Türkiye’nin ilk Güney operasyonu Saddam’la anlaşmalı ve KDP peşmergelerine yönelikti… Şimdi ise KDP’nin sessiz ortaklığı ile saldırılar yapılıyor. Türk devletinin saldırılarının tüm Kürtleri kapsadığı tüm Kürtler tarafından kabul gören bir gerçeklik. O yüzden Kürtler KDP’ye bu saldırılara ortak olmamasını istiyor
Seyit Evran
Türkiye’nin sınır ötesi operasyon adıyla Güney Kürdistan’a yönelik başlattığı saldırıların tarihi 1980’li yılların başına dayanıyor. 23 Mayıs 1983 yılında Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak ile anlaşmalı bir şekilde yapılan bu saldırılar 1990’lı yıllardan sonra ABD’nin Güney parlamentosunu oluşturması, Güney partilerini bir yönetim yapmasının ardından bu partilerle yapılan anlaşma ile günümüze dek devam etti.
İlk saldırı peşmergeye
Türkiye tarafından sınır ötesi operasyon olarak adlandırılan Güney’e yönelik saldırıların geçmişi oldukça eskiye dayanır. İlk sınır ötesi operasyon ya da saldırı 23 Mayıs 1983 yılında gerçekleşir. O tarihte Kürt hareketi henüz Güney’de fazlasıyla yenidir. Deyim yerinde ise birkaç yerinden başka bir şeyi yok. 23 Mayıs 1983 yılında başlayan saldırı bir günlük olarak planlanır. Türkiye ile Saddam Hüseyinli Irak arasındaki anlaşma ile yapılan bir saldırıdır. Saldırı ya da Türkiye’nin deyimi ile operasyon 16 Haziran’da Türkiye’nin yeniden helikopter, SİHA ve İHA’lar ile savaş uçakları desteği ile asker indirdiği Ş. Sipan tepesinin alt tarafı Şıkefta olarak bilinen bölgedir. O dönemde o bölgede KDP peşmergelerinin kaldığı taştan yapılmış evler var. Saldırıda peşmergelerin barındığı yerlere yönelik yapılan bir saldırıdır. Yani dolayısıyla ilk saldırı Kürt Hareketi’ne yönelik değil onun aksine şimdi Erdoğan’ın saldırılarına bir biçimde ortak olan ve hiçbir ses çıkarmayan KDP peşmergelerine yönelik gerçekleşirilen saldırıdır.
Saddam’la anlaşmalı
23 Mayıs 1983 yılında Saddam Hüseyinli Irak ile olan anlaşmadan doğan haklarımı koruyorum diyen Türkiye sıcak takip adıyla 1990’lı yılların başına kadar sayısız günübirlik operasyonlar yani saldırılar yaptı. Gerçekleştirilen bu saldırı ya da operasyonlar Kürt güçleri gözetmeksizin yani KDP, PKK, YNK ve diğer Kürt partilerinin peşmergeleri gözetmeksizin hepsine yönelik yapılan saldırı ve operasyonlardır.
90’lı yıllara gelindiğinde başta BM, ABD olmak üzere uluslararası güçler bölgedeki çıkarlarını korumak amacıyla kendilerine bağlı olmak koşuluyla Kürtler için bir plan uygulamaya başlıyorlar. Uygulanacak planla 36-42. Paralel olarak Güney Kürdistan’ın sınırları belirlenir. Bu sınırların içinde kalan bölgeye Saddam Hüseyin’in saldırıları engellemek amacıyla uçuşa yasak bölge ilan edilir. Bununla birlikte belirlenen sınırlar içinde Çekiç Güç adıyla güç konumlandırılmaya başlanır. Saddam Hüseyin bu uygulamaya karşı 36-42. Paralel olarak belirlenen sınırlar içinde kalan bölgelerden çekilmeye başlar. Sınırdaki üslerinin birçoğunun Kürtlerin eline geçeceğine Türkiye’ye bırakır. Bunların başında Kanimasi’ye bağlı Metina olarak bilinen bölgede olan Çukurca ile Kanimasi arasında kalan Tepe Sor, Tepe Orte, Sere Seve gibi yerleri Türkiye’ye bırakarak çekilir.
