HDP’ye yönelik medya ambargosunu savunan Habertürk ve Cüneyt Özdemir’in HDP’ye ilişkin açıklamalarını gazetecilerle konuştuk. Gazeteciler, ambargonun iktidarın emriyle uygulandığını, gazeteciliğin ayaklar altına alındığını söyledi
Elif Aydoğmuş/İstanbul
Habertürk televizyon kanalındaki “Türkiye’nin Nabzı” programında HDP’ye televizyonlarda yer verilmediğini belirten Avukat Salim Şen’in sözleri üzerine programın sunucusu Didem Arslan Yılmaz’ın, “Salim Bey burası bir kamu televizyonu değil. Özel bir sektörüz. Bu bir tercihtir” ifadesi üzerine uzun zamandır havuz medyasının HDP üzerinde uyguladığı ambargo yeniden gündem oldu. Yılmaz’ın ardından, kanalın başka bir sunucu olan Mehmet Akif Ersoy da, HDP’yi programa çağırmamalarına gerekçe olarak, “Evrensel yayın ilkeleri”ni gösterdi. Hemen her akşam tüm programlarında HDP’yi HDP’siz konuşan havuz medyasının gazetecilik etik ve kurallarından uzak bu açıklamaları kamuoyunda büyük bir tepki yarattı. Cüneyt Özdemir’in HDP’lilerin programlara çağırılmamasını sözde eleştiren “4 ismi aradık 4’ü de meşgulüz dedi. Abi siz meşgulseniz o zaman ağlamak da yok yani” sözleri ardından kahkaha atarak üstenci bir tavır sergilemesi Türkiye’de gazeteciliğin geldiği noktayı bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. HDP’ye yönelik ambargoyu ve gazeteciliğin geldiği noktayı, gazeteci ve milletvekili Ahmet Şık, Artıtv Genel Yayın Yönetmeni Celal Başlangıç, gazeteci yazar Mehveş Evin, Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu Sözcüsü Ayşe Güney ve gazeteci yazar Ragıp Duran ile konuştuk.
‘Savaş konseptinin bir parçası’
Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu Sözcüsü Ayşe Güney: “Gazetecinin ezilenden, sesini duyuramayandan, hakkını arayandan taraf olması gerekir. Özel televizyonların kuruluş amacı da biraz bu yönlüdür. Tüm kesimlere hitap etmek ve bir şekilde seslerini duyuracağı merci olabilmektir. Neredeyse tüm özel televizyonlar, devlet daha doğrusu iktidar medyası gibi çalışıyor. Bu tutumu da evrensel basın ilkeleri ile açıklamaya çalışması daha büyük bir facia. HDP’ye dönük ambargo yeni değil sadece itiraf edilmiş oldu. ‘HDP’ye yer verelim ambargoyu konuşsun’ diyen Cüneyt Özdemir gibi gazeteciler ise farklı tutumla aynı şeyi söylemiş oluyor. Özdemir’in sözleri farklı olsa da HDP’ye bakış açısı Habertürk’ten farklı değildir. HDP’yi görmeyen bir medya var. HDP’yi yok sayarak alt etmeye çalışıyor. Bu da savaş konseptinin bir parçası. Maalesef bu militarizmin gazetecilik kisvesi altında sürdürülmesidir.”
‘Herkesin bildiği sır açıklandı’
Gazeteci Mehveş Evin: “Anaakım medyada başta HDP’ye olmak üzere diğer muhalif partilere yönelik bir ambargo olduğunu herkes biliyor. Muhalif sese çok az yer veriliyor. ‘Neden az yer veriyorsunuz?’ diye sorulduğunda da soru geçiştiriliyordu. Habertürk sunucularının en son verdiği cevap aslında herkesin bildiği sırrın açıklanması gibi bir şey. Aslında onun üzerine de çıkan bir durum söz konusu o da şu: ‘Yer vermiyoruz çünkü biz özel sektörüz’ gibi tuhaf komik bir açıklama yapılıyor. Yani özrü kabahatinden büyük. Gazetecilik adına büyük ayıp. Evrensel gazetecilik ilkeleri ve ahlakıyla asla bağdaşmayan bir tutum böylelikle açık açık söylenmiş oldu. Kendilerini tebrik ediyorum! Anaakım medya sadece HDP’ye değil aslında bütün ötekilere, kadınlara karşı da iktidarın politikalarına uygun bir yayın çizgisine girdi. Aynı kanallarda aynı insanları aynı erkek figürlerini kadın konularında dahi konuştuklarını gördük. Dolayısıyla Habertürk’teki bu olay şaşırtıcı olmadı.”
‘Sömürgeci mantığı’
Artıtv Genel Yayın Yönetmeni Celal Başlangıç: “Yaşadığımız vahim olay gazeteciliğin sefaletidir. Nasıl bir sefalettir? Kamu yayıncılığıyla yayıncılığın ne olduğunu bilmemektir. İkincisi gazeteciliğin ne olduğunu bilmemektir. Karşımızdaki tabloyla artık mesleğine yabancılaşmış kişilerin yayıncılık yaptığını görüyoruz. Bunu çok iyi biliyoruz ki oradaki programcı arkadaşlarında kendi iradeleri ile vermiş olduğu bir cevap değil. Bu direk saraydan dağıtılan kimler çıkacak kimler çıkmayacak politikalarının sonucudur. Bu anlamda tabi ki biz özel kuruluşuz derken de doğru söylemiş. Özel kuruluşların patronlarının madenleri, ihaleleri var. Orada zarar görme ihtimalleri var. Tercihlerini o işler için kullanmışlardır, yayıncılığı da bunlar diğer ticari faaliyetlerini işletmek için yapıyor. Bunlar ancak ticari bir şirketin özel bir kuruluşun halkla ilişkiler faaliyeti olarak değerlendirilebilir. Gazetecilik dahilinde hele hele evrensel gazetecilik dahilinde değerlendirmek mümkün değil.
