Brezilya ve Türkiye bunun tipik örnekleri
M. Ender Öndeş / İSTANBUL
Bütün dünyayı etkisi altına alan Kovid-19 salgınının ilk gününden beri, kapitalist ülkelerin tümünde neoliberal politikaların sosyal devlete ait kurumları çökertmiş olmasının etkileri hissedildi. Büyük kapitalist ülkelerin tamamında ekonomiler, uzun süreli üretim ve ticaret kesintilerine katlanamadılar, ‘çarkların durmasının’ sonuçlarından ağır şekilde etkilendiler ve sonunda hemen hepsi adı konulmamış bir ‘sürü bağışıklığı’ politikasına geçerek salgına karşı önlemleri gevşettiler. Bazıları büyük miktarlarda fonlar ayırarak ekonomiyi ve sosyal hayatı diri tutmaya çalıştılar ama yine de büyük bir krizi engelleyemediler.
Ancak, sistem genel olarak zorlansa da, despotik/tekçi yönetimler altındaki ülkelerde durum daha ağır seyretti. Bilimi, bilim insanlarının düşüncelerini dikkate almayan ‘ben bilirim’ci egosantrik yöneticiler, salgın sürecinde adeta virüsle ittifak halinde çalışarak halk sağlığını tehlikeye düşürdüler.
Bir megalomanın maceraları
Kendini bütün bilim dünyasının üstünde görmesiyle tarihteki en tuhaf liderler arasında çoktan yerini alan ABD Başkanı Donald Trump, bu politikacı türünün çarpıcı örneklerinden biri oldu. Başkan seçildiği günden tuhaf davranışlar gösteren Trump’ın tüccar kafasıyla bir salgın sürecini yönetmesi zaten beklenmiyordu ama o bu tahminlerin de çok ötesine geçti. Daha ilk günlerde, içteki başarısızlığı örtmenin bir yolu olarak Çin’i suçlamakla işe başladı. Kovid-19’un ‘haince bir Çin planı’ olarak sunan Trump, böylece bir yandan bizzat kendisi tarafından çökertilmiş sağlık sistemlerinin yetersizliği örtmeye çalışırken, diğer yandan da ırkçılığı körükledi. Sonraki aşamada ise Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) yöneldi ve WHO’yu ‘Çin’in kuklası’ olmakla suçlayarak örgüte mali desteği kestiğini açıkladı.
O her şeyi biliyor!
Trump bu arada, ABD eyaletlerinin vali ve belediye başkanlarının neredeyse yarısıyla kavga etmeyi de ihmal etmedi. Özellikle demokrat valileri hedefine alarak beceriksizlikle suçladı, ölü sayısının en yüksek olduğu yer olan New York Belediye Başkanıyla savaşa girdi. Öyle ki, demokrat eğilimli olan New York’tan intikam aldığı iddiaları bile yayıldı. Belediye Başkanı Bill de Blasio, kamuoyu önünde açıkça Trump’ı kenti yalnız bırakmakla suçlayarak, “Sayın Başkan, New York’u kurtaracak mısın yoksa bırakın ölsün mü diyorsun?” ifadesini kullandı. Buna karşın Trump ise, sağlık sistemlerinin mükemmel olduğunu, Vali ve Belediye başkanlarının yalan söylediğini savundu. Bu arada Trump, kendi destekçilerinin çoğunlukta olduğu yerlerde “Virüse karşı önlemleri protesto eden” aşırı sağcı silahlı grupları destekleyip kışkırtmaktan geri durmadı.
Doktorlar da kimmiş?
Ama Trump salgın sürecindeki asıl şöhretini tıp konusundaki engin (!) bilgilerini sergilerken yaptı. Önce vücuda dezenfektan enjekte etmenin ve ultraviyole (UV) ışık verilmesinin koronavirüs tedavisine yardımcı olabileceğini iddia etti. Bilim insanları ise bu teorinin saçma olduğunu açıklayarak, “Kandaki virüsü etkisiz hale getirmeye yetecek dozda çamaşır suyu veya dezenfektan enjekte etmek, vücutta geri dönülmez hasara neden olur ve muhtemelen ölümle sonuçlanır” dediler.
