İnsanlık evriminden bugüne yaşam sürecinde temel ihtiyaçlar üzerine bir şekillenişe sahip olmuştur. Besin bulma, üretme ihtiyacı noktasında doğadan ihtiyaçlarını karşılamaya bir yönelim gerçekleşmiştir. Doğal toplumdaki ihtiyaçlara dayalı gelişim, besinin tohumla toprağa atılmasından, sulanmasına kadar bir toplumsallaşma ile birlikte kültürleşmeyi sağlamıştır. Sonraki süreçte ise doğanın talanın önü, tahakküm, hiyerarşiyle beraber açılınca doğa meta üretilecek bir konuma taşınınca, kapitalizm, endüstriyalizmle özdeşleşiyor. Doğa artık sadece gereksinimlerin karşılanması değil, yaratılan ihtiyaç fetişizmiyle tamamen her şeyin metalaşmasını yaratan bir araç konumuna taşındı. Hal buyken doğada ne varsa ticarileştirilmeye açılmış oluyor; dağ, taş, dere, tepe talana uğrarken, bugün ülke bazında enerji ihtiyacı ya da güvenlik safsatası ile yapılan HES’lerin, barajların yapımı hızlanmaktadır.
Enerji ihtiyacı yalanına sığınılıp yapılanlarla birlikte suyun, elektriğin ücretli olmasının yanında ilgili kurumların özelleştirilmesiyle beraber, faturalar daha da fahiş ücretlerle adeta halkı bir müşteriymiş gibi gören bir zihniyetle karşı karşıyayız. Endüstriyel tarımla birlikte, küçük çiftçiliğin bittiği ortada iken, öncesinde de Viranşehir, Suruç’ta elektrik kesmeler, Mardin’de DEDAŞ ile devam ediyor, hem elektrik hem de su olmayınca tarımsal üretime engel olmaktadır. Mardin’de DEDAŞ’ın bayramdan öncesi başlayan elektrik kesintileri hâlâ da sürmekteyken, sosyal medya üzerinden mesele duyurulmaya çalışılıyor, bunun yanında mecliste soru önergeleri veriliyor fakat DEDAŞ’ın hâlâ bildiğinde diretmesi, geçimini tarımla sağlayan halkı zor durumda bırakmaktadır. Bununla birlikte salgın sürecinde pandemi kurullarının halka hijyen çağrıları yapılıyorken, öyle ki musluk açıp, önünde bol suyla ellerini yıkama taktikleri verilirken elektrik, su kesintisi halk sağlığının hiçe sayıldığını göstermektedir.
Meselenin gündemleşmesiyle tepkiler karşısında DEDAŞ basın açıklamasında bulunmuş. Doğrusu basın açıklamasında geçen başlıklardan birini yazmak gerektiğinden, “Borcunu ödemek isteyen çiftçilerimize ödeme kolaylığı sağlıyoruz’’ diye geçen cümle aslında halkın sağlığını göz ardı edildiğini göstermeye yetiyor. Özellikle salgın sürecinde borçların ertelenmesi gündeme gelmiş olmasına rağmen üretici kesim olan çiftçilere bunun sağlanmaması, çiftçinin düşünülmemesi manidardır. Ayrıca en önemlisi hasattan hasada ekonomik bir geçim kaynağı olan tarımda faturaların buna göre bir düzenlenişinin gerektiği açıktır.
Ve tabii ki dile getirilenler kısa vadede yapılması gerekenler iken, uzun vadede suyun bir yaşam hakkı olduğundan, ücretsiz olması gerektiğinin tartışılmaya açılması elzemdir. Zira iklim kriziyle beraber su sorunu daha da kendini hissettiriyor, toplumsal büyük göçler yaşanıyor, bunun yanında su temelli kargaşalar çıkmaktadır. Bu konuda Birleşmiş Milletler’in bunu tartışmaya açması sonunda 2010’da verdiği kararda herkesin su hakkına erişimi hakkında önemli bir mihenk olma anlamını taşıyor. Fakat buna rağmen sorun çözülmüş sayılmıyor, zira verilen kararda dahi 0.5 metreküp bir hak tanınması çelişki yaratmaktadır.
Yine bunun yanında bilim insanları suyun azaldığını dile getirdikçe, devletler bunu bir enerji politikası haline getirip, komşu devletler üzerinde siyasi bir amaç için kullanırken, suyu dereden alıp, ambalajlayıp şişeyle adına “kaynak su’’ diyerek satan şirketler çoğalmaya başladı. Türkiye’de İstanbul gibi metropol kentlerde insanlar banyo yapma gibi ihtiyaçları için musluktaki suyu kullanabilirken, içme suyu ihtiyacını mecburen şirketlerden karşılamak zorunda öyle ki elektrik, su, faturalarının yanında ayrıca su faturası öder gibi içme suyunu ücretle karşılamak zorunda kalıyor.
Son olarak, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası’nın hazırladığı su raporundan geçen bir cümleyle: “Su, ihtiyaç değil; hayatın devamı için vazgeçilmez ve temel bir insan hakkıdır, metalaştırılamaz.”