Korona salgını başladığında iktidarın “evde kal”, “hayat eve sığar” sloganları, hangi amaca hizmet ettiği tartışılmadan toplumun büyük bir kesimi tarafından benimsendi. Neredeyse toplumun yarısının sokağa çıkmasını yasaklayan ve ev hapsi yaratan bu slogan gerçekte iktidarın idari ve siyasi bir yaptırımlarını yansıtıyordu. Sosyal medyadan yandaş medyanın tüm organlarına kadar yoğun bir şekilde süren bu reklam kampanyasına ve fiili uygulamalara sol ve sosyalist kesimlerden siyasal bir tepki gelmedi. Daha da önemlisi yasakları onaylarcasına birçok sol ve sosyalist siyasal hareket sokağı terk ederek online siyaset yapmaya başladı. İnternet üzerinden yapılan forumlar, seminerler ve paneller ile siyaset bir beyaz cama sığdırıldı. Böylelikle sokakta siyaset yapmanın taşıdığı yükümlülüklerden uzaklaşıldı ve bir şekilde iktidarın siyaset yasağına teslim olundu.
Özellikle kitlesel gücü olmayan, salonlarda yaptıkları toplantılarda ve sokak gösterilerinde belirli sayıda insanla etkinlikler düzenleyen siyasal gruplar, online siyasete “mal bulmuş mağribi” gibi sarıldılar. Kolaylıkla cep telefonlarından izleyen sosyal medya katılımcıları da sosyal pratik zahmetinden kurtuldular. Konu seçimleri ise popüler gündem olan korona salgını ağırlıklıydı. Uzmanı olmadıkları halde siyasal grupların önderi konumunda olanların öne çıkması yine dar grup çıkarları doğrultusundaki faaliyet tarzını yansıttı. Devrimci ve demokrat halk sağlığı uzmanları geri planda kaldı. Bu arada “tek kişilik örgütçülük” oynayan, eski ve yeni bazı sosyalistler siyasal gündemle ilgisi olmayan, sadece kendi egolarını tatmin eden tipler de sosyal medyada boy göstererek herkese akıl vermeye çalıştı.
Sol ve sosyalist hareketin bu tutumu, siyasal ve örgütsel sorunlara dar ve yüzeysel bakış açısının ve siyasal öngörüsüzlüğünün somut bir yansımasıydı. Popüler söylemin etkisinde kalınarak gerekli ideolojik ve siyasal duyarlılık gösterilmedi ve dolayısıyla ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel, inançsal boyutuyla ve politik bir sorun olarak algılanamadı. Bu nedenle tarihinin en büyük küresel krizini yaşayan kapitalist emperyalist sistemin teşhirine yönelik siyasal gerçekleri açıklama kampanyaları yapılamadı. Somut şartların somut tahlili üzerinden bu siyasal kampanyanın içeriği, her türlü idari yaptırıma, ev hapsine, sokağa çıkma yasağına, işçilerin zorla çalıştırılmasına, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin ölüme terk edilmesine, işten atılan ve kapatılan işyerlerindeki çalışanların açlığa terk edilmesine ve sağlık çalışanlarının yaşam koşullarının iyileştirilmemesine karşı çıkmak şeklinde kendiliğinden oluşmuştu.
Koşullar henüz değişmiş değil, kriz devam ettiği sürece hala siyasal kampanyalar yapılabilir. Korona salgınının derinleştirdiği kriz, kapitalizmin çirkin yüzünün bir kez daha ortaya çıkarılması, kitlelere sistemin teşhiri ve yeni bir demokratik toplum modeli sunulması için olanaklar sunmaya devam ediyor. Ayrıca siyasal ve toplumsal koşullar en geniş güç ve eylem birlikleri için uygun bir ortam hazırlıyor. AKP-MHP iktidarının idari, siyasi, hukuki, iktisadi, dini, kültürel vb düzeylerde krizi fırsata dönüştürme çabaları otokratik diktatörlüğe dönüşmüş durumdayken, sol ve sosyalist hareketin hala tekil anlayışlara hapsolup birlik ve ittifaklar konusunda somut bir adım atmakta isteksiz davranması, geçmişten gerekli derslerin çıkarılmadığını gösteriyor. Aklı başında olan sosyalistlerin, devrimcilerin, demokratların ve yurtseverlerin çabalarına karşın, solda siyasal öngörüsüzlük ve dünyaya at gözlüğüyle bakma anlayışının devam etmesi, emekçi kitleleri umutsuzluğa sevk ediyor. Bu gerçeğin farkına varılması, kitlelere karşı devrimci ve demokratik sorumluluğu gerektiriyor.
Bir anlamda siyasetin yasaklandığı bu süreçte HDP mevcut duruma teslim olmadan, kendi özgücüyle hemen her gün sokağa çıkarak demokratik siyasetin gereklerini yerine getirmeye çalıştı. Meclis’in tatil edilmesine karşı bahçesinde başlattığı muhalefetini sokağa taşıyarak toplumsal muhalefet adına önemli bir sorumluluk üstlendi. Bu tavır, “sokağın partisi olmak” ve “özgürlük sokaktadır” şiarlarıyla geçmişte yapılan tartışmaları hatırlatırken şimdi bir kez daha vurgulamak istiyorum ki, sokak olmadan, sokağın ve kitlelerin sesi olmadan demokratik siyaset olmaz. Sokak her koşulda korunması gereken demokratik bir mevzidir. Sokağın sesi olmak siyaseti toplumsallaştırmaktır. Toplumun siyasallaşması ise özgür ve demokratik bir geleceğin habercisidir.