Beş yıl önce yaptığım twitter paylaşımlar nedeniyle, geçtiğimiz gün savcıya ifade verdim. Ve şunu düşündüm; bu yılda ‘ifade özgürlüğü’ konusunda çok daha geriye gitmişiz. Oysa o çok radikal gibi görünen paylaşımların hepsinin ardından yaşadığımız ya da şahit olduğumuz acılar vardı. Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki bazı insanlar acılarını özgürce anlatıp, yaslarını tutabiliyorlar.
Oysa böylesine bir soykırım coğrafyasında milyonlarca insanların acıları, ‘saklı’ kalmaya mecbur bırakılmış. Örneğin Kürtler! Kürtler sadece yaşadıkları acıları anlatsalar ve burası empati duygusunun geliştiği bir yer olsa şiddet olmadan sorun çözülür. Ancak maalesef resmi devlet politikası, empati duygusunun gelişmesini istemiyor hatta engelliyor. Geçtiğimiz günlerde Zelal Buldan’ın babası için yaptığı belgesel bana bunları düşündürdü.
Babası öldürüldüğü gün doğan bir kız çocuğu olmak!
30 yılda benzer birçok olaya şahit olduk. Anneleri, babaları gözaltında kayıp edilen, kontgerilla cinayetlerinde katledilen, köyleri yakılan, 2 buçuk yaşında elinde ve sırtında sigara söndürülen, 12 yaşında askerlerin cinsel saldırısına maruz kalan, 10 yaşında olup her şeye inat “Berxwedan jiyan ê” diye bağıran çocuklar gördük.
Biz ve bizim taleplerimiz hiç değişmedi. Bunu en çok şuradan tespit edebiliriz. Bugün T.C devletinin Cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan, iktidara geldiğinde “En önemli mesele Kürt meselesi” demişti. Ama ne oldu? Önemli olan bugün geldiği nokta.
Bugün iktidara geldiğinde çok farklı sözler söyleyen yöneticilerin söylemleri tamamen farklı nitelik taşıyor. Çünkü devletin ideolojisi tektir ve değişmiyor.
Biz hep olduğumuz yerdeyiz. Biz acıları dinlemeye devam ediyoruz. Belki de mücadelenin temel duygusu, bu acılara duyduğumuz kıymet.