Çocukluğumda köydeki bir kavgadan sonra karşı tarafın yeni başak bağlamış yemyeşil tarlasına ateş verilince yaşlı kadınların, yangını çıkaran kendi yakınlarıyla nasıl kavgaya tutuşup, “Allahın gazabı bizi vuracak” diyerek dövündüklerini hayal meyal hatırlıyorum. “Hasmı mert olmalı insanın” derlerdi eskiden, öldürünce düzde bırakmamalı, kurda kuşa yem etmemeli insanı.
Şahit olduklarımdan yola çıkarak söyleyeyim ki içinde doğduğum feodal değer yargılarının hakim olduğu toplumda hasımlığın dahi bir ahlaki ölçütü vardı. Kadın, çocuk kutsaldı el uzatılmazdı. Ölüye küfredilmez, hasmın mezarı gösterilirken parmak uzatılmazdı, günah sayılırdı. Gayriihtiyari bir mezara parmak uzatılmışsa önce o parmak can acıyana değin ısırılır, sonrasında ayakaltına alınıp ezilirdi. Bugünlerde çokça yaşanılan, insanlığın kutsallık atfettiği ve dokunulması günah saydığı bu ve benzeri insani değerlere sınırsızca saldırılması cinnet halidir. Cinnet hali ruhun öldüğü, bedenin de ölmeden önce öldürebildiği kadar öldürmeye aşkla bağlandığı haldir.
Lütfen bu örneklemelerle feodalizme öykündüğüm, güzel gösterdiğim anlaşılmasın. 21. yüzyılda dinden, imandan bahsedenlerin, ötekileştirdiklerine karşı nasıl da büyük bir ahlaki çöküşle o feodal değer yargılarının dahi gerisine düşerek saldırdıklarını anlatmak için belirttim.
Hangi dinde ömrünün baharındaki kızlara, kadınlara el atıp, işkenceyle öldürüp, düze atmak var. Daiş’in zulmüyle İslamiyete yapışan ve yüzyıllar sonra da anlatılacak bu vahşet Afrin’de devam ediyor. Böyle zalimlerle saf tutmak insan olanın harcı değil. Saddam’ın heykelinin boynuna ip atanlardan bazıları bir zamanlar “yaşasın Saddam” diyenlerdendi. “Zulüm ile abat olanın ahiri berbat olur.”
Masal bu deyip geçmeyin, bir devin gücünün kaynağı olan çok keskin dişleri varmış. Devin nefsinin çektiği yahut ona kem gözle bakanın ensesindeymiş. Dev beher gün methiyeler dizerek onları bilermiş. Methiyeler öyle bir aklını başından almış ki dişlerin, önce devi hizmetkârları, sonrada diş geçirecek kimsecikler kalmayınca av belleyip diş geçirmişler.
Kirlenmiş ruhlarla gelecek tasavvuru yapmak bir bilinmezliğe yelken açmaktır ki bela fırtınasının ne zaman nereden gelip kimi önüne katacağı hiç belli olmaz. Mazlumun ölümünü vacip gören, ismi ve cismi perdelenmiş karanlıklardan gün ve gelecek doğmaz.
Öldürmeyi hak bilmek, ölüye eziyet etmek, mezarlara saldırmak insanlıktan çıkma halidir. Ölümle, beden bir zaman sonra yok olacaktır, ruhsa her zaman, her yerdedir; ölü bedene eziyetle ya da mezara saldırmakla ruh ölmez. Ölü bedenine eziyet edilen, bir mezar taşı dahi çok görülen ne çok kişi, asırlardır yaşıyor ve müsebbipleri lanetlerle anılıyor. Nesimi’nin derisini yüzdüler, Şex Said ve Seyid Rıza’nın nereye defnedildiği bilinmiyor, Saidi Kürdi’yi mezarından çıkarıp bir bilinmezliğe defnettiler. İsimsiz mezarlıklar ve bilinmeyen mezarlar bir ülkenin karanlık, günahkâr yüzüdür.
Oğlunun mezar taşı kırılmasın diye mezarlıkta nöbet tutan annelerin feryadı yürek dağlıyor. Mezarda nöbet tutanları ötekileştirenler, geçen bayramda kendi yakınlarının mezarlarını ziyaret edip dua ediyorlardı. İnsanım diyenin midesine kramplar giriyor.
Kötülük eskiden de bu kadar yaygın ve sınırsızdı da kitle iletişim araçları olmadığından mı haberimiz olmuyordu. Yoksa toplum bu kadar kirlenmemiş miydi? Şimdi yaptığı kötülüklerle kalmayıp, sosyal paylaşım ağları üzerinden yüzünü ve adını gizleyip kötülüğünü ifşa etmekten ihya olan tipler türemiş; kendi aklınca, kendinden olmayan herkesin, her şeyine saldırmayı, kendilerine hak gören tipler. Bu yazıyı tam bağlarken Sayın Başak Demirtaş’a saldıran, ahlaksız birisinin yazdıkları düştü sosyal paylaşım ağına. Bunlar insan değil…
İktidar zehirli zambak gibidir. Kokusu ve görüntüsü ile insanı mest eder ama gelin görün ki zehir deposudur; çiğnendiğinde zihinsel fonksiyonları yitirmeye neden olur, hatta öldürür.