Umut Kuş*
Politika, bugün yukarıdan aşağıya işleyen bürokratik partilerin, kolay tanımlanamaz bir “seçmen kitlesini” cezbetmek için “sosyal adalet” diye içi boş programlar sunarak, iş başına gelme yolunda birbirleriyle giriştikleri, düellolar demeye gelmektedir. Politik alanın yanı sıra sosyal alanın, yani özel yaşamımızı sürdürdüğümüz ve üretimle ulaştığımız arenanın açık bir betimlemesini de içerir. Böyle bir toplumsal yapının hem politik hem devletçi alanlardan ayırt edilmesi gerekir. Toplumsal, politik ve devlet terimleri, birbirinin yerine konulması çok büyük zarara yol açmıştır. Gerçekten, düşündüğümüzde ve gündelik yaşamın gerçekliğinde bu terimleri birbiriyle özdeşleştirme yönüyle bir eğilim söz konusu olmuştur. Oysa devlet bütünüyle yabancı bir formasyondur, beşeri gelişim sürecinde bitiveren bir dikendir, soluk aldırmamacasına ve politik alanları taciz eden dışsal bir yapıdır. Bu bakımdan, belediyecilik, politikayı etik bir karaktere kavuşturmada ve taban örgütlenmesini hayata geçirmede ciddi, tarihsel ve esaslı bir projeyi temsil etmektedir.
Özyönetim olgusu
Bu bakımdan yerel seçimler önemlidir, çünkü “Yönetim” iddiası olan herkesin kendi perspektifini yaşama geçirebileceği bir yetki ve şans veriyor. Bu kavram üzerinden varılmak istenen yer, “özyönetim” olgusunu açıklamaktadır.
Yerelin ve kendini yönetimin önemine esas vurguyu da belirtecek olursak: “İktidar yönetimi toplumda ne denli antidemokratikse, özyönetim de o denli demokratik yönetimle bağlantılıdır. Saf iktidar yönetimleri ne kadar demokrasi karşıtlığını ve toplumun yönetimden uzaklaştırılmasını ifade ediyorsa, özyönetimler de toplumu yönetime kattıkları orada demokratikleşmeyi ifade ederler.” Bu durumda demokrasi, toplumun katılım sağladığı özyönetimi olarak tanımlanabilir. Özyönetimler hep toplumla ilgili olduklarından, katılımsız olmaları düşünülmeyeceğine göre, doğalarında demokrasi vardır. Demokrasi daha çok halk ve ulus gibi makro toplumlar için düşünülen bir kavram iken, özyönetimler en küçük klan toplumundan en geniş ulusal toplumlara kadar yaygınlaşan ve sürekliliği olan bir erki ifade ederler. Bunun neticesinde belediyecilik ussal ve ekolojik bir topluma ulaşma yolunda verilen mücadele, eğitime ve örgütlenmeye dayanan bir mücadele üzerinde yükselir. Başlangıçtan bu yana o, halkın ulus-devletin giderek artan yetkilerine set çekme arzusunu ön varsayar.
Konfederalizm nedir?
Aynı derecede önemli bir husus da konfederasyona duyulan ihtiyaçtır. Peki, öyleyse nedir konfederalizm? Konfederalizm her şeyden önce, üyeleri ve delegeleri, köylerde, kasabalarda ve hatta büyük kentlerin mahallelerinde halkın oluşturduğu demokratik meclislerde seçim yoluyla belirlenmiş olan bir yönetsel konseyler ağıdır. Bu konfederal konseylerin üyeleri, meclisler tarafından gene bu meclislerin formüle ettiği politikaları koordine etmek ve uygulamak üzere seçilirler ve onlar tarafından her an geri çağrılabilirler. Dolayısıyla onların işlevi, cumhuriyetçi yönetim sistemlerindeki temsilcilerin işlevi gibi politika oluşturmak değil, yönetsel ve pratik uygulamalarla sınırlıdır. Politika oluşturmak münhasırın, katılımcı demokrasi pratiklerine dayanan halk topluluğu meclislerinin hakkıdır. Yönetim ve koordinasyon, konfederal konseylerin sorumluluğundadır; bu konfederal konseyler köyleri, kasabaları, mahalleleri ve kentleri konfederal ağlar içerisinde birbirine bağlama araçları haline gelirler. Dolayısıyla da iktidar yapısı yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya doğrudur. Konfederasyonlarda iktidarın aşağıdan yukarıya olan akışı federal konseyin yerelliklerden bölgelere, bölgelerden de giderek genişleyen teritoryal (1) alanlara uzanan egemenlik sahasını daraltır.
