İnsanların kimliklerini keşfetmeleri özellikle farklı kimlikli toplumların huzurunu bozdu.Çünkü mevcut demokrasilerde insanların oy verme davranışı“fikirler” yerine “kimlikler”tarafından belirlenir hale gelince demokrasinin temel mekanizması da çalışamaz oldu.Çünkü seçmenler,farklı fikirler arasında değil farklı kimlikler arasında seçim yapar hale geldiler.Bunun doğal sonucu ise demokrasi, ulus devlet içinde sayıca üstün olanın iktidara geldiği bir düzen anlamına gelmeye başladı.
Bu durumun ulus devlet içinde “hakim” olan ve olmayan kimlikler arasında çatışmacı bir iklim oluşturduğu ise açık.Çünkü eskiden, insanlar,tartışarak farklı fikirler arasında ortak bir akıl üretebilme şansına sahipken şimdi aynı şeyi“farklı kimlikler” dünyasında yapmaları mümkün değil.Kimlik olarak kendini“ateist” olarak tanımlayan biriyle “dindar” biri arasında bir uzlaşma üretebilmek gerçekten çok zor.
Böyle bir iklimin içinde hakim kimliklerin önlerinde iki yol görünüyor: ya azınlık olanı baskı altında tutarak“baskıcı”bir yönetim modeline evrilecekler; ya da farklı kimlikler arasında yeni (ve katılımcı) bir demokrasi anlayışı üretecekler.Tabii bu olasılıklar arasında sonsuz sayıda kombinasyon bulmaları da mümkün.
Başka ülkelerde de görülen bu durumun en açık örneği bizde yaşanandır diyebiliriz. 2000’li yıllarda giderek belirginleşen bu “kimlikleşme” süreci, sağ seçmenler arasında “İslami” vurgulu bir konsolidasyon geçirerek sandıkta bir çoğunluk haline dönüştü.Bunu başaran Adalet ve Kalkınma Partisi bu tarihten itibaren de yapılan bütün seçimleri kazandı. Fakat açıktır ki bu başarı“fikri”bir başarıdan çok dağınık bir kesimden “hakim” bir kimlik üretmekten kaynaklandı.Nitekim son yıllarda yaptığı da “hakim” durumunu kullanarak diğer kimlikler üzerinde baskıcı politikalar uygulamak oldu.
Kulaklarında “sınıf” kavramıyla yetişmiş kuşaklar bu duruma pek takılmıyorlar.Çünkü onların perspektiflerinde “sınıf mücadelesi” var. Sınıf mücadelesinin tarihin çarklarını döndürdüğünden eminler.Belki öyledir ama bugün mevcut kapitalizmle meselesi olanlar daha çok kimliklerinden ötürü ezilen topluluklar.Bu toplulukların içinde ise yalnızca işçiler değil, orta sınıflar ve hatta işverenler bile var.Düşünün, işveren bir Alevinin sırf Alevi olduğundan dolayı bir ihaleyi alamamasını! Ya da sırf Alevi olduğundan dolayı servetini kaybetme korkusunu! Bu çerçeveden baktığımızda bir Alevi işverenin böyle bir sisteme olan itirazı ile aynı sistem tarafında sömürüldüğünü düşünen bir Alevi işçinin itirazı arasında sistemi değiştirmek bakımından ortak bir payda yok mu?
Demem o ki yaşadığımız dönemde tarihin çarklarını kimlik mücadeleleri döndürüyor döndürmesine ama bu, sınıf mücadelelerinin tarihe karıştığı anlamına gelmiyor.Yalnızca, sınıf mücadelelerinin önüne geçici bir durum olarak içi boşalmış bir demokrasinin yığılmış olduğunu gösteriyor.Dolayısıyla bir toplumdaki kimlik farklarının bir sorun olarak görülemeyeceği gerçek bir demokrasiye ulaşana kadar kimliklerin sınıf mücadelesinden daha fazla değişimin taşıyıcısı olduklarını iddia etmemiz mümkün. Bu nedenle de Türkiye’de sol bir konsolidasyon olacaksa buradan yola çıkılabilir, kimlikle sınıfın buluştuğu bir yeni hat böylelikle oluşabilir.