Cüneyt Özdemir’in tavrını da çok yakından izledim. Yani bu sömürgeci mantığın gazetecilik görünümüne yansımış hali. Burada acayip şımarık üstten bir bakış var ki ben HDP milletvekili olsam bu arkadaşı ekranına çıkılmayacaklar listesine alır, bu üstenci bakışı bu efendisinin uşağı olma halini cezalandırırım.
Gerek Habertürk çalışanlarının gerek Cüneyt Özdemir’in yaptığı bir gazetecilik faaliyeti içerisinde değerlendirmemeli. Eğer böyle değerlendirirsek gazeteciliğe zarar verir, gazeteciliği kirletiriz. Doğru gazetecilik yapılmak isteniyorsa konunun bütün muhatapları ile konuşmalıyız. Bu olaydan sonra bir daha hatırlatıldı ki sosyal medyada 89 yılında Beka Vadisi’ne gidip PKK Lideri Abdullah Öcalan ile röportaj yapan Mehmet Ali Birand bir gazeteciydi, DEP milletvekilleri tutuklandığında cezaevine gidip onlarla röportaj yapan Mehmet Ali Birand gazeteciydi. Habertürk’teki çalışanlar ise, hem sahibinin sesi oluyor hem savcılık yapıyorlar hem yargıçlık yapıp karar veriyorlar hem de infaz savcılığı yapıyorlar. Parlamentonun 3. büyük partisinin siyaset alanının dışına atma çabasındaki saray iktidarının payandası oluyorlar.”
‘Yeni bir medyayı tartışmalıyız’
Gazeteci ve Milletvekili Ahmet Şık: “Çok çirkin bir tartışma yürüyor. Söylenecek çok bir şey yok ‘mal meydanda’ derler ya tam da böyle bir durum. Bu ortaya çıkan tablo üzerinden HDP olsun olmasın Türkiye’de gerçekten bilgi edinme hakkını savunan, hakikate ulaşma hakkını savunan, Türkiye’deki bir medya ihtiyacını gerçekten mevzuyu bu arkadaşların iddia ettiği sınır çizdiği evrensel etik ilkeler çerçevesinde kurgulayan bir medya ihtiyacını tartışmak gerekir. Bence yapmamız gereken bu. Sonuçta Türkiye medyası bu. Yani geçmişte çok mu farklıydı? 200 yıllık bir geçmişi var. Takvimi Vaka ile başlatıyor tarih bu coğrafyada medyanın başlangıcını. Yarı resmi bir gazetedir ve kabaca derki ‘devletin çıkarlarına dokunmadığın sürece yayın yaparsın.’ Ne zaman ki bu koşul ihlal edilmiş had bildirmişler. Yani iki yüzyılda sistem, rejim, teknoloji değişti. Adına tek partili dönem dendi, çok partili dönem dendi. Türkiye medyası için bir tek şey değişmedi. Güç odaklarının çıkarları değişmedi. Dokunmama kuralı! Mevzu buyken bu kurulu düzenin sözcülüğünü yapan ya da hukuksuzluğunu meşru gösteren medyaya alternatif bir medya inşası üzerine çalışmak lazım. Türkiye’deki temel meselenin kötü gazetecilik olduğunu düşünüyorum. Ve buna iktidarın karşısında olduğunu iddia eden medyayı da dahil ediyorum. Türkiye’de ihtiyaç olan tek şey bilgi. Yeni bir medyayı, ihtiyacımız olan medyayı konuşabilmemiz gerekiyor.”
‘Milli’ medya yine çaktı’
Gazeteci-yazar Ragıp Duran: “Herkes biliyor HDP’lilerin milli ve yerli medyada neden yasaklandığını. Bu medya organları, gazetecilik yapmıyor, iktidarın sözcüsü olarak sadece propaganda yapıyor. HDP çıkarsa ekrana, hem bu medya organlarının hem de Saray’ın ipliğini pazara çıkaracak. Sansürü savunmak, ikna edici bir şekilde savunmak çok güç değildir, imkansızdır. Habertürk adına konuşanlar da, kamu-özel TV, tercih ya da Evrensel Yayıncılık ilkeleri gibi bahaneler öne sürdü. Bunların hiçbiri geçerli değil. ‘Biz HDP’ye sansür uyguluyoruz çünkü Erdoğan böyle istiyor. HDP’nin görüşlerini yayınlarsak, biz işimizden oluruz, patronumuz da Saray’dan fırça yeriz’ diyemedikleri için saçma sapan sözler ediyorlar.
Komik hatta rezil duruma düştüklerinin farkında değiller. Her söyledikleri kendi içinde çelişkili, kendi pratikleriyle çelişkili. Türk milli ve yerli medyası son sınavında da çaktı. Gerçi HDP’yi sansür ederek HDP’yi zayıflatmak pek mümkün değil. Yalnız unutmasınlar bu söylediklerini, arşiv de var zaten. Günü gelir, mesleki açıdan bu tutumun hesabı sorulur. Hayatında yüzde 1 oy oranına ulaşamamış birini (Doğu Perinçek) her gün ekrana çağırıp 6 milyon seçmenin temsilcisi bir partiye yasak koymanın bedeli vardır…”