İnsanın en büyük çaresizliği ölüm karşısındaki çaresizliğidir herhalde. Tanıdık bir can kaybını ilk duyduğumuzda önce inanmak istemeyiz. Yaşı, hastalığı ne olursa olsun kabullenmek zor gelir insana. Sonra durulup çaresiz kalıp, gerçeği kabullendikten sonra da anılar bir film şeridi gibi geçer gözlerimizin önünden.
Onu 70’li yıllarda yazar Veysel Öngören ve doktor Mahmut Ortakaya’nın rutin sofra sohbetlerinin birinde tanıdım. Daha ilk tanışmada sanki yıllar öncesinden tanışıyormuş ve “nerde kalmıştık” denilen türden sıcak bir tanışmaydı. İnsana güven ve saygı telkin eden bir tarzı vardı.
Geçenlerde coronavirüs nedeniyle tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Sabri Vesek’ten söz ediyorum. Kürt siyasetinde önemli bir siyasetçiden, zindanlar yatmış, işkenceler görmüş ama duruşundan zerre fire vermemiş bir bilgeden, bir kanaat önderinden söz ediyorum. Bir dosttan, bir ağabeyden…
***
1939 Cizre doğumlu olan Sabri Vesek (Cizre camiasındaki adıyla Sebrîyê Neaf) 12 Mart 1971 askeri muhtıranın ardından siyasi çalışmaları nedeniyle tutuklanmış, Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde bir süre hapis kalmıştı. 1977 yerel seçimlerinde Cizre’de CHP belediye başkan adayı olan Vesek yüzde 73 oranında oy alarak seçilmişti. Ancak bunu hazmedemeyen devletin hedefinde oldu hep. Vesek 12 Eylül askeri darbesinden sonra tekrar tutuklanmış ve Diyarbakır Cezaevi’nde ağır işkenceler görmüştü.
Faşist darbenin tüm zulmüyle devam ettiği 1981 Ocak ayında ilk şiir kitabımdan dolayı göz altına alınmıştım. O sıra 5 Nolu Cezaevi’nde tutuklu olan Sabri Vesek, yeni bir davadan ifade vermek için mahkeme öncesinde bulunduğum gözaltı koğuşuna getirilmişti. Mahkeme sırası gelinceye kadar birkaç gün aynı koğuşta kalmıştık. İlk karşılaşmada o her zamanki mizah diliyle” Vay efendim kimleri görüyorum, demek şairlere de sıra gelmiş” deyişi hâlâ kulaklarımda. Üzerindeki uzun paltosunun paçaları ve astarı parça parçaydı. “Bunlar Co’nun marifeti” diyerek gülümsemişti… (Bilenler bilir Co, o dönem bir işkence laboratuvarı haline dönüştürülmüş Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi’nin işkencelerde kullanılan, tutuklulara saldırtılan cezaevi köpeğinin adıydı.)
Koğuşta kaldığı süre boyunca hep bir moral kaynağı olmuştu. Tarihi kişilikler üzerinden “Bil bakalım kim” oyunu bile oynamıştık.
Dr. Mahmut Ortakaya’yla 1965’li yıllarda Cizre Sağlık Ocağı’nda tabiplik yaptığı dönemden kalma sıkı bir dostlukları vardı. Diyarbakır’a geldiği zamanlarda kurulan sofralarda siyasetten edebiyata zengin sohbetlerimiz oldu. O dönem çok siyasetçide olmayan bir edebiyat birikimine sahipti. Yakın tarih açısından bir ayaklı kütüphane gibiydi.
Çeşitli dönemlerde gözaltılar yaşadı hükümler giydi. Bir dönem Urfa Açık Cezaevi’ndeyken Dr. Mahmut Abi ve kardeşi İsmail Vesek’le ziyaretine gitmiştik. Cezaevinin açık bahçesinde kurduğu yer sofrası Cizre’deki evinde kurduğu sofralardan geri kalır yanı yoktu.
***
Nevi şahsına münhasır denilen türden bir kişilikti o. Hep direndi ve kimliğinden ödün vermedi. Çektiği onca acıya rağmen her durumda çevresine umut aşılardı.
En acılı şeyleri bile mizah katarak anlatırdı. Çevresine anlattığı zindan günlerinden kalma şu anekdot hâlâ anlatılır durur: “Üç yıl boyunca yıkanmadık. Bitlendik. Kaşınıyorduk. Başımızı kaşımak yasaktı. Kaşıyınca bitler ölüyormuş! Sonra ‘devletin bitlerini öldürüyorsunuz ulan’ diye işkence yapıyorlardı.”
Duruşundan, direncinden, kalenderliğinden ders alınacak çok şey bıraktı ardında. Bir tarih, bir bilge, bir örnek insan Cizre Asri Mezarlığı’nda yatıyor şimdi. Hayata kattıkları değerli bir emanettir geride kalanlara… Anısına saygıyla.