Buradan ortaya çıkan gerçeklik Saddam ve Türkiye yönetiminin Kürtlere karşı ortak bir planla hareket ettikleri, her ikisinin de amacı Kürtlerin herhangi bir kazanım elde etmemeleri olduğu ortaya çıkıyor. Yani ortaklık tüm Kürtlere karşı yapılıyor. Sadece bir hareket ya da örgüte karşı değil.
KDP-Ankara uzlaşması
BM ve ABD 1990 yılların başında Kürtler için belirledikleri planı uygulamak için 36-42. Paralel olarak çizdikleri Güney için bir parlamento ve yönetimde düşünmeye başladılar. BM’nin aldığı koruyucu kararı doğrultusunda Güney’de Çekiç Güç uygulamasına geçildi. Çekiç Güç uygulaması her ne kadar Saddam’dan koruma gibi görünse de Türkiye ile birleştirme, bütünleştirme, Saddam’ın bölgede zayıflamaya başlaması ile ortaya çıkacak bağımsızlıkçı oluşumların önünü alma, bölgede aktif hale geçen PKK’nin etkili olmasını engellemek için başlatılan uygulama olduğu günümüzde çok berrak bir şekilde ortaya çıkıyor. Çekiç uygulaması ile birlikte 1992 yılında ABD’de Güney Kürdistan’ın parlamentosu kurulur. Parlamento’nun aldığı ilk karar 1992 Güney savaşı kararıdır. Bu karar PKK Güney topraklarından çıksın şeklinde açıklandı. PKK bölgeden çıkmadığı için KDP ve YNK Türkiye ile birlikte Heftanin, Xakurkê, Metina sınır hatlarının tamamını kapsayan ortak bir saldırı başlattılar. Yaklaşık bir ay süren savaşın ardından Türkiye geri çekildi. ABD ve BM’nin başlattığı bu süreç sadece PKK ile KDP ve YNK’yi savaştırma süreci değil. Bunun yanı sıra Türkiye ile Güney parti ve yöneticilerini buluşturma, bundan sonraki planlarını Türkiye ile Güney güçleri üzerinden ortak bir şekilde planlamak şeklinde oldu. Bunu bir adım ileri götürmek için Celal Talabani ve Mesut Barzani’ye Türkiye tarafından 2003 yılında Saddam Hüseyin devrilene kadar kullanacakları şekilde Türkiye pasaportları verdirildi. Aynı zamanda 90’lı yılların başından itibaren KDP ile Türkiye arasında ticaret başlatıldı. İlk petrol satışı 1992 yılında başlar. Günde kaçak bir şekilde KDP tarafından 150 varil petrol Türkiye’ye gönderilir.
Türkiye’nin üsleri
1990’lı yıllarda Güney sınırlarının ABD, BM tarafından belirlenmesi, ardından parlamentosunun ilan edilmesi ile Güney partileri ile Türkiye’yi buluşturma, bir potada bir araya getirme planları hızla ilerledi. Bu plan Türkiye ve Güney hareketleri Kürt Hareketi’ne karşı bir araya getirme üzerine kurulu bir plandı. O yüzden Güney hareketleri ki başta KDP Türkiye ile sınırsız bir şekilde ilişkilenerek Özgürlük Hareketi’ne karşı yapılan her türlü tasfiye etme planı içinde aktif bir şekilde yer aldı. Zira Kürt Hareketi’nin gelişimi, etkili olması ile kendisinin ortadan kalkması, iktidarının sonuna gelinceğini düşündü. Bundan ötürü 1990’lı yılların başından itibaren Güney Kürdistan toprakları Türk güçlerinin üslenmesine dek sınırsız bir şekilde açıldı. 96 ylılından itibaren Türk devleti askerleri Güney Kürdistan topraklarında resmi bir şekilde üslerini kurmaya başladı. Türkiye şu ana kadar 23 askeri üs kurmuş durumda. 2000’li yani Saddam Hüseyin devrilene kadar bu ilişki devam etti. Saddam Hüseyin devrildikten sonra ilişki farklı bir boyut kazanarak daha da ileriye götürüldü.
