Murat Uyurkulak’ın yeni romanı Delibo, geçtiğimiz günlerde kitap raflarında yerini aldı. Okur tarafından ilgi ile karşılanan roman, birbirine doğru akan öykülerle bir dönemin İzmir’ini hasret ve şefkatle anlatıyor
Hüseyin Kalkan
Daha ilk kitabından beri dikkatle izlenen, belli bir okur kitlesi olan Murat Uyurkulak’ın yeni romanı Delibo raflarda. Bu, Uyurkulak’ın okurları olarak bizim için sevindirici bir şey elbette. Uyurkulak’ın kaleminden yine bir solukta okunan sahici bir roman çıkmış. Kitabın otobiyografik yanları olsa da, belli bir dönemin karakteristik özelikleri akıp gidiyor sayfalar boyu. Uyurkulak, kitabı ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
- Tol ile birlikte edebiyatta özel bir yeriniz oldu. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Sanırım yazdıklarımı takip etmeyi önemseyen insanlar var, ama ben çok farkında değilim öyle bir yerin. “Özel” bir yere sahip olmak “özel” ve “önemli” bir şey mi, ondan da emin değilim. Bir arada yaşayan, aynı hayatı ve dünyayı paylaşan varlıklarız neticede. Birbirimizden bu anlamda farkımız yok. Yazarlığın hayat içerisinde ayrıcalıklı bir yere denk düştüğünü düşünmüyorum. Yazanla okuyan arasında bir hiyerarşi de görmüyorum. Birileri barındığımız evleri yapıyor, birileri karnımızı doyuran besinleri üretiyor, birileri gönlümüzü hoş eden şarkılar söylüyor, birileri de yazıp anlatıyor işte.
- Bazıları sizi asilerin sırt çantasındaki ‘romancı’ olarak niteliyor. Hayatın her alanındaki isyancıların romancısı. Böyle bir romancı olmak nasıl bir şey?
Böyle bir şey varsa, bu beni olsa olsa sevindirir. Elbet asiler sırt çantasına koysun diye yazmıyor insan bir romanı. Dünyayı değiştirme iddiasıyla yazmıyor. Gördüklerinden, görüp de öfke duyduklarından, hayatın bin türlü halinden, katmanından, vaziyetinden yola çıkıyor. Tanık olduğu zalimliğin, adaletsizliğin, haysiyetsizliğin karşısına, gri alanları, insan ruhunun karanlık taraflarını da ihmal etmeden, kelimelerden bir duvar örmek istiyor, ezilmemek, ezdirmemek istiyor. Naçizane bunu yapmaya çalıştım, çalışıyorum. İsyancıların nezdinde karşılık bulduysa ne mutlu bana!
- Delibo’ya gelirsek, okurken bir yandan bizim oranın delileri aklımdaydı. Tam da aynı isimde bir deli tanıyorum. Malatya –Elbistan arasındaki Kürt-Alevi köylerde gezerdi. Herkes onu çok severdi. Bir de Malatya’nın geçenlerde yitirdiği, herkesin sevgilisi Mercedes Kadir vardı. Mercedes arması taktığı sopası ile bütün gün şehri turlardı. Ölünce herkes üzüldü. Yazılı veya sosyal medyada adeta adına ağıtlar yakıldı. Soruya gelirsek. Neden delileri severiz? Bir tek onlar gerçek insan olduğu için mi? Makyaj ve rol yapmadıkları için mi?
Öylesine kirleten, kötülük ve haksızlık üreten bir düzen ki içinde yaşadığımız, hayatın her alanında daimi hesap kitapla, ayak oyunlarıyla, hiç bitmeyen bir uzlaşma çabasıyla, diplomasi hamleleriyle yaşamaya mecbur kalıyoruz. Sürekli ayık, uyanık, tetikte, teyakkuzda olmak zorunda kalıyoruz. Bilincimizi, zihnimizi şöyle ferahfeza özgür bırakamıyoruz, kuyrukları birbirine dolanmış kırk tilkiyle ömür geçiriyoruz. İşte “deli” diye tanımladığımız insanlar, bize olamadığımız, yapamadığımız, aşamadığımız ne varsa onu gösteriyorlar. O yüzden seviyoruz galiba onları, hatta kıskanıyoruz. Çünkü ne iseler öyle davranıyorlar, nasıl istiyorlarsa öyle yaşıyorlar. Bizim kirli ve hesapçı dünyamızın ortasında, birer dürüstlük abidesi, şenlik sebebi, arınma imkânı gibi duruyorlar.
- Bu kitabı aynı zamanda ‘deliliğe övgü’ olarak da okuyabilir miyiz?
Öyle de okunmasını çok isterim.
- Delibo’daki baba ‘Zamanı gelince babalar babalıktan çekilmesini bilmeli abiler.’ Bir yerden sonra çekilmiş gibi babalıktan. Bu bakımdan övgüyü hak ediyor diyebilir miyiz?
Tek başına, yüksek bir bilinçle gerçekleştirdiği bir “çekilme” değil Sefer Kavala’nınki. O kadar ağır bir hayal kırıklığı ve küskünlük yaşamış ki oğlu Yusuf’la ilgili, o acıyla dağılmış, artık babalıkla ilgili hiçbir iddiası kalmamış. Bir konu olmaktan bile çıkmış babalık. Yıllar yıllar sonra, Yusuf’un da yardımıyla “çekiliyor” aslında. Yani baba-oğulun ortak çabası mevzubahis bu metinde… O yüzden ikisi de, övgüyü olmasa bile, bir “aferin”i hak ediyor bence.
- Bugünlerde bazı babalar da ‘Evde çocuklarım aç’ diyerek intihar ediyor ama.
Başımı kederle eğmek dışında diyebileceğim bir şey yok. Bu sorunun altına koca bir kitap yazmak lazım. İlahlar müsebbibi olanların belasını versin! Bunu diyebiliyorum ancak.
- Delibo’da birbirine paralel akan birkaç tane roman var. Diğer kitaplarınız gibi. Aşk romanı, devrimci bir roman, ama bu defa sanki diğerlerinden farklı olarak polissiz bir polisiye.
İyi bir polisiye okuru olduğumu söyleyebilirim. Ama iyi bir polisiye yazarı sayılmam. Mütevazılık yapmak için söylemiyorum bunu. Polisiyenin gerektirdiği kurgu becerisi, zekâ ve ince işçilik yok bende. Polisiye unsurlarını daha ziyade anlatmak istediklerimi destekleyecek, okuma keyfini artıracak, kurguyu derleyip toparlayacak bir imkân gibi kullanma eğilimindeyim. Daha önceki kitaplarda da az çok böyle bir durum vardı. Delibo’da da, dozu biraz daha fazla olmak üzere, benzer bir tercih söz konusu oldu.
- Murat Uyurkulak okurlarına ve Yeni Yaşam okurlarına ne söylemek ister?
Canımız Selahattin Demirtaş’ın da dediği gibi; mutlaka kazanacağız!
Künye:
DELİBO
Murat Uyurkulak
Roman
Can Yayınları