Dünyanın efendisi sayılan ABD’nin başkanı, geçen danışmanlarından birinin yazdığı kitaba göre ‘Kürtleri sevmiyorum’ demiş. Egemenlerin karikatür demokrasileri gittikçe daha trajikomik bir hale giriyor. Bu başkanın daha önce yine benzer şekillerde hislerini ifade etmişliği vardı. Hatta bu sadece hani baş danışman marifeti ile filan değil, doğrudan, 21. yüzyılın politik aparatı ‘tweet’ ile ortalığa saçılmıştı. Mesela bunlardan birinde Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un’la birbirimize âşık olduk demişti.
Garip ve burjuva devletlerinde bile alışamadığımız tipten bir sevda adamı bu devlet başkanı, seviyor sevmiyor, seviyor sevmiyor ve olan boyunlarından kopardığı papatya yapraklarına oluyor. Son yıllarda, dünyada her şeyin kötüye gidişinin, sadece ozon tabakasının delinmesinden ibaret olmadığının bir yürüyen kanıtı adeta. Elinde her an atabileceği tweeti ile dünyaya karmaşık bir karbon salınımı halinde…
Her şey bir yana, buradaki temel mesele, ABD sanki bir duygusal gidiş-gelişler içinde, İŞİD erkek faşizmine karşı Kürtlerin yanında yer aldı gibi görünmesi. Tam aksine, ABD en beterinden devlet olma karakterine sahip, hatta beterden de daha da beter emperyal devlet ve sınıflı iktidarın markası olmasına rağmen bu direnişin eşitlikçi karakteriyle birlikte mahcup mahcup poz verdi. Yıllarca elinden geleni ardına koymadığı, yıkmak ve yok etmek için bütün gücünü kullandığı, ‘komün’ düşüncesine, katlanmak zorunda kaldı.
Bu yüzden, bu karmaşık hal, Trump devleti için her şeyi Kafkavari bir hale sokuyor ve bu yüzden, ‘Gregor Samsa, bir sabah korkulu rüyalardan sonra uyandığı zaman yatakta kendini kocaman bir böcek olarak buldu.’
Bu Trump için bir ne olduğunu anlayamama hali çünkü. Bunu anlatabilmek için yine Kafka’ya ve onun yazımına ilişkin Proust’un bakışına gidelim:
‘Zaten, biraz derin bir eseri bir bireyin kavraması için gereken zaman […] gerçekten yeni olan bir şaheseri kitlelerin sevebilmesi için geçmesi gereken yılların, hatta bazen asırların, küçük bir örneği, adeta simgesidir. Bu yüzden de dȃhiler, halkın kavrayışsızlığından kurtulmak için, çağdaşlarının yeterli mesafeden yoksun olduğu gerekçesiyle, gelecek kuşaklar için yazılmış eserlerin, ancak gelecek kuşaklar tarafından okunması lazım geldiğini düşünebilirler; tıpkı bazı resimlerin, fazla yakından bakıldığında yanlış değerlendirildiği gibi. Ama aslında yanlış hükümlerden kaçınmak için alınan bütün korkakça önlemler faydasızdır, çünkü yanlış hükümler kaçınılmazdır. Bir deha ürününün derhal takdir edilmesi zordur; çünkü o yazan kişi olağandışıdır, ona benzeyen pek az insan vardır. Eserin kendisi, onu anlayabilecek ender dimağları zenginleştirerek geliştirecek, sayısını artıracaktır.’
Yani sen, sevsen ne olur sevmesen ne olur be hocam…