Saddam sonrası ilişkiler
ABD’nin Irak’a müdahalesi ile 2003 yılında Saddam Hüseyin diktatörlüğünün yıkılmasından sonra Güney Kürdistan’da yeni bir süreç başladı. Bu süreç aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerde de yeni bir süreci beraberinde getirdi. Aynı yıl ABD Erdoğan’a AKP’yi ılımlı İslam projesi ile kurdurup iktidara getirdi. Güney’de 2005 yılında hükümet ilan edildi. Aynı yıl Mam Celal Talabani Irak’ın ilk Kürt cumhurbaşkanı oldu. Mesut Barzani ise Güney Kürdistan bölgesel yönetim başkanı oldu. Erdoğan Güney’i her yönüyle denetime almak için planlar geliştirdi. Türkiye’nin binlerce inşaat, gıda, tekstil sektöründe yer alan şirket Güney’e kaydırıldı. Bu şirketlerin başında da şimdiki Erdoğan’ın başdanışmanlarından İlnur Çevik’in Çevikler şirketi geliyor. Bunun yanı sıra Türkiye’nin büyükelçilik binaları ile Güney illerinin valilik binalarını yapan Kürk İnşaat gibi büyük firmalar Güney’i işgal etmeye başladı. Güney’e kaydırılan şirketlerle Güney’deki özellikle Duhok, Zaxo ve Hewler ekonomik olarak işgal edildi. Çünkü Güney Türkiye’nin onayı olmadan en küçük manifaktüral üretimde dahi bulunabilecek bir işletme bile kuramıyor. Bunu yeni Hewler Valisi Fırsat Sofi söylüyor.
Petrol anlaşmaları
1980’li yıllarda Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yönelik başlattığı saldırılar, Rojava devriminden sonra yeni bir biçim aldı. Zira Rojava devrimi dört parça Kürdistan’da yaşayan Kürtlere ilham verdi. Dört parçada yaşayan halk Rojava devrimini örnek almaya başladı. Rojava devrimine sahip çıkmak için her türlü etkinlik geliştirmeye başladı. Durum böyle olunca Erdoğan yönetimindeki AKP Rojava’yı yaşatmamak, boğmak için elinden gelini yaptı. Tam da böyle bir dönemde KDP ile stratejik bir ortaklık yapmaya karar verdi. KDP’nin denetiminde bir o kadar da içindeki adamları ile kendisinin de bir şekilde denetiminde olan ENKS eliyle devrimi çizgisinden saptırmaya çalıştı. Bir yandan bu yapılırken öte yandan da KDP ile 50 yıllık petrol anlaşması yapıldı. Türkiye ve KDP’nin ENKS planı tutmadı. Ayrıca Nusra ve Suriye’deki cihadçı, Müslüman Kardeşler projeleri de tutmadı. Durum böyle olunca Türkiye bizzat kendisi sahaya inerek cihadçı gruplarla önce Efrin’i ele geçirdi. Kürt kırımı gerçekleştirildi. Ardından Serekani ve Gire Spi ile bu kırım devam ettirildi. Efrin saldırıları başlamadan önce Bradost alanına yönelik saldırıları başlatıldı. Türkiye-KDP bu saldırıları birlikte yürüttü. Zira KDP peşmergeleri Heci Beg suyundan geçerek Geliye Reş alanına girerken askerlere öncülük etti. Bradost saldırılarına ara verilerek Efrin’e yönelindi. Efrin’den sonra Nisan 2018’de Bradost saldırılarına kalınan yerden devam etti. Mayıs 2019’da daha da ileri götürülmek istendi. Şekif Dağı ve Xakurê’deki tepeleri de kapsayacak şekilde saldırıları devam etti. Bu girişim Neçirvan Barzani’nin 26 Mayıs 2019 yılında bölge başkanı seçildiği gün yapıldı. Dolayısıyla onun onayı ile aslında ona karşı da olabilecek bir hamle yapıldı.