Totaliterlik ve piyasa
Konfederalizme gerçeklik kazandırmada can alıcı öge, toplulukların ortak kaynaklara, ortak üretime ve ortak karar almaya dayanan otantik bir karşılıklılık yolunda birbirine bağımlı olmalarıdır. Bir topluluk maddi ihtiyaçlarını karşılama ve bütünle bağlantılı olacak şekilde ortak politik hedeflere ulaşma konusunda diğer topluluğa ve topluluklara güvenemezse, tekelcilik ve darkafalılık sahici olasılıklar haline gelir. Bir toplumsal örgütlenme ilkesi olarak konfederalizm, ekonomi yerel çiftliklerin, fabrikaların ve gerekli diğer girişimlerin yerel beledi ellere teslim edilmesi sonucu konfederalize edildiği zaman, yani ister büyük ister küçük olsun bir topluluk, kendi iktisadi kaynaklarını diğer topluluklarla bağlantılı bir ağ içerisinde yönetmeye başladığı zaman kendi eksiksiz gelişimine ulaşmış olur. Fakat temel toplumsal değişimler ne zaman risksiz olmuştur ki? Marx’ın merkeziyetçi bir devlete ve planlı ekonomiye olan bağlılığın kaçınılmaz bir biçimde bürokratik totalitarizme(2) evrilmesinin, özyönetim belediyelerin ileride kaçınılmaz bir biçimde otoriter olması ve ayrıksı/bölgeci özellikler taşımasından daha sağlam nedenleri vardır belki de. İktisadi yönden karşılıklı bağımlılık bugün yaşamın bir gerçeğidir; bizatihi kapitalizmde bölgeci otarşileri(3) bir canavar haline getirmiştir. Kendi kendine yeterlilik ile piyasacı mübadele sistemi arasında bir seçim yapma durumunda kalmak çok basite kaçan ve gereksiz bir dikotomidir.(4)
Belediye ve bölgeler önemli ölçüde bir kendi kendine yetme hedefi peşinde koşsalar da kendi kendine yeterli toplulukların kendi ön yargılarına kapılmalarının hâlâ mümkün olduğu çağı çoktan geride bıraktık. Buna göre konfederal bir toplum paylaşımcı bir toplumdur: “Kooperatif” kapitalist toplulukların mübadele ilişkileri karşılığında kendilerini kirlettikleri bir toplum değil, kaynakların toplulukların ihtiyaçlarına göre üleştirilmesiyle(5) yaşanan hazza dayanan bir toplumdur.
Alternatif yerelde
Belediyecilik halkın hayal gücünü canlandırabilen, bir yön ve amaç duygusuna yakıcı biçimde ihtiyaç duyan bir hareket açısından elverişli olan bir politikadır. Belediyecilik, canlılığını ve bütünlüğünü, ulus-devlet ile beledi konfederasyon arasında diyalektik gelirimden alır. Eski bir Marksizan deyişle onun “yaşam yasası” devletle girdiği mücadeleye dayanmaktadır tam da. Belediyecilik devletle girişilen mücadeleyle oluşur, bu mücadele sonucu güçlenir, bu mücadeleyle tanımlanır, belediyecilik, devletle olan bu diyalektik gerilimden yoksun bırakıldığında “iyi bir kanalizasyon sistemi kurmakla anılan sosyalizmden” fazlaca bir katkı kalmaz. Gerçekten de sola kalan biricik politika, toplumu demokratikleştirmede ve gezegeni korumada “genel bir çıkarın” bulunduğu yolundaki öncüle dayanan politikadır. İşçi hareketi gibi geleneksel güçler tarih sahnesinden artık çekildikleri için, solun özyönetim belediyeciliğine yakın bir politika izlemediği takdirde hiçbir politikasının olmayacağı neredeyse bir kesinlik içerisinde söylenebilir. Konfederalizmin ulus-devletle olan ilişkisine dair diyalektik bir bakış; kimlik hareketlerinin darlığına, içe dönük karakterine ve bölgeciliğine ilişkin bir kavrayış ve işçi hareketinin bugün esas itibarıyla ölü olduğu idraki… Tüm bunlar yeni bir politika gelişecekse eğer, bunun pek çok radikalin savunduğu alternatif kafe “politikasının” aksine, direşken bir halk politikası olması gerektiğini göstermektedir. Belediye temelde seçimlere dayalı, vizyon itibarıyla konfederal, nitelik olarak da devrimci bir politika olmalıdır.
1- Teritoryal / Evrensel imparatorluklara karşı, sınırlı bir toprak üzerinde kurulmuş ve kendi siyasi varlığını bu ülkeden alan devlet
2- Totalitarizm / yasama, yürütme güçleriyle tüzel gücün küçük bir yönetici zümresinin elinde bulundurduğu, demokratik olmayan rejim
3- Otarşi / Kendi kendine yeterli ekonomik yapı
4- Dikotomi / Toplumda bir bölünme (ikileşme değil)
5- Üleştirmek / Pay ederek dağıtmak, bölüştürmek, herkesin payını kendisine vermek
Kaynak:
Murray Boorchin, Geleceğin Devrimi / Halk Meclisleri ve Doğrudan Demokrasi
Murray Boorchin, Kentsiz Kentleşme
Cahit İlboğa, Demokratik Konfederalizm, Anaçlığın Toplumsallıktaki Rolü ve Önemi
Abbas Türkmen, Yeni Paradigra ve Demokratik ulus.
*Vicdani retçi