“Vücuda çok fazla miktarda ultraviyole ya da güçlü bir ışık verme” teorisi ise öncekinden de saçmaydı. Doktorlar tarafından ciddiye bile alınmadı ve birçok tıp fakültesi, böyle bir aptallığı kimseye tavsiye etmediklerini belirttiler. Sonunda, “canım ben kinaye yaptım” diye kendisini bu gülünç durumdan kurtamaya çalıştıysa da kimse bu espriye gülmedi.
İşte kanıt: Yaşıyorum!
Daha sonra Trump, bir adım ileri giderek koronavirüsten korunmak için hidroksiklorokin ilacı kullandığını ve muhteşem bir ilaç olduğunu öne sürdü. Oysa bir tür sıtma ilacı olan ‘hidroksiklorokin’in ciddi kalp krizi tetikleyicisi olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Boston’daki Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Zürich Üniversite Hastanesi Kalp Merkezi tarafından 96 hasta üzerinde yapılan araştırmada ölüm riskini yüzde 45 oranında artırdığı açığa çıktı.
Sonuç olarak şu anda ABD, 2 milyonu geçen vaka ve 120 bine ulaşan ölüm sayısıyla korkunç bir noktaya sürüklenmiş durumda. Üstelik bu sayı, ‘ünlü tıp bilgini’ Trump’ın daha bir ay önce zikrettiği “80-90 bin kişi ölecek” tahmininden bir hayli fazla.
Ahmaklığın bedeli: Brezilya
Zaten ötedenberi derin yoksulluğuyla bütün dünyada kötü bir şöhret yapmış olan Brezilya, salgına bir delinin yönetimindeyken yakalanmanın talihsizliğiyle boğuşuyor. 45 bine yakın canını virüse veren Brezilya’da salgın rekor düzeyde, çünkü ülkenin faşist devlet başkanı Kovid-19’un ‘basit bir grip’ olduğuna inanıyor! Dilma Roussef’e yapılan yargı darbesinden sonra muhafazakarların ve evanjelist grupların desteğiyle başkan seçilen eski topçu yüzbaşısı Jair Messias Bolsonaro, aşırı sağ çizgisini uçlara vardırırken, salgın sürecinde her şeyi iyice çığırından çıkardı.
‘Küçük Trump’ın marifetleri
Bolsonaro salgın süreci boyunca sokağa çıkma kısıtlamalarını protesto eden gösterilere önderlik ederken salgın sürecinde yaptıkları ve yapmadıklarıyla uluslararası konsensusa ve bilim dünyasına kafa tutmayı sürdürdü. ‘Küçük Trump’ olarak anılan Bolsonaro’nun tutumu yüzünden hastaneler çöktü, toplu mezarlar insan almaz oldu. Üstelik kimse 45 bin ölüm sayısının da gerçek olduğuna inanmıyor. Son süreçte hükümet vaka ve ölü sayılarını kamuoyundan gizleme kararı aldı, ancak Başsavcılığın baskısı üzerine Bolsonaro, geri adım atmak zorunda kaldı.
Generalden sağlık bakanı!
Üstelik Bolsonaro, kriz boyunca iki sağlık bakanını kovdu ve sonunda sağlık bakanlığı koltuğuna bir levazım generalini oturttu. İşler iyice çıkmaza girince de, “Koronavirüs salgınıyla mücadelede sorumluluğun eyalet valileri ve belediye başkanlarında olduğunu” söylemekten geri durmadı. Politik yorumcular Bolsonaro’nun bu tuhaf davranışlarının sadece ahmaklıktan kaynaklandığı görüşünde değil. Birçok uzman, onun stratejisinin Trump’ın ABD’de yaptığı gibi yerel yöneticilerle halkı karşı karşıya getirerek puan almak olduğunu düşünüyor.
