TV ekranlarında gündeme dair sesi çıkanlara ve bir çılgınlık olarak iktidardan beslenmeye yarışında spin atanların sözlerini görünce aklıma istemsizce filozof Mani ve Kerdir’in hikayesi geliyor.
Kabul edelim ya da etmeyelim, Mani kadar insanlık sevgisini evrensel ölçülerde içinde taşıyan, kavgasının ve varoluşu kutsal gören, her şeye ama her şeye saygıyla bakan insan, yeryüzüne çok az geldi. Onun gibi nazik ama güçlü bir kalp taşıyan, cehaletle, kendi nefsi ile, iktidar kaçkınları ile mücadele eden; tek sermayesi sözleri olan insan sayısı da azdır. Yaratılan cansız basit bir taştan en kutsalı olan insana uzanan yolda metafiziği fizikle buluşturmuş, felsefeyi akla hep yoldaş kılmış, kendi yüreğinin en derin kuyusuna inme şerefine erişmiş, anlamlı bir tarih, soylu bir barış ve ortak bir yaşam için sentezlediği kültürün formülünü armağan etmiş bizlere…
Barometrenin hassas uçları gibi yaşama duyarlıdır bu zat! Özetle, eğer sevgi yeryüzünün en büyük dini ise şüphesiz bu dinin en sadık koruyucusu ve taşıyıcılarındandır. Fakat şans bu ya! Kerdir gibilerle aynı çağda ve yerde yaşamaktadır.
Mani’nin görkemli Deb şehrini talandan kurtarma hikayesi ilginçtir. Krallar kralı Erdeşir’in torunu Hürmüz, şehri kuşatmış, talan için geriye doğru saat saymaktadır. O sırada yolu Deb’den geçen Mani, sorumluluk üstlenerek şehri yağmadan kurtarmak için Hürmüz ile konuşmaya gider. Giderken yanında götürdüğü ve güvendiği tek bir şey vardır: Sözleri… Diyaloga inanmaktadır. Konuşarak anlaşabileceklerine inandığı için kralın huzuruna çıkarken “Bize ne getirdin?” sorusunu “Sözlerimi” diyerek cevaplar. Topal ayağı ile Hürmüz’ün karşısına dikilen Mani’nin pazarlığı başlar. Mani’ye göre savaş yerine barışçıl bir yöntem seçen, halkı kucaklayan biri şanına şan katar. Bu anlamda esas güç, cesaret ve kudret insanlara, insanlığa, onun değerlerine layık oldukları çerçevede yaklaşmadadır. Onlara diz çöktürmek, her şeylerini talan etmek güçlü olmanın işareti olamaz…
Bu sözler karşısında yavaş yavaş ikna olur Hürmüz. Bu “tehlikeyi” gören baş müneccim Kerdir, hemen topa girer. Subay homurtuları, günlerdir yağma için hayaller kuran askerler ve kendi zenginlik hayallerinin farkındalığı ile söze giren Kerdir, hemen Mani’yi hedef yapar: “Debliler dövüşten kaçıyor, koyundan farkları yok, kaderleri de koyun gibi kırkılıp boğazlanmaktır” der. Mani, Kerdir’in bu tezine karşılık, karşı tarafta sadece sivil halkın olduğunu hatırlatır. Sivillerin boğazlanmasının anlamsızlığı, korkunçluğu ve bunun neye hizmet edeceğini sorar. Bu soru üzerine Hürmüz itirafta bulunur. Askerlere Deb’in zenginliği, kadınları, görkemli yapıları ve pazarları üç gün boyunca sınırsızca yağmalama sözü verilmiştir. Tüm savaş motivasyonları bu olmuştur. Kerdir de “Evet, askerlere ödül vaat edildi, vermek şart” diye ekler…
Burada siyaset-fetih-ekonomi çarkını ustaca dillendirmektedir Kerdir. Savaş çıkması yetmez, esas savaş, savaş bitince fetih arzusu ile tamamlanacaktır. Gerçekte çark, savaşın kendisi ile dönmektedir.
Devam edecek olursak…
Kerdir durmaz. Mani’in sözlerini manipüle etmek ve Hürmüz’ü ikna etmek için eteğindeki taşları dökmeye devam eder: “Debliler aşağılanmaktan başka bir şeyi hak etmiyor. Orası bir günah yuvasıdır. Bizim askerlerimiz imansız ülkelere baş eğdirmek, cezasını vermek, gerçek dini benimsetmek için sefere çıktı. Şehir üç gün askerlere bırakılırsa günah tapınaklarının da kökü kazınmış olur.” Tartışma böyle devam ederken Hürmüz’ün kızının hastalandığı haberi gelir. Prens acil çıkar. Ahlaksızlığın cisimleşmiş hali Kerdir, bu durumu da fırsata çevirir: “Kızınızın hastalığı, bu topal ve onun getirdiği imansızlık yüzünden oldu. Kıza bir şey olursa suçlusu budur efendim” der.
Zerdüşt, Avesta’da dört ayaklı kurtlardan iki ayaklı kurtlara dikkat çeker. Ona göre bunlar “öteki herkese av gözüyle bakarlar, durmadan başkalarına boyun eğdirmeye, onur kırmaya, ceza vermeye, aşağılamaya uğraşanlardır. Bunlar katliam meraklılarıdır” …
Mani tartışmanın sonunda Kerdir’i tam da bu sözlerle analiz eder. Kerdir, katliam provacısı iki ayaklı bir kurttur. Diğer herkes avdır.
3.yy’da yaşanan bu sahneler ne kadar tanıdık değil mi? Kerdir karakteri ne kadar tanıdık ne kadar içeriden biri değil mi? Bu müneccim müsveddesi sıkışınca hemen şöyle savunuyor kendini: “Bu kalleş topal Nasrani ile benim söylediklerim bir mi tutulacak, eşit mi sayılacak?” Evet, şimdi daha netleşiyor bu çürümüş şahsiyet…
Kanımca bu bir hastalık. Diktatörlerin, yıkımcıların, güç zehirlenmesi yaşayan iktidarcı faşist bünyelerin hemen hepsinde şaşmaz tekerrür eden histerik bilinç ile süslenen ve kültürümsü formlarla kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa taşınan bir aşağılık davranışlar silsilesi… Bugün karşımızda konuşanlar Kerdir’in ruhlarıdır. Başta kibirleri olmak üzere bize, bizimle hiçbir şeylerini eşit görmeyen, aynı oksijeni soluduğumuz için bile üzülen küçük azınlık!
Bu iftira, yalan ve savaş ile yaşama arzusu nasıl bir şeydir? Tanımlamak zor ama açıkça insanlığın korkunç uçurumlara gözü kapalı götürülmesidir. Ölü bir yüzün, kirli bir kalbin yavan bir ağızla buluşarak öldürme arzusu ile yanıp tutuşan kelimeler sarf etmesidir. Bu tarz bir ruhlara, karakterlere mutluluk veren tek şey, birilerinin boyun eğmesidir. Biattir. Onur kırmak ve bunu maddiyat ile onaracağını düşünmek şaşmaz bir ilkedir. Düşmanlaştırma, damgalama ve hor görme bir tutkudur. Bu tutkusunu beslemek için sürekli alkış senfonisi ister. Genelde hepsinin sonu da düşlenen ideaya varmadan bitiştir.
Bir son daha var. Ne olursa olsun tarihin vicdani Manileri yazacak.
Bugünkü modern Manileri de yazacak… Daha önce olduğu gibi…