Güney yönetimi
Ağustos 2019’da Bradost saldırılarına ara verilerek Heftanin’de saldırılar başladı. Bu saldırıların hepsinin paralelinde zaman zaman Şengal ile Maxmur Mülteci Kampı’na yönelik hava saldırıları da devam etti.
Güney yönetimi hükümeti adına tüm bu saldırılara şu ana kadar ciddi bir tepki gösterilmedi. Gösterilen tepkilerin hepsi göstermelik ve saldırıların sorumlusu olarak hiçbir zaman Türk devleti görülmedi. Onun aksine saldırıların nedeni olarak Kürt Hareketi gösterildi. Son saldırıya ilişkin yapılan açıklama da bu temelde yapıldı.
Buna karşı Güney halkı ise çok ciddi tepkiler gösterdi. Efrin, Serekani ve Gire Spi saldırılarına karşı kitlesel yürüyüşler yapıldı. Aydın, yazar, sanatçılardan heyetler Rojava’yı ziyaret etti. Güney halkı Türk üslerinin Güney’den çıkarılması için parlamenterlerin öncülüğünde imza topladı. Toplanan imzaları BM ve Irak merkezi hükümetine gönderdi. Güney parlamentosunun 2005’te aldığı güçlerin çıkarılması kararını yerine getirmesi için sokaklara çıkarak baskılar yaptı. En son Türk devletinin Güney’deki firmaları ve mallarına boykot kararı aldı. İki yıldır bu karar devam ediyor.
Hedef tüm Kürtler
Bütün bunlar bir araya getirildiğinde ortaya şu gerçekler çıkar; Türkiye’nin Güney’e dönük saldırılarının sadece Güney’e dönük olmadığı açıkça ortada. Güney halkı bunu çok iyi görüyor. Bu saldırılar her dört parçaya yapılan saldırıların bir parçası olarak görülüyor.
Türk devletinin saldırılarının tüm Kürtleri kapsadığı tüm Kürtler tarafından kabul gören bir gerçekliktir. O yüzden Kürtler başta KDP olmak üzere Kürt siyasi hareketlerine bu saldırılara ortak olmamaları, ortak olanların ortak olmaktan vazgeçmelerini istiyor. Bunu meydanlarda haykırıyor.
Halkın sabrı kalmadı
Son günlerde Rojava’da ulusal birliğe ilişkin gelişmeler yaşandı. Bu halkta bir umut ve heyecan yarattı. Bu adımların ardından saldırılar son sürat devam etmeye başladı. Şu ana kadar KDP bu saldırılara karşı herhangi bir tutum ortaya koymadı. Rojava’da birliğin adımlarının atıldığı bir sırada Güney’de saldırılara onay vermek olmaz. O yüzden halk tüm partilerin bu konudaki tutumlarını açıklamasını istiyor.
Saldırılar baştan beri sivilleri de hedef aldı. Ancak son günlerde daha fazla siviller zarar görmeye başladı. Son saldırıda 7 sivil katledildi. Halk sabrının son sınırına gelmiş. Türk devletinin üsleri ile birlikte saldırılara karşı sessiz kalanların merkezleri halkın hedefi haline gelebilir.
Özetle saldırılar devam ediyor. Kürt halkı her dört parçada bu saldırıya karşı tutum alınmasını istiyor. Bazı partiler ayak diriyor. Hatta bu saldırılara ortak oluyor. O yüzden halkın sabrının da sonuna gelindiğini söylemek mümkün.