‘Gönül rızasıyla salgın yönetimi’
Dünyadaki en bilinen ‘tek adam’ rejimlerinden biriyle yönetilen Türkiye’de de durumlar esas olarak aynı. Sürecin belli bir noktasında bir ‘Bilim Kurulu’ oluşturan hükümetin işleri doğru yürüteceği umutları bir ara uyansa da çabuk söndü. Politikada inşa edilen tek adam rejimi, salgın sürecinde de kendisini gösterdi ve kısa sürede ‘Bilim Kurulu’nun sadece basit bir danışma aparatı olduğu, her toplantısının sonunda “Sayın Cumhurbaşkanımızın takdirlerine sunulmuştur” söylemiyle görüldü. “Salgın bitince bütün ekonomiler çökecek biz atak yapacağız” hülyasına kendini kaptıran iktidar, bütün kararları Beştepe Sarayı’na bağlayarak, günün sonunda sağlık emekçilerinin fedakarlıklarından ‘başarı hikayesi’ çıkarmayı halk sağlığından daha önemli gördü. Böylece Bilim Kurulu gitgide işlevsiz bir müessese haline dönüşürken, içlerinden en vicdanlıları da sağda solda ‘endişe’ belirtmekten öteye geçemediler.
İşbirliği de neymiş?
Ayrıca bütün süreç boyunca iktidar, ülkenin en büyük hekim örgütü olan TTB ve sağlık örgütlerini hiç dikkate almadığı gibi, bilgilendirme gereği de duymadı. TTB’nin şeffaflıkla ilgili tüm uyarıları ‘bozgunculuk’ olarak nitelenirken sosyal medyadaki iktidar trollerinin hakaretlerine maruz kaldı. Öyle ki, akşamları sağlıkçıları alkışlama kampanyası düzenleyen hükümet, gündüzleri hekim örgütlerinin linç edilmesinin zeminini hazırladı. Bir maske dağıtmayı beceremeyen AKP düzeni, sağlıkçıların yaşamlarını bile koruyamadığı halde yine de öğünmeyi sürdürdü.
Umreciler: Devlet sırrı
İlk günden beri “Biz erken hazırlandık” propagandasını sık yapan iktidarın, aslında ciddi bir hazırlığı sahip olmadığı Umre felaketinde görüldü. Suudi Arabistan şubat sonunda Mekke ziyeretlerini durdurmuşken, hükümet 2 Mart’ta Umreden gelenleri ülke sosyolojisine uymayan öğütlerle evlerine göndermeye başladı. Daha sonra iş ciddileşince 15 Mart’ta öğrenci yurtlarında karantina uygulaması başlasa da toplamı 57 bin kişi olan umrecilerden sadece 14 bininin karantinaya alındığı, yaklaşık 40 bin kişinin ise kontrolsüzce evlerine gittiği anlaşıldı. Bu gruptan kaç kişinin enfekte olduğu ise hala bir devlet sırrı!
Yarım önlemler serisi
11 Mart’ta Türkiye’de ilk koronavirüs vakası tespit edildi ve 12 Mart’ta, okulların tatil edilmesi, kamu görevlilerinin yurtdışına çıkışının izne bağlanması, maçların seyircisiz oynanması gibi kararlar çıktı. Daha sonraki tüm önlemlerde inşaat ve madenler başta olmak üzere ‘çarklaın dönmesi’ esas alındı, bütün yasaklarda işçiler hep istisnaydı! Bu arada Erdoğan’ın en mühim işlerinden biri yurttaşlara IBAN göndererek para istemek ve muhalif belediyelerin insani yardımlarını yasaklamaktı.
10 Nisan’ın ağır bedeli
10-13 Nisan arasında ilk hafta sonu sokağa çıkma yasağı uygulandı. Yasağın hayata geçmeden saatler önce duyurulması nedeniyle sokaklarda büyük kaos yaşandı, virüs bayram yaptı. 11 Nisan’da bir günde tespit edilen yeni vaka sayısı 5 bin 138 ile zirveye ulaştı. Arada İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun göstermelik istifası yaşanırken, bu skandal sonucu yaşamı tehlikeye atılan insanların sorumluluğu ortada kaldı.
Hangi bakanlık daha hızlı?
Bu arada Erdoğan, salgının en yakıcı olduğu günlerde bile muhaliflere yüklenmekten, virüsle başladığı her konuşmayı ‘hainlere’ saldırarak bitirmekten geri durmadı. İnfaz yasasıyla muhalifleri içerde tutup adli mahkumları sokaklara salan iktidar, bir yandan da HDP’li yerel yönetimlere kayyum atayıp, eşbaşkanları tutuklarken, ev baskınları ve gözaltılar zirve yaptı. Öyle ki, süreç boyunca İçişleri Bakanlığı’nın, Sağlık Bakanlığı’ndan açıkladığı vaka sayısından çok daha fazla insanı sudan sebeplerle gözaltına aldığı görüldü.
Gönlü razı olmayınca…
Daha sonra da yine her şey “Sayın Cumhurbaşkanımızın takdirleri” söylemi altında yürütülürken, Mayıs başında hekimlerin itirazına karşın Türkiye fiili olarak ‘sürü bağışıklığı’ sistemine geçme kararı verdi ve ‘önlemler gevşetilmeye başlandı. İlk aşamada 11 Mayıs’ta AVM’ler açıldı, 1 Haziran’da ise ipler tamamen gevşetildi. Bilim insanlarının bütün uyarılarına karşın futbol ligleri de 12 Haziran’dan itibaren başlatıldı. Bütün bunlar olup biterken, hekimlerin görüşleri değil, sermayenin çıkarları dikkate alındı. Bilimin yerine konulan ‘tekçilik’ öyle bir işledi ki, en son ilan edilen sokağa çıkma yasağı Erdoğan tarafından “gönlüm razı olmadı” diye iptal edildi ve böylece ‘tek adam’ sisteminin ilginç bir örneğine tanık olundu. Sonuç olarak, Sağlık Bakanlığı’nın aşırı iyimserlik pompalayan söylemleriyle birlikte bütün bunlar, son günlerde vaka sayılarının hızlı artışına neden oldu.
Dengesizin kolay çözümü
Ötedenberi psikopat davranışları ve küfürlü söylemiyle tanınan Filipinler diktatörü Rodrigo Dutarte’nun Kovid-19 önlemleri ise oldukça kestirmeydi. Duterte, “Polis ve askerlere talimatım; eğer bir sorun varsa ve ve hayati tehlike durumu söz konusuysa onları vurarak öldürün” sözleriyle canlı yayında emir verdi. Mesajının alınıp alınmadığını tekrar eden Duterte, düzensizlik çıkaranlara atıfla, “Anlaşıldı mı? Sorun çıkarmak yerine sen öl, ben seni gömerim” ifadelerini kullandı.
Polis virüsten daha katil
Kenya ve Nijerya’da Kovid-19 önlemi alan polisler, virüsten fazla insan öldürdü. Doğu Afrika ülkesi Kenya’da hükumete bağlı Polis Gözetim Kurumu’ndan yapılan açıklamada, 16 Nisan itibarıyla 12 kişinin yasağı ihlal gerekçesiyle polis ekiplerince öldürüldüğü açıklandı. Bu sırada ülkede virüsten ölen kişi sayısı 11 idi. Nijerya’da da koronavirüs nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağına uymayan 18 sivil güvenlik güçleri tarafından öldürüldü ve orada da aynı günlerde sadece 13 Kovid-19 hastası hayatını kaybetmişti!