‘Türk milliyetçiliği Fırat suyunda boğulmuştur.’ Bu anlamlı söz kime aittir diye sorulsa, bilmeyen bir genç arkadaşın aklına, doğal olarak bir kitabına ‘Fırat suyu kan akıyor baksana’ adını veren Yaşar Kemal dahil türlü isimler gelebilir. Doksanlı yıllarda; Beka Vadisi birçok Türk ‘gazeteci, yazar ya da siyasetçi’ için su yolu olmuştu.
Devletinden izin alabilenler ilk uçakla Şam’a, oradan da Abdullah Öcalan’la bir röportaj, bir görüşme yapabilmek, sofrasında oturup bir iki fotograf çektirebilmek için Beka’ya koşuyorlardı. Çözüm için katkı koymak adına, akan kanı durdurmak adına giden devrimci, demokrat, Kürt dostu siyasetçiler elbette ki ‘sözüm meclisten dışarı’ kapsamındadırlar. Onlar zaten söylenenleri üzerine alınmaz.
Bir gazeteci ve tv yıldızı var, iktidar televizyonlarından ve gazetelerinden hiç eksik olmadı o yıllardan beri. Sofrada, Öcalan’ın su bardağının boşaldığını görünce kalkıp doldurmuştu hani, şimdi ‘tek tük teketük’ programlarında terörist aşağı, terörist yukarı konuşuyor. Bir de ‘siyasetçi’ vardı gidenler arasında. Yetmişli yıllarda çıkardığı devlet destekli gazetesinde tüm devrimci örgütleri, üye ve yöneticilerini il il şemalarla deşifre ederek muhbirlik yapan. Sonra birden bire bir dergi çıkarmaya başladı ve derginin ana başlığı ‘Kürt Sorunu’ oldu. Değme Kürt yazarın yazamayacağı ‘cesaretle’ yazılar, haberler yayınlanıyordu dergisinde.
O dönemler devleti ona yeni bir görev verdi. Beka Vadisi’ne gidecek, Abdullah Öcalan’ı, legal siyaset yapan Kürtlerin kendi partisinden seçime girmesine ikna edecekti… Oraya gitmeden önce de bazı ‘özlü sözler’ söylemesi gerekiyordu. Söyledi de. ‘Türk milliyetçiliği Fırat suyunda boğulmuştur’ sözü bu zata aittir. Yani, Doğu Perinçek’e…
O, ‘Ben gidersem ikna ederim’ havasındaydı. Ama gitmek istediği yerdeki muhattapları, onun, başından beri kime çalıştığını bilen insanlardı. Ne yaptığını, ne yapmaya çalıştığını, kimlere hizmet ettiğini çok iyi biliyorlardı. Elleri boş, avucunu yalayarak döndü Beka Vadisi’nden. Bir hesap böylece boşa çıktı. Uzun süre kenarda, kıyıda beklettiler.
O dönem, Kürtlere dair ciddi bir sıkışıklığı vardı iktidarın. Bu tarz kişilere ihtiyaç vardı ve devreye sokulmuşlardı. Şimdilerde gene (görev zamanı) deyip her gece farklı TV kanallarında, kendine benzer tiplerle konuşturulmaya başlanması, yine ciddi bir sıkışıklık olduğunu gösteriyor. AKP-MHP iktidarı, Kürt seçmenini tümden karşısına almak, var olan bir miktar Kürt oyunu da yitirmemek adına, devletten beslenen ajanları devreye sokuyor. Siyasi bir taktikle, AKP üst düzeyi ya susuyor ya da çok az müdahalelerle, bunları konuşturuyorlar. Bunlar da et yokluğunda kıymete binmiş kuyruk yağı olmuşlar, konuştukça konuşuyorlar.
‘HDP seçmenini tenzih ediyorum, onlar terörist değil’ diye başlıyor ve oldukça uzun cümleler kuruyorlar. Sanırsın ki HDP seçmeni kime ve niye oy verdiğini bilmiyor. Onlar Kürt değiller zaten. Dil ve kültür ve özgürlük kaygıları yok. Öylesine hiçbir şey bilmeyen insanlar, iş olsun, macera olsun diye HDP’ye oy veriyorlar. ‘Seçmen başka, yönetenler başka’, ‘HDP seçmeninin bu yöneticilerle alakası yok,’ diyorlar. ‘Bu yöneticileri seçen kim’ diye soran olmayınca rahat rahat atıp tutabiliyorlar. Zira HDP’nin tartışıldığı bir masada bırakın HDP’li birini, muhalefetten kimse olmuyor.
Faşist bir yapının temsilcisi ‘HDP seçmenine sesleniyorum’ diye başlıyor konuşmasına, aynı gün mezar taşları kırılmış, mezarı yerle bir edilmiş anaya, babaya AKP- MHP propogandası yapıyor. Yıllar önce öldürülmüş oğlunun kemikleri, bir koliye konularak yollanan anaya, AKP- MHP propogandası yapılıyor. Tartıştıkları şeylerden biri de HDP’nin yapacağı yürüyüş…
İktidar ve ajanları bu yürüyüşten çok korkuyor. Epey bir süredir, HDP’nin de eve kapanması isteniyordu belirli çevrelerden. Böylesi bir kıpırtının toplumun genelini etkileyeceğine dair korkular vardı iktidar çevrelerinde, Kürt ya da Türk, etki edebilecek herkesten yardım dileniliyordu. ‘Aman ha sokağa çıkmayın, şunu yapar, bunu yaparlar’ dendi devrimci Türklerin ve Kürtlerin ortak örgütüne. HDP’den, adeta teslim olması istendi. Daha önce de söz ettik, bu yapı devrimci bir gelenekten geliyor. En küçük bir teslimiyetin nelere mal olacağını iyi bilenlerin geleneğinden. Özgürlüğü için binlerce üyesini sokakta yitirmiş bir gelenek bu, ne Perinçek ne de ardıllarının yolundan saptıramayacağı, Türkiye halklarına özgürlük getirecek tek yapı… Gerek siyasette gerek yürüyüşte yolunuz